Zindandan Dışarısı

EMRE ERGİN
Abone Ol

Şimdi eşyalarımı toplayacak… Sırtıma çıkınımı alacak... Bu zindandan dışarı çıkacak... ve... Devamını getiremedim. Hafızamı zorladığımda ilk hatıramın 21 yıl önce burada böylece dikilmem olduğunu fark ettim. Herhangi bir müşteri gelene kadar hareket bile etmemiştim böyle buracıkta ayakta beklemiştim.

Adamın eşyalarına bakıyorum. Türlü türlü iksirler, üç beş eğri büğrü hançer. Üç sandık dolusu kitap. Küçük bir masanın üzerinde anlaşılmaz yazılı parşömenler.

— Neredensin? diyor.

— Yukarıdanım.

Aşağılar gibi baktı suratıma.

— Biliyoruz onu, diyor. Yukarıdan, nereden?

Anlamaz gibi yüzüne baktım, çünkü anlamadım.

Toraksanlı mısın? Bulacalı mı? Yoksa daha uzaklardan mı?

— Bilmiyorum. Zindanın çatısında bir kapak buldum. Orayı açtım. Oradan içeri girdim. 8 kat indim. Sanırım kapak batı tarafındaydı.

— Ondan önce neredeydin?

— Karanlıkta bekliyordum. Yanımda 7 kişi daha vardı. 4ü kadın 3ü erkekti.

— Napıyordunuz?

— Dedim ya, bekliyorduk.

— Ne için?

— Bilmiyorum. İsteyerek beklemiyor gibiydik hem. Sol ayağımın içi çok kaşınmıştı, uzanmıştım, yetişememiştim.

— Yanındakiler kimdi?

— Bilmiyorum. Dördü cüppeliydi, ikisi deri giysiler giymişti. Yanımdakinin ise benimkine benzeyen bir zırhı vardı.

Tacir onunla dalga geçip geçmediğimi tarttı.

— Peki öncesinde? Yani buraya nereden geldin? Nerede doğdun? Baban ne iş yapar?

— Bilmiyorum. Merdivenden indim, yerde üç hançer vardı. Köpeğim Cabbar kötü kötü hırlayınca lanetli olduklarını anlayıp ilişmedim. Ama şu hançerin kabzasındaki süslemeler…

Hiç ticaret yapası yok bu adamın.

— Köpeğin mi var?

— Evet vardı.

— Nerede şimdi?

— Altıncı katta merdivenlerden inerken ayağım bir ipe takıldı. Meğer biri oraya tuzak kurmuş, tavandan büyüüüükçe bir kazan düştü, içi kor dolu. Ben kaçtım, köpeğim kaçamadı.

— Başın sağolsun, üzüldüm.

— Ben pek üzülmedim. Öyle uzun süredir benim değildi.

— Ne zamandır?

— Kapağı açınca benimle beraber geldi. Aslında yanımda bekliyormuş dönüp de bakmamışım. Ses çıkarmamıştı hiç. Hareket de etmemişti. Salakmışım gibi baktı bana. Ben de kılıcıma baktım.

— Onu ne zaman evcilleştirdin?

— Anlamıyorum.

— Hımm... Evcilleştirmek demek... Bu pek sık unutulan bir şey. Bağ kurmak demek. Mesela, onu ilk ne zaman besledin? Evinizin bahçesinde mi?

— Hayır. Burada. İçerde.

— Nasıl burada?

— Zindanın ikinci katında acıktı, anladım. Kılıcımla ikiye böldüğüm bir sıçanın etini uzattım. Hapır hupur götürdü. Şaşkın şaşkın baktı tacir bana.

— Gerçekten buraya gelmenden önce hiçbir şey hatırlamıyor musun?

— Hayır. Hiçbir şey olmamıştı öncesinde. Ben ve 7 diğer kişi ssesizce bekliyorduk.

— Ve neyi beklediğinizi bilmiyordunuz?

— Dedim ya. Bilmiyorduk.

— Peki buraya ne için geldin?

Zav’ın kolyesini ele geçirmek için.

— Napacaksın onunla?

— Bilmiyorum.

Derin bir nefes çekti tacir. Bana baktı. Yüzündeki yarı tehditkar, yarı aklı karışmış ifade yerini teslimiyetçi bir hüzne bıraktı.

— Demek sen de aynı benim gibisin, dedi.

— Senin hikayen nedir?

“21 yıl önce buraya geldim. İki kutu parşömen, üç sandık kitapla. Buraya yerleştim. Zaman zaman senin gibi görünen, kiminin sureti bile sana benzeyen insanlar geliyordu, onlara bir şeyler satıyordum. İşime yarayacağını düşündüğüm olursa bir şeyler satın aldığım da oluyordu. Bir gün lacivert bir cüppe giymiş bir kadın geldi. Bana şu gördüğün altın kaplamalı kitabı sattı. Ticaretten anlamıyor olmalıydı ki, tek bir parşömen verdim karşılığında. O kadar sevindim ki. Dünyalar benim oldu. Güzel bir anlaşma yapmış olmanın ilk anlık sevinci geçince, aklıma sadece bu kitabı satmamın bile benim hayatımı kurtaracağı geldi.

Şimdi eşyalarımı toplayacak… Sırtıma çıkınımı alacak... Bu zindandan dışarı çıkacak... ve... Devamını getiremedim. Hafızamı zorladığımda ilk hatıramın 21 yıl önce burada böylece dikilmem olduğunu fark ettim. Herhangi bir müşteri gelene kadar hareket bile etmemiştim böyle buracıkta ayakta beklemiştim. Çocukluğumu düşündüm, hiçbir şey gelmedi aklıma. Anne ve babamın suratlarını düşündüm, aklıma hiçbir şey gelmedi. Dışarıdan herhangi bir resim hayal ettim, gözümün önünde hiçbir siluet belirmedi.

