Uçurumda Yaşayanlar
Yalnızlık, alabildiğine uzanan göz kamaştırıcı manzarası ve ferahlığıyla bir uçuruma benzer. Çekici, kışkırtıcı ve merak uyandırıcıdır. Gelgelelim uçurum, en nihayetinde bir uçurumdur ve yuvarlanmak da imkân dâhilindedir.
Hece Öykü, Dergâh, Tahrir, İstanbul Bir Nokta ve Ayasofya dergilerinde yayımlanan öyküleriyle ismine son zamanlarda sıkça rastladığımız Eda İşler de kimi sebeplerle yalnızlık denen bu uçuruma itilen ve itildikleri yalnızlığın cazibesine kapılıp onu benimseyen insanların hikâyelerini anlatan bir öykücü. "Bir Hikâye" adlı öyküsündeki "Yalnızlık insana evham verir" cümlesi ise yazarın, yalnızlığın sadece cazip yanlarını değil tehlikelerini de anlattığının kanıtı sayılabilir. Zaten böyledir. Cazip olan çoğu zaman tehlikelidir.
Düşünmenin yoruculuğu, Eda İşler'in öykülerinde dikkati çeken bir diğer unsur. Bu yorgunluğun temelinde ise yine yalnızlık yer almakta. Aslında daha çok içine bakmaktan dışarıya bakmayı bilmiyordu. (Fısıltılar) ifadesiyle yalnız kişinin düşünmekten yaşamaya fırsat bulamayışı apaçık gözler önüne seriliyor. Zira yalnız kişinin düşünmeye ayıracak zamanı oldukça çoktur ve çokça düşünmek, bir ipi düzgün bir parça haline getirmekten ziyade onu daha da uzatır. Uzayan ipin yumak hâline gelmesi de pek kolaydır. Peki bu düşünce karmaşasının sebep olduğu yorgunluk ve bunalımın üstesinden gelinebilir mi? Bu durumun bir ilacı var mıdır? Bu soruların yanıtını "Tahta" isimli öyküsüyle veriyor Eda İşler. Öyküdeki anlatıcı Her şeyi bitiren ve her şeyi geçiren bu delilik, öylesine güzel ki... sözleriyle bütün bu bunalımın yegane tedavisinin delilik olduğunu ifade ediyor. Fakat bu kavramın ele alınışı özgün olmaktan epey uzak. Özellikle son yüzyılda neredeyse bütün sanat dallarında deliliğe övgünün had safhada olduğu su götürmez bir gerçek.
"Çocuklar" adlı öyküde anlatıcı, çiçekler için toprağı kazan kapıcıya şu şekilde sesleniyor: İnsanların hayal kırıklıkları gibi derin, daha derin olsun, İzzet abi! Benim tanıdığım ya da bildiğim hiç kimse bir kapıcıya böyle seslenmez. Belki bu şekilde düşünenler vardır(?) fakat böyle seslenmek... Ayrıca "Tahta" öyküsündeki on haneli bir köyde yaşayan deli bir bireyin bilinç akışının kentlilere özgü bir dille yazıldığına ve bu deli anlatıcının abartılı miktarda aforizma ürettiğine şahit olmaktayız. Ne yazık ki bu gibi durumlar öykücüler arasında bir hayli yaygın. Bunun temelinde ise yazarın içinde bulunduğu atmosferin kurduğu öykü atmosferine karışması yatmakta diye düşünüyorum. Elbette yazar, hayal gücü ölçüsünde öyküsünü istediği gibi kurabilir. Yer çekimini ortadan kaldırabilir, cinlerle perileri savaştırabilir, kanseri tedavi edebilir vs. Fakat tüm bunları yaparken kurduğu öykünün kurallarına sadık kalmak zorundadır. Eğer ki yazar, şu içinde yaşadığımız dünyadan gerçekçi bir kesit, bir olay anlatıyorsa yine şu içinde yaşadığımız dünyanın gerçeklerine uymak durumundadır. Aksi takdirde ne kadar görkemli olursa olsun kurulan öykünün çökmesi kaçınılmazdır.
Her ne kadar kurulan öykü evreninin kurallarına bağlı kalmadığı öyküleri olsa da Eda İşler, gündelik yaşantıda çoğu zaman görmezden gelinen detayları büyük bir ustalıkla öyküsüne yedirmeyi başaran bir öykücü. İyi bir gözlemci olduğu anlaşılan yazar, karakterlerini gündelik hayattan seçiyor ve yine gündelik hayattan bir kesiti anlatıyor öykülerinde. Bu kesitler de genellikle karakterin rutin hayatının değiştiği, kırıldığı ya da infilak ettiği anlardan oluşuyor.
Ritim, müziğin olduğu gibi öykünün de temel taşlarından biridir. Okuyucunun öyküye dâhil olmasını, onu benimseyip özüne ulaşmasını sağlar. Hızlanabilir, sabit bir seviyede ilerleyebilir yahut yavaşlayabilir. Kurgunun içeriğine uygun olarak seçilmesi elzemdir. Görünen o ki Eda İşler de bu durumun farkında. Zira ritmi doğru kullanarak kısa sayılmayacak öykülerini bile tek solukta okutabiliyor.
Yazarın kendi sesini arayışıysa hâlâ sürmekte. Bir öykünün yazılış serüveni, öykü karakterlerinin yazarla girdiği diyaloglar yahut biçimsel oyunlar gibi bir vakitler avangard olan fakat artık büyük bir kısmı rafa kaldırılmış teknikleri cesurca denemesi takdire şayan.
Son olarak Eda İşler öyküsünü okuyacaklar için bir uyarıda bulunmakta fayda var. Öyküleri kendinizi yalnız hissettiğiniz bir zamanda art arda okumak pek iç açıcı olmayabilir. Gelgelelim öykü, ferahlatmak için değil huzursuz etmek için yazılır çoğunlukla.