Yirmi bir kitap 21 öykü
Toplumsal bazı duyarlılıklara yer vermek amacıyla pornografik anlatıya başvurduğu tahmin edilen yazarın bu noktalarda üslubu daha örtük olabilirdi. Zira bu sahneler hem yazarı sık sık tekrara düşürüyor hem de güçlenmekte olan kurgunun önüne ansızın bu sahnelerle set çekiyor.
Arzunun Serbest Dolaşımı, uzun yıllar gazetecilik yapan ve deneme, söyleşi, roman türünde eserler yazan Ahmet Tulgar'ın; aşk, ihanet, maddi ve manevi yokluk gibi mevzularla mücadele eden kişilerin hayatlarını merkeze aldığı öykü kitabı. Kimi öykülerde toplumsal meselelere olan duyarlılığı kimi öykülerde de pornografik öğelere ve sahnelere karşı yaklaşımı görülüyor. Toplumsal olana temas ederken yazarın dik duruşu ve sert tavrı seziliyor. Bu anlatılarda, işçi sınıfının hayatındaki zorluk ve yoksunluklar gösteriliyor. Toplumsal bazı duyarlılıklara yer vermek amacıyla pornografik anlatıya başvurduğu tahmin edilen yazarın bu noktalarda üslubu daha örtük olabilirdi. Zira bu sahneler hem yazarı sık sık tekrara düşürüyor hem de güçlenmekte olan kurgunun önüne ansızın bu sahnelerle set çekiyor. Ayrıca fakir kız zengin oğlan ya da tam tersi durumlarda buna yer verilmesi, öyküleri yer yer ajitasyon havasına sokuyor ve okurken zorlayabiliyor. (Betül Sezgin)
- Dünya Unutana Kalır'da Deniz Poyraz, 90'lardan 2000'lere uzanan zaman zarfında yaşadığı ekonomik buhranları, seçim gündemleri ile başına gelecekleri öngöremeyen bir Türkiye'nin bu evrim sürecini, Trakya'nın birbirinden farklı hane ve karakterleri üzerinden çarpıcı ve fakat gerçekçi bir dille anlatmış. Ayçiçek tarlaları, köy kahveleri, tarım işçileri, geçim sıkıntısı ve kış ayazıyla her öykünün bu bölgede yaşandığını tekrar tekrar hatırlatmış. Vurgu yapılmak istenen bazı duygular o kadar ince ayrıntılarla tasvir edilmiş ki okuyanın o ânı yaşamaması mümkün değil. Bazen bir karakteri okuyucuya tanıtmak için etkileyici bir tek cümle kullanmış yazar: "Yetişkin kadın bedenine saklanmış bir hayat acemisiydi annem." Kitaptaki dört öyküden her biri 35 sayfa sürse de belli bir sonuç safhası olmaksızın her birinin "küt!" diye bitmesi kitabı daha da çarpıcı kılmış diyebiliriz. (Sümeyra Yaşar)
Tiyatro eğitimi almış senarist bir yazar Ayşegül Bostancı. Metinlerinde hissedilen uzamsal öğenin bununla ilintili olduğu çok açık. Ayrıca her öykünün başında bulunan ve hikâye ile ilişkili çizimler görsel olarak bambaşka bir derinlik de katıyor metinlere. Bu noktada çizer ile çalışılmış olmasını çok kıymetli buldum. Çizimler de öykülerin atmosferlerine uygunluğu, her metni okuduktan sonra dönüp tekrar bakma isteğine neden olması ve derinlikleri açısından oldukça başarılı. Öyküler yer yer büyülü gerçekçi ve fantastik unsurlara yaslanmakta. Kitaba da ismini veren "Dünyamın Dibi" öyküsündeki tanrıların görevlendirdiği anı yazıcı ya da "Ölümsüz"deki tanrıçanın sonsuzluğu arayan ölümlü kızı bu noktaya örnek. Ayrıca öykülerin mitolojiden de beslendiği vurgulanmalı: "Ölümsüz"ün ölümlü karakterinin kardeşi Helos, yani İskandinav mitolojisindeki ölüm tanrıçası Hela. Kurgulardaki bağlantılar yerli yerinde ve bir anlatıda olağanüstülük barındıran metinleri seven okurlar için sahiden edebi bir lezzet veriyor. Ayrıca öykülerdeki humour da dikkatten kaçmıyor. (Merve Uygun)