Bu zindanlardan başka dünya nasıl bir yerdir bilmediğimi fark ettim. Dünyayı satın alacak kadar zengin olsam bile, gidip sipariş edeceğim şeyin gerçek ederi hakkında hiçbir fikrim yoktu. Belki dünyanın tamamı bu kitaptan daha değersizdi, öyle ki bu kitabı verince iyi bir ticaret yapmış olmayacaktım. Ve belki… Bu kitap dünyayı içeriyordu. Dünya dediğimiz şey aslında sadece 1000 sayfalık bir metinde bütün ayrıntıları özetlenebilecek kadar ufacık bir şeydi. Her duvarı-her taşı-her köşesi-her merdiveni-merdivenden inerken karşına çıkan her tuzak hiçbir şerhe gerek bırakmadan üçer beşer cümleyle özetlenip tüketilecek, iki gün ayırarak başka kelimeye gerek bırakmayacak kadar iyi anlaşılıp sindirilebilecek kadar özensiz ve basitti. Belki giriftti, ama bu giriftlik sadece içiçelikle yinelenmenin fazlalığıyla, savurganlık ve özensizlikle alakalıydı. Belki de böyle değildi. Nasıl bilebilirdim?

Önce karar verdim. Dünyanın ne olduğunu bilmeden bu zindanlardan çıkmayacaktım. Sonra kitabı okudum. Dağlardan bahsediyordu, nehirlerden, şehirlerden, dört işlemden başka matematik konularından, kan büyücülüğünden, ruh çağırmaktan, katliamlardan, yürüyüşlerden ülkelerden ve siyasetten. Sana az önce sorduğum ülke isimlerini bu kitaptan öğrendim. Kitabı okudukça dünyayı daha iyi öğrenmediğimi fark ettim. Sadece bilgisizliğimi artık tek cümleyle, “dünya hakkında hiçbir şey bilmiyorum” diye özetleyemiyordum, çok daha uzun özetlerden sonra hiçbir şey bilmediğimi itiraf edebiliyordum.

Şimdiye kadar sadece genç büyücülere yardım olsun diye getirdiğim, satarken de epey ucuza bıraktığım, şurada gördüğün kutulardaki cilt cilt sayısız çeşitte kitapları okumaya başladım. Okudukça daha çok şey öğrenmedim. Okudukça daha çok şey bilmediğimi fark ettim. Üstelik kitaplardaki bilgiler üst üste yığılıp dağ olan cinsten değildi ki, tepesine çıkıp bu zindandan kurtulayım. Pek çoğu birbiriyle çelişip birbirini iptal ediyordu. Deli zırvası şeyler de vardı, ama bazen ilk okuyuşta zırva sandığım bilgiler başka kitaplarda o kadar çok karşıma çıkıyordu ki, neyin deli saçması olduğunu ayırt edemez olmuştum. Son kitabı da okuduğumda, dünyanın ne olduğuna, benim kim olduğuma dair, isimsiz seslerin anlamsız demokrasisinden başka hiçbir şey kalmamıştı. Bu zindanın en yakın olduğu ülkenin Hukultu olduğunu söyleyenler? Reddedilmiştir.

Dünyayı bir an önce öğrenip bu zindanlardan kurtulma planımın ne derece saçma sapan olduğunu o zaman anladım. Kitaplar bu konuda hiçbir işe yaramıyordu. Bir kısmı gerçek olduğunu iddia bile etmiyordu, benim gibi hiçbir şeyden habersiz birinin bile saçmalayabileceği şeylerdi. Bir kısmı gerçek olduğunu iddia ediyordu, ama zırva oldukları apaçıktı, bizzat kendisiyle çelişiyordu. Ve bir kısmı, o kitapları okuyan birinin varlığına hiç umut bağlamayan kişilerce yazılmıştı. Kendisinden gayet emin olduğu konularda dahi kısık sesle konuşuyordu bu kitaplar.

Bir kitabın bir deli tarafından yazılıp yazılmadığını anlamanın yolu nedir? Kitabın içindekileri gerçekle kıyaslamak. Peki, gerçeğe dair hiçbir bigl i yoksa elimde? Aklıma bir sonraki gelecek müşterime geçmişini sormak, dışarıdaki dünyaya dair birinci elden bilgi almak geldi. Onun tavırlarına bakarak yalan söyleyip söylemediğini, ruh halinin ve akıl sağlığının ne derece yerinde olduğunu da kolayca anlayabilirim diye düşündüm. Ama… Ama maalesef… Anlıyorum ki... Burası dünyaya dâhil bile olmayabilir. Burası sadece kendini tekrar eden bilinçlerin haz için kendilerini aynı duvarlara çarpıp durdukları ve bu hazza bizim gibi amaçsız, hiçbir şeyden haberi olmayan talihsiz ruhları aracı ettikleri bir... Cehennem.

Kılıç tutmayı bilmem. Okuduğum kitaplardaki büyüleri öğrenemedim. İyi mal gördüğümde fiyatını anlamaktan başka hiçbir yeteneğim yok. Epey bir altınım var. Eğer beni korursan, beni en üst kattaki o bahsettiğin kapağa götürürsen, beni korunaklı bir yere sağ salim ulaştırırsan… Sana 21 yılda elde ettiğim tüm servetimin yarısını veririm. Ne dersin?”

— Olmaz.

— Neden?

Zav’ın kolyesini ele geçirmem gerekiyor.

Yüzü umutsuzlukla doldu tüccarın. Sustu. Ne diyeceğini tarttı.

— Peki, ne işe yarıyor bu kolye?

— Bilmiyorum, dedim.

Çünkü gerçekten bilmiyordum.