Tersi ve yüzü

ÖMER ERDEM
Abone Ol

Çantamı açtım. Özenle sardığım paketi açtım. Ne olur ne olmaz. Her açışta az da olsa yıpranıyor kitaplar. Göz bile yıpratıyor. Gönülden, seve okşaya, koruya saklaya bakmalı, okumalı onları. Sırayla diyorum, sırayla. Bak, işte. İlk güzel bu. Eline alıyor. Ben eski yazı bilmem, ne yazıyor, gol mü, gül mü? Yok yok. Önce söyle, kapağı nasıl buldun? Beğendin mi?

Şair bir arkadaşa rastladım yolda. Sıkılmış. Endişeli. Yeni kitabı çıkacak ve memnun değil hazırlanan kapaklardan. Grafikerler burnundan kıl aldırmıyorlarmış. O da kaprisli sayılmaz ama titiz. İstiyor ki içine doğan olsun. Şöyle isteğini bile aşan bir iş olsun. Hepimiz sevelim. Okur da sevsin. Gel diyorum ona, gel. Bak yanımda neler var? Gülümsüyor. Oturuyoruz ilk bulduğumuz yere. Yine ne göstereceksin havasında. Kahvesini söylüyorum. Gözlerine bakıyorum. Olacak, olacak, tam istediğin olmasa bile, kaderin istediği mutlaka olacak. Ama diyor, biliyorum, biliyorum, Nihat Armağan, Dünyaya Sarkıtılan İpler çıktığında bir bana bir kapağa baktı, “alıştıkça daha severiz biz” dedi. Sonra baktım, ilkin yadırgadığımızı sonra biraz biraz seviyoruz, o bize benziyor, biz ona dönüyoruz! Bir de bu var.

Çantamı açtım. Özenle sardığım paketi açtım. Ne olur ne olmaz. Her açışta az da olsa yıpranıyor kitaplar. Göz bile yıpratıyor. Gönülden, seve okşaya, koruya saklaya bakmalı, okumalı onları. Sırayla diyorum, sırayla. Bak, işte. İlk güzel bu. Eline alıyor. Ben eski yazı bilmem, ne yazıyor, gol mü, gül mü? Yok yok. Önce söyle, kapağı nasıl buldun? Beğendin mi? Sorumdaki hinliği fark ediyor ancak oralı değil. Heyecanla uzanıyor. Evirip çeviriyor. Dikkat et! İlk baskı. 1921. Göl Saatleri. Ahmet Haşim. Dergah Mecmuası yayını. Hayreti ve sevgisi artıyor. Şimdi şu, mini boy, yıpranmış, neredeyse kapaksız kitabı kim söküp alabilir zamandan? Şu boynunu kıvırmış kuğuya ne dersin? Ahmet Haşim olmasa bu kitap olmasa modern şiirin havası nasıl gelişirdi?

İlk baskı. 1921. Göl Saatleri. Ahmet Haşim. Dergah Mecmuası yayını.

Keyifle geri çekiliyorum. Onu bırak şuna bak, şuna diyorum. Niyeti hepsini eline almak, evirip çevirmek. Sırayla, sırayla. Kahven geldi. Kapağına da gider bakarız birlikte. Yavaşça, incitmeden önüne seriyorum. Oku, bu kimin? Örümcek Ağı. Necip Fazıl. 1925. Yayıncısı Halk Kütüphanesi. Ne diyorsun, ne diyorsun? Örümcek Ağı. Efsane kitap bu ha! Nasıl buldun kapağı diyorum göz kırparak, seninkisi de böyle olsun mu? Kahvesini iştahla yudumluyor. “Örümcek Ağı, Koşmalar, Küçük Şiirler” var kitapta. “Duvara bir titiz örümcek gibi / İnce dertlerimle işledim bir ağ”… Devamı, devamı sonra. Allah! Ne oldu? “Bu dem ta gönlümden vurgunum Allah / Akmayan su gibi durgunum Allah / Dağlardan ağır yük olan bu canı/ Taşıyıp çekmeden yorgunum Allah” Kağıdı da güzelmiş kitabın. Göl Saatleri hayli gevşekmiş, değil mi?

Nasıl, biraz rahatladın mı? Bak bunu da beğeneceksin. Gri zemin üzerine bordo renkle basılmış Erenlerin Bağı’nı açıp okuyorum. “Yıllar yarlardan! Yarlar yıllardan vefasız. Kara baht bir kasırga gibi, bu ne baş döndürücü iş...” Senin kapak işine mi gönderme yapıyor ne? Bu bu, çok değerli ancak maalesef 3. Baskı. 1928’de İkbal basmış. Fiyatı da 25 kuruş. Gördüğün gibi, hepsinin kitabı son derece mütevazı. Hatta kapaksız. Ne var ki o devir ayrı bu devir ayrı, kapak bakımından. Şiir açısından öyle değil. Kitap kitaptır, şiir de şiir.

Gözü sonda, farkındayım. Ters çevirdim bilerek kitabı. Arkası boş sayılır. Bu yeni harflerle. Kapağı nasıl bulacaksın bakalım. Haydi haydi bakayım diyor ısrarla. Ya, bu ne böyle. Bu baskıyı duymuştum. Asla, asla inanmam. Broşür gibi. Sayfayı aç, sayfayı diyorum. Sen benimle eğleniyorsun, diyor. Yok, yok her şey denk geldi. Seni göreceğimi bile bilmiyordum. “İmzalı, üstelik imzalı...” Diğerlerinde imza yok. Olsaydı, olsaydı diyorum...

Haydi gidip kapağa bakalım. Belki bitmiştir. Otur otur. Çıkıp sonra biraz dolaşalım. Nefes alıp şiirden konuşalım. Kapakları, kitapları bir bir düşünelim. Neredeyiz, nereye dek gidebiliriz, soralım. Bulalım.