- Farklı türde yazıları ve öyküleriyle bilinen yazarın çoğunluğu Dergâh dergisinde yayımlanmış öykülerinden oluşuyor Eşyadan Say. Mutsuzluğu, hayal kırıklığını, karşılıksız kalan hisleri okur üzerinde etki bırakacak şekilde işlemeyi başarıyor Karataş. Sinema eğitimi almış olan yazarın en ince ayrıntılarla, tasvirlerle aktardığı mekânlar, okurun, öykülerin içine başarılı şekilde girmesinde önemli bir rol oynuyor. Karşılıklı diyalogların çokça yer aldığı öykülerde karakterler, günlük hayatın içinde yaşadıkları sorunlarını, yabancısı olmadığımız bir dille anlatıyor. Diyalog ağırlıklı metinler sebebiyle yer yer derinlik kaybolsa da öykülerin sonlarında bu durumu toparlamayı başarıyor yazar. Öykülerde en dikkat çeken unsur yazarın seçtiği karakterler. Hayatta geri planda kalmış, yönlendirilmeye müsait, kendine güveni olmayan zayıf karakterler işlenmiş. Gerçeklikten kopmadan kaleme alınmış bu karakterler sayesinde öyküler, okuma sürecinde inandırıcılığını kaybetmiyor. Sonları çoğunlukla mutlu bitmeyen öyküler ile yaşamın gerçeklerini acımasızca ortaya koymayı başarıyor yazar. (Uygar Atasoy)
Roman ya da hikâyeleri okumaya başladığımız anda, zihnimizde görsel bir şölen başlar. Yazar, beynimize kalemle resimler çizen kişidir. Resim, verdiği ayrıntılarla şekil oluştururken, kalan boşlukları bize doldurtur. Fakat Birol Bayram bizi hiç yormuyor. Kitabındaki karakterlerin hikâyelerinin yanında, bize göz kırpan çizimleri de var. Usta bir çizer olan Bayram, aynı zamanda iyi bir gözlemci. Karakterler ile Türkiye'nin portresini çiziyor adeta. Her sayfada kara mizah. Bir sayfadan oluşan her bir hikâye, insan yaşamının dondurulmuş kısa anlarını, nokta atışı küçük anekdotlarla anlatıyor. Ancak ne bir olay örgüsü ne de herhangi bir durumla karşılaşılmıyor. Anlatılar tam bir hikâye formunda değil, sadece karakter tanıtımı olarak değerlendirebiliriz. Sanki elimizde bir hikâye ya da romanın birbiriyle bağlantılı ya da bağımsız karakterlerinin katalogunu tutuyoruz. Haliyle bu da merakla tanışmayı beklediğimiz karakterlerin, daha tanışmadan bizlere veda etmesine neden oluyor. Sanırım yazar anlatılmayan kısımların okur tarafından doldurulmasını istiyor. Belki de "Ben karakterleri anlattım, resmini çizdim, hikâye oluşturmak okurun payı." diye düşündü. (Necla Durmuş)
- Cihan Çakan, tiyatro yazarlığı yapan ve bu alanda birçok ödül almış, aslında Van ve Mardin vilayetlerinde öğretmenlik yapmış bir kalem. İlk öykü Kitabı Geçmiş Zaman Ambarı'ndaki hikâyelerinde doğunun o apaçık saf, duru halinden fazlaca etkilendiğini görüyoruz. Öyküleri okurken kendinizi, hiç zorlanmadan kırsalın içinde yaşayan ve toprağıyla bağlantılı, derin bir iç dünyaya sahip karakterlerin arasında buluveriyorsunuz. Yazar, kahramanları üzerinden insanın göründüğünden daha fazlası olduğunu çok yalın bir dil kullanarak olağan şekilde gösteriyor. Bu yalınlık, okur olarak metinden beklediğim bir unsurdur. Bu bağlamda, yazar en girift mevzuları, samimiyetle yaklaşarak kendine has bir üslupla anlatabilmiş. Doğunun insanını incelenmesi gereken bir tür gibi değil de tam içinden, kendi doğasından temas ederek metnine dahil etmiş. Öykülerin en çok bu tarafını sevdim belki de. (Feyza Hidayet Sarı)
Şey veya Şeyler'in yazarı iyi bir edebiyat okuru olduğunu hem dili kullanma becerisi hem de atıf yaptığı metinler yoluyla belli ediyor. Ortaya çıkan metinler hafif, okunması kolay ve keyifli. İlk kitap için bu kadarını yeterli bulmak mümkün mü bilmiyorum fakat Boran'ın öyküsünün daha ileriye gidebilme potansiyeli var. "Şengül" adlı öyküsünde bunu işaret ediyor bize. Bir sonraki adımını da merak ediyoruz o yüzden. Kurgu üzerinde daha fazla duracak mı, "Şey ve Şeyler"i bir kenara bırakıp merak uyandıran, çatışması daha güçlü hikâyelerin peşinden koşacak mı, sonra da o hikâyelere en uygun formları keşfedebilecek mi? Bunları yaptığında biz okurlar yerimizden heyecanla doğrulup kadim bir refleksle "Sonra N'olmuş?" diye soracağız ve Boran'ın yazarlığındaki parlaklıktan daha kolay söz açabileceğiz. (Mustafa Aplay)
- Görünür Bir Yerde Eda İşler ikinci öykü kitabı. Öykülerdeki kahramanların dikkat çekici tarafı, hepsinin bir şekilde görünmez, daha doğrusu görmezden gelinen kişiliklere sahip olması. Yazarın üslubu, kalemi oldukça başarılı. Ne anlattığından emin, okuyucuyu öykünün içine çekiyor. Bu durum karakterlerle empati kurmanın kaçınılmaz olmasını sağlıyor. Bazen karakterlerin duyumsadığı kokuları burnunuzun ucunda hissettirecek kadar betimlemeleri güçlü ancak okuyucuyu sıkacak türden de değil. Yazar öyküleri kurgularken sınır tanımaz bir üslup kullanmış. Okuyucuyu, karakterlerin her anına ortak ediyor. Mahremiyet hassasiyeti olan okuyucuları bu bağlamda ayrıca bilgilendirmek gerektiğini düşünüyorum. Karakterlerin yatak odasında, üçüncü bir kişi olarak kendinizi bulabilirsiniz. Ne var ki ben okuyucu olarak eğiten öykülerden hoşlanıyorum. Kastım, didaktik, alımlayıcıyı bin bir türlü zor bulunur bilgi ile dumura uğratmaya çalışan bir anlatım değil elbette. Ancak hamleleriyle, anlatım diliyle gelişimime katkı sağlayacak anlatıları kendime daha yakın buluyorum. Bu açıdan kitabı kurgu açısından beğenerek okuduğumu söyleyemesem de anlatım gücü ve betimlemeleriyle başarılı olduğunu dile getirmeliyim. (Feyza Hidayet Sarı)
Öyküde yenilik birçok şekilde yapılabilir. Tabii yazarın, yeniliğin getirdiği riskleri göze alması gerekir. Yenilik öykünün matematiğine sadık kalarak yapıldığı takdirde deneysellik göze batmaz, okuru metne çeker ve şaşırtır. Kimsenin Atlamadığı Balkonlar deneyselliğin sık uygulandığı öykülerden oluşan bir kitap. Modern zaman eleştirisi çoğu öykünün temelini oluşturuyor yahut bir yerde kıyısından köşesinden geçiyor diyebiliriz. "Bir Eylül Cemresinin Hazin Sonu" isimli öyküde, çok katlı bir binanın birbirinin aynı olan dairelerinden birinde yaşayan karakter kendisine "kaçak" bir balkon inşa ediyor. Karakoç'un "içimde ve evlerde balkon/bir tabut kadar yer tutar" dediği kadar küçük, fakat kendisine ait, nefes alacak bir mesken. Plazalı bir beyaz yakalının evde bırakmak zorunda kaldığı bebeğini, boşandığı karısına yüzünü kara çıkarmamak için çabalayan ve hem çocuklarıyla hem de ev işleriyle ilgilenmeye çalışan bir babayı, radyo programına katılan mağlupları okuyoruz. Anlatım tarzı, öykülerin temelindeki meseleler, kurduğu dil ve üslupla Erhan Genç'in Kimsenin Atlamadığı Balkonlar'ı öykü dünyasına kıymetli bir katkı olmuş diyebiliriz. (Yelda Sözdemir)
- Yıllardır uyuyakalmış kiremitler darbelere direndiler, birbirlerine daha bir sıkı kenetlendiler. Mutluluklar hüzün, yaşanmışlar yaşanmamış, günler hafta, aylar yıl olup birbirlerini bırakmamacasına. Çok geçmedi, indirdiler terası aşağıya. Cumbalı katın tavanı yoktu artık. Dört duvar bütün çıplaklığıyla ortadaydı. Sadece insanlar mı utanır utanılmaması gereken çıplaklıklarından, evler utanmaz mı acaba? Eşyaların da bizde hatırı yok mu? Jaklin Çelik, Kum Saatinde Kumkapı'da, bizleri İstanbul'un tarihî semti Kumkapı'nın insanlarına, evlerine, sokaklarına, geçmişine dair duygu dolu ve capcanlı bir yolculuğa çıkarıyor. Yaşama uğraşının, kentin dokusunun, farklı kimliklerin ve kesişen hayatların anlatıldığı bu öyküler Çelik'in edebiyat serüveninin ilk ürünleri, ilk heyecanları... (Tanıtım Bülteninden)
İstanbul'un En Esrarengiz Hikâyeleri bir öykü derlemesi. Kitabı oluşturan tüm metinler anonim. Eser, sözlü meddah geleneğinden Tanzimat Dönemi edebiyatına geçişteki eksik parçayı tamamlıyor. Uzun bir akademik araştırma sonucunda dönemi en iyi yansıtan eserler belirlenmiş ve altı hikâye kitaba dâhil edilmiş. Öykülerin tamamı Osmanlıca asıllarından günümüz Türkçesine aktarılırken sadeleştirilmiş. Eseri okurken anlatıların tarih içerisindeki değişimleri ve günümüz öyküsü ile bağlantılarını görüyoruz. Bunun yanında Osmanlı toplumu ve yaşamı hakkında tarih kitaplarında karşılaşamayacağımız bilgiler ediniyoruz. Beklenenin aksine masalsı ve gerçeküstü bir anlatı yok. Öykülerin tamamı polisiye türünde. Dilden dile aktarılan bu öyküler 19 ve 20. yüzyılda yazıya geçirilse de aslında 16 ve 17. asır İstanbul'unu anlatıyor. Sözlü anlatının doğası gereği, merak ve heyecan unsuru tüm öykülerde ön planda tutuluyor. (Murat Öztürk)
- Edebiyat dergilerinde yayımlanan öyküleri ve kitap incelemeleri ile okurun ismine aşina olduğu Mehtap Gül'ün ilk kitabı olan Muteber Günler, üç ana başlıktan oluşuyor. Kitabın ilk bölümü olan "Dallar"da, insanı ve insana dair tüm gerçekliği işlemeye çalıştığı öyküler var. Kimi zaman bir aldatma, kimi zaman ise aile baskısından kaçmak için mutsuz evlilik yapan kahramanların hikâyesi ile baş başa bırakıyor okuru. Çevremizden aşina olduğumuz olaylar ve karakterleri yani bir yerlerden tanıdık gelenlerin hikâyelerini anlatıyor. Kitabın ikinci bölümü olan "Kökler"de ise işler birden değişiyor. Büyülü gerçekçiliğin hâkim olduğu öykülerde yer yer anlatıcının değiştiğini, geleneklerimizden beslenen öykülerde yöresel şivelerin örneklerini sıkça görüyoruz. Farklı inanışlar, hurafeler ve köklerimizden gelen alışkanlıklarımız arasında sıkışıp kalmış insanların hikâyeleri ustaca işlenmiş. Son bölüm "Gölgeler" ise gerçeküstü anlatım eşliğinde zihinsel açıdan yorucu bir okuma serüveni sunuyor. İnsanın zihninde hep var olmuş soruların cevaplarını bulmaya çalışan yazar, yaşamın içindeki yerini sorgulayan karakterleri ile dikkat çekiyor. (Uygar Atasoy)
Hilal Karaman Hiç Böyle Yapmazdı'da öykülerini genelde insan ilişkileri, özelde her biri ayrı şekillenen evlilikler, birbirinin külüne muhtaç olup olmadığı hâlâ muamma komşular, akrabalar üzerine kuruyor. Özellikle evlilik, olumlu yahut olumsuz olsa dahi tekrar eden olgulardan biri. Karmaşık kurgulara girmeden, sahici bir bakışla kısa kısa anlattığı öykülerinde, diyaloglarına da yer verdiği karakterlerinin sosyal ve psikolojik kimliklerine ara ara ışık tutuyor. Kitaba adını veren öykü; "Düşündüm; hayatımda hiç böyle yapmazdı diyebileceğim kim var!" cümlesiyle sonlanırken, yapacağı hareketlerden kesin bir biçimde emin olabileceğimiz kimselere dikkat çeken yazar, okuru minik bir güven muhasebesinin içerisine bırakıyor. Ve bir kez daha tüm dünyada hızla yayılıp etkisini gösteren çağın salgınının zorunlu kıldığı kurallara kısaca değindiği "Firüs" öyküsüyle salgın döneminin o telaşlı başlangıcında, yaşlı bireylere karşı sergilenen olumsuz tutum ve davranışlarla da yüzleştiriyor. Tanıdık hayatların iyi bildiğimiz, bazen de tahmin yürüterek de olsa sırrına erebileceğimiz dünyalarını aktarırken okurunu yormadan, vermek istediğinin anlaşılmasını sağlayan ifade biçimiyle öykünün insanı daha iyiye dönüştürebilecek gücünü kullanıyor. (Fazilet R. Özcan)
- Öyküleri bir ruh yolculuğundaymış hissi veren Subaşı, ilk kitabını epigraf ve atıflarla zenginleştirmiş. Yer yer bu epigrafların, öyküleri geride bıraktığı düşüncesi oluşsa da anlatımla bağdaştığını görüyoruz. Epigraf olarak verilen bir cümlenin anlatı içinde bir yerde yankısını okumak mümkün. Yazarın karakterlerinin kendine has sesi fark ediliyor. Özellikle "Ağlatan Pasta" öyküsünde kullanılan kimlik geçişleri oldukça hoş. Maalouf'un da temas ettiği üzere, idiyet duyduğumuz birçok karakter olabilir. Mühim olan bunların birbirine benzer olması değil en nihayetinde senkron ilerlemesidir. Harekete geçmek isteyen, bazen geçen bazen de sabit kalan karakterlerin her olay neticesinde nasıl bir son ile karşılaştığına tanıklık ediyoruz. Her tanıklıkta içimizdeki bir ben daha ölüyor. Taylar Güzel Kaval Çalar'ın üzerinde ciddi mesai harcanmış öyküler içerdiğini söylemek mümkün. (Ayşenur Önler)
Çatlaklar, tekinsiz, tuhaf, alışılmışın dışında karakterleriyle, on farklı apartmanın on farklı hikâyesini anlatan bir kitap. Karakterler, tıpkı çatlaklardan sızan ışık huzmesi gibi, hayatın sıradanlığından sıyrılmaya çalışan, bastırılmış duygularını dışavurarak gösteren "çatlak" tipler. Okur, en ücra köşede her şeye şahit olarak, gizlice izlediği insanların tavırlarını, düşüncelerini, bazen eğlenerek ama çoğu zaman tiksinerek seyrediyor. Zira karakterler kolay kolay göremeyeceğiniz, görseniz de inanamayacağınız düzeyde psişik. Eserin atmosfer açısından oldukça sağlam olmasının yanı sıra, yeraltı edebiyatına da yakın olduğu görülüyor. Kitabın dili, sade, anlaşılır, günlük konuşma düzeyinde. Ancak karakterlerin iç dünyası pornografik bir şekilde gösteriliyor. Hikâyelerin çoğuna cinsellik hâkim. Bunların yanı sıra argo, küfür ve müstehcenlik sadeleşen dilin üzerine bulut gibi çöküyor. Çoğu zaman tedirginlikle okunuyor. Tüm hikâyelerin başat özelliği, şaşırtıcı sonlarla bitmesi. Öyle ki kurgudaki bu tekrarlar ve tekrarların ortaya koyduğu yaratıcılık son ana kadar canlılığını yitirmiyor. (Necla Durmuş)
- Edebiyat dergilerinde yayımlanan öyküleri ile bilinen yazarın ilk öykü kitabı Bazı Kaldıramadığım Yükler, günümüz öyküsünde kendini fark ettirecek anlatılar ile dikkat çekiyor. Günümüz edebiyatının dikkat çeken kalemlerinden Merve Can; birikmişliklerini ortalığa saçan ve bu yüklerin altında kalmış karakterlerin hikâyelerini işlemiş. Yazarın kendine has anlatımı ile inşa ettiği karakterler ve öykü evreni, bizlerin de yabancısı olmadığı dünyanın izlerini taşıyor. Geçmişleri ile yüzleşen, yaşadıkları zamanın şartlarında zorluklar çeken ve mücadele eden karakterlerin iç dünyaları gerçekçi bir şekilde yansıtılmış. Ortak dertlere, acılara sahip karakterlerin yaşamlarını işleyen kitaptaki bazı öykülerin sonları okuru derinden etkileyecek ve okurun zihninde etkisini sürdürerek devam edecek şekilde kurgulanmış. Okuru metne dâhil edebilmeyi başarmış yazar. Diyaloglardan ziyade iç dökmelerin, zihinsel hesaplaşmaların ağırlıkta olduğu metinler okuru yormayan bir anlatım dili sayesinde daha anlaşılır ve etkili olmuş. Dert sahibi karakterlerin hayatlarının tam ortasına sürükleyen metinlerde, hayatın zorlukları karşısında debelenen karakterlerle karşılaşmak ve insana dair duyguları okumak, etkisini uzun süre hissettirecek bir okuma serüveni sağlıyor. (Uygar Atasoy)
"Ters Lale" öyküsü birkaç kez farklı başlıklarla yeniden işleniyor Yalsızuçanlar'ın kitabında. Her biri farklı heyecanlarla okuyucuyu kendisine çekiyor. "Evet evet şimdi Lale'nin kökenini anlatıyor, ya şimdi bu dizeler? Heh işte Lale Müldür dizeleri bunlar! Peki ya şimdi konuşan karakter kim? Lale?" Bu iç konuşmalarla her satırını heyecanla okumaya koyulduğunuz öyküler, bir yandan sizi köken arayışı içinde düşündürürken bir yandan da kendi hikâyesini kuracak yeni okumalara çağırıyor. Selimiye Camii'nde ufacık ters bir lale aniden yeni bir hatırlatıcıya dönüşüyor: Önce ters lale sonra Selimiye... Aslında yazarın birçok öyküsü Ters Lale'dekiler gibi anlamın yeniden inşa edildiği farklı tarihsel kazıları taşıyor. Bu kazılar kimi zaman gündelik hayatın ritminde hepimizin kulağına çalınan cümleleri yeniden duyururken kimi zaman unuttuğumuz kelimeleri hatırlatıyor. Aynı zamanda güncel olanla kurulan bağ ise yazarın bazı öykülerinde ayrı bir dikkat çekiyor. Hepimizin dikkatinde olan ülke gündemi, okuyucuyu, hiç sıkmayan ironik bir anlatımla karşılıyor. Kitap tasarımı yazarın öykülerinde işaret ettiği tüm yolların izlerinden bir parça taşıyor. O zaman bu parçalardan ufak bir şey bırakalım... "Kimdi onlar? İsa'nın dostları mıydı? Hangi azizlerin niyazları buranın granit duvarlarına çarpıp yankılandı?" (Betül Yavuz)
- Geceyle sabah arasında sıkışıp kalan kadınlar, şanslarını güneşin doğmasından yana kullanıyorlar Dört Mevsim Gazozu'nda. İçinde daima bir karanlığı barındıran karakterler, keder ve yalnızlıktan hiçbir zaman kurtulamıyorlar, daima isli bir camdan bakıyorlar etrafa. İç dünyasına yönelmekten kaçınan insan hallerinin zuhur ettiğini görüyoruz öykülerde. Kendinden kaçıp kendine yakalanan; teselliyi başka kollarda arayıp yine usulca kendine dönüyor insan. Oluşan yaralar hiçbir zaman iyileşmiyor, kabuk bağlamıyor; sürekli acı içerisinde kıvranan ama bunu belli etmeyen kadın tiplerine yazarın hikâyelerinde oldukça çok yer verdiğini görüyorum. Segâh Gümüş'ün cinsiyet eşitsizliğini ana tema olarak neredeyse tüm öykülerine yedirdiğini belirtmekle birlikte bunu yansız bir şekilde işlediğini söyleyebilirim. (Nilüfer Bülbül)
Sahra Tahiroğlu ilk öykü kitabı Kocaman Kocaman Ben'de harabe evlerde, küçük odalarda, mutfak pencerelerinde, bazen de bir hücrede yaşayan ama hiçbir şekilde dünyaya sığamayan, hüzünlü, arzu ve korkularının baskısıyla ruhu bedeninden taşan, hırpalanan, devamlı yalpalayan karakterlerin hayatlarına yer veriyor. Duru bir dille ele aldığı öyküleri sırayla bitip yeniden başlayan bir mutsuzluk anlatısı gibi; töre cinayeti kurbanı olan, aldatılan kadınlar, evliyken başkasıyla gidenler, evlenip aklı bir diğerinde kalanlar, sorunlar ve sorunlular. Tüm bunlardan ayrı bir çizgide seyrettiğini düşündüğüm; "Sen Anadolu'sun" ile Anadolu'nun kuruluşuna, "Dünya Hâli" ile Havva ve Adem'le var olan dünyanın doğumuna, "İbrahim'in Adağı" ile de adak mevzuuna değiniyor ve kadim hikâyelerin farklı okumalarını sunuyor. Kitap bittiğinde ufak bir yorgunlukla baş başa kalıyorsunuz. Şöyle söyleyeyim; mutsuz sonla biten hikâyeleri genelde olumsuz olarak değerlendiriyor ve hikâyeden memnun kalmıyor olabilirsiniz fakat hüzünlenmeye açık ve istekliyseniz mutsuz sonlar, yarım kalmışlıklar da unutulmaz hisler bırakabiliyor üzerinizde. Rahatsızlık verici, gerçeği çağırıcı olumlu bir ilk kitap denemesi. (Fazilet R. Özcan)
- Kırık bir aynada kendini seyredip avunanları anlatan bir eser Kara Kaplı. Beğenilme isteği, bir şeylere ve birilerine yetebilme duygusu ile bir insanın içinden dışına süzülemeyen hırçınlıkların kitap için mihenk taşı olduğunu söyleyebiliriz. Kapanmamış hesapların peşine düşmüş karakterler daima gerçekleşmeyecek amaçlar ardında oradan oraya koşuyor, günden güne eksiliyorlar. İstediği şeylere ulaşamayan birinin agresifliğini, diğer insanlara yansıtması çok bariz şekilde anlatılıyor kitapta. Semra Bülgin'in kuvvetli bir gözlem gücüne sahip olduğuna ve öykülerdeki tasvirlerin çok ince detaylarla verildiğini söyleyebiliriz genel olarak. Yalpalaya yalpalaya hayatın bir yerinden tutunmaya çalışan karakterler, gerçek dünyada kıyıda köşede kalmış, görülmeyen insanların acı tatlı hikâyelerinden izler taşıyor. Kitapta yer yer argo ifadelere yer verilmiş olsa da bunun yazarın vermek istediği toplumsal mesajlardan ve toplumun alt tabakası denilen kesimin dertlerini anlatma gayretinden kaynaklandığını düşünüyorum. (Nilüfer Bülbül)
Kadriye Şerbetçi Sesimi Duymadan Geçen kitabına "Bir gün seninle evleneceğim." cümlesiyle başlıyor. Öyküleri okumayı bitirdiğimizde dönüp dolaşıp bu ilk cümleye geliyoruz. Çünkü kitabın geneline hâkim olan aşk duygusu hemen her öyküde karşımıza çıkıyor. Kavuşamamış sevgililer, hiç dile gelmemiş ya da yarım kalan aşklar, cevapsız mektuplar... Öykülerin sürekli aynı tema etrafında dönmesi ya da bütün kitabın bir kişinin ağzından çok durağan anlatılıyor gibi görünmesi okuru bunaltabilir. Fakat yine de elimizden bırakmak istemeyeceğimiz, bir solukta okunan öykülerle karşı karşıyayız. Bunu hikâyelerin sakin ve olağan bir duyarlılıkla, karmaşasız verilmiş olmasına bağlıyorum. Yazar ne söylemek istediğini biliyor ve öykülerini geleneksel bir anlatı çerçevesinde kuruyor. Halamızın dizine yatıp gençlik maceralarını dinliyor gibi hissediyoruz. Göç, yoksulluk, hastalık gibi can yakıcı sorunların bile mütevekkil bir edayla yazıldığını görüyoruz. Ancak zaman zaman nasihate evirilen sonlar, öyküye dair heyecanımızı bir anda yitirmeye sebep oluyor. Ayrıca sırf sürpriz sonla bitsin diye tek cümleyle kesilen öyküler mevcut. Oysa öyküde sona dair küçük bir ipucu verilse ve bu da okuru sarsmayı engellemeyecek bir ipucu olsa kurgular daha sağlam hale gelebilirdi. (Mürüvvet Özpehlivan)