Suile Fatoş

GÜLŞEN FUNDA ÇELİK
Abone Ol

Fatoş dostuna hiçbir zaman “lamba cini” gözüyle bakmazmış. Çünkü o, Fatoş’a halini hatırını sorar, ona uzun kış geceleri yarenlik eder, lambasında biriktirdiği hikayeleri kılıktan kılığa girerek anlatırmış. Esasında derma yazdıktan sonra çöken bulutları dağıtır, onu hayata tekrar bağlarmış.

Fatoş’un evi çamurla sıvalı, duvarları kerpiçtenmiş. Yürüdükçe yer sallanır, evin altındaki eski tandıra toprak dökülürmüş. Yaz kış demeden, kapının önündeki direkte bir baykuş dururmuş. Fatoş’u arayanlar bu baykuşu görünce doğru yere geldiklerini anlarmış.

Fatoşun her Çarşamba sağ eli kaşınırmış. Demek ki, dermiş Fatoş, bugün elime bir yerden para geçecek. Öyle de olurmuş. Sabah erkenden kalkar, kabak güllerini toplar, içini düğürle doldururmuş. Ocağa çay suyu koyarmış. Daha demini atmadan kapıya bir araba yanaşırmış. Adamlar her zaman arabada kalır; kadınlar soluk pembe kapının sürgüsünü usulca çeker, dar avluyu geçer, evin kapısını çalarmış. Fatoş kadınları sorgusuz sualsiz içeri alırmış. Hikayelerini dinlerken lacivert kalemini suya batırır, hasta olduğu söylenen deriye em-emramü-emran-fe-inna-mübrimün yazar, yazıyı daire içine alırmış. Sonra dermiş, üç gün yıkama, dursun, Allah şifa versin, geçmiş olsun. Ardından kadınlar şifa bulmuş kadar rahatlarmış. “Yazıldıktan” sonra etrafa dikkatlice bakarlarmış.

Duvarda geyikli halı, ata yadigârı tüfek, ilaç dolabı, içinde çeşit çeşit şuruplar, yün iğnelik, pili bitmiş saat, geçen ramazandan kalma Ramazaniye, üzerinde günlerden Çarşamba bir takvim, üzerlikten yapılmış süsler varmış. Yine bunlar da onlara doğru yerde olduklarını söylermiş. Camın önünde, bakır tabakların içinde çam kozalağı yanarmış. İçeriye acı ve sıcak bir koku dolarmış. Gelenler, tabakların dibine birkaç kuruş bırakırmış. Zaten önemli olan vermekmiş, yoksa ağırlık “yazana” da geçermiş. Fatoş kadınları geçirirken diyecek bir şey bulamazmış, saçın ağırlık yaptığını ve nazarı beslediğini söylermiş. Kadınların gözleri kocaman olurmuş. Kocaman inanırlarmış, kocaman hayret ederlermiş.

Fatoş her çarşamba insan görmekten mi, derma yazmaktan mı yorulurmuş. Yazmasıyla başını düğümler, ayaklarını mindere uzatır, bacaklarını ovar, tahta tavana uzun uzun bakarmış. Suya dua okur, suyu içermiş. Suya dua okur, suyu içermiş. Ağrısı dayanılmayacak olunca, annesinden yadigâr lambayı dolaptan çıkarır, sakince ovalar, dostunu çağırırmış. Fatoş dostuna hiçbir zaman “lamba cini” gözüyle bakmazmış. Çünkü o, Fatoş’a halini hatırını sorar, ona uzun kış geceleri yarenlik eder, lambasında biriktirdiği hikayeleri kılıktan kılığa girerek anlatırmış. Esasında derma yazdıktan sonra çöken bulutları dağıtır, onu hayata tekrar bağlarmış.

Ama bu çarşamba Fatoş, dostunu çağırdığında dostunun yalnızca sesi gelmiş. Haliyle endişelenmiş. Dostu, Fatoş demiş, bana muska yazdılar. Elimi, kolumu, başımı, ayağımı bağladılar. Sen bu gece uyu. Bir rüya göreceksin. O rüyayı Gök Tepe’de yaşayan bir kadın var, ona anlat. Sana bir şeyler söyleyecek, ona güven, dediklerini yap. Sonra gel, beni tekrar çağır. Fatoş dostunun söylediklerine inanamamış. Üzüntüyle uyumuş. Bir rüya görmüş. Daha büyük bir üzüntüyle uyanmış. Gök Tepe’ye ulaşmak için yola çıkmış. Unutmamak için de rüyasını dağlara, taşlara anlatmış, durmuş. Aradığı tepeyi eliyle koymuş gibi bulmuş, tepedeki tek eve koşmuş, kapıyı çalmış. Yaşlı bir kadın kapıyı açmış. Gözleri soğukmuş, sanki tüm kış uzaklara bakmış. Elleri soğukmuş, sanki tüm kış ölü yıkamış. Saçları soğukmuş sanki tüm kış güneşsiz kalmış. Kadın demiş, içeriye gel Fatoş.

Fatoş korkmuş, ama güvenmekten başka çaresi yokmuş. Kadın fındık ağacından yapılmış değneğine yaslanarak içeri yürümüş, Fatoş takip etmiş. Kadın durmuş. Fatoş durmuş. Kadın oturmuş. Fatoş oturmuş. Kadın anlat rüyanı, demiş; bağdaş kurmuş. Fatoş rüyamda, diyerek söze başlamış, kendimle kavga ediyordum. Bağırıyordum, sen onun yuvasını niye yıktın diyordum. İçimden öfke akıyordu. Sonra kendime cevap veriyordum, ben bir kuşun bile yuvasını yıkmam Fatoş, bilmiyor musun diyordum. Hem kendime kızıyor, hem de kendimi masum olduğuma inandırmaya çalışıyordum.

Yaşlı kadın derin bir nefes almış, ardından sormuş. Alevler, alevler, alevler çoğaldı mı? Fatoş’un gözleri büyümüş, evet demiş. İnekler, inekler, inekler bağırdı mı? Fatoş evet demiş. Mezarlar, mezarlar, mezarlar kazıldı mı? Fatoş evet demiş. Sular, sular, sular çağladı mı? Fatoş başını indirmiş; hayır, sular çağlamadı demiş. Pekâlâ demiş kadın. Sana dört ayrı tepeden gelen bir su tarif edeceğim. Bu, dört çeşmeden taksim olan, her temmuz akmaya başlayan, her eylül kuruyan bir su. Bu dört çeşmenin birinde elini, birinde kolunu, birinde başını, birinde ayağını yıka.

Sonra Fatoş kadının elini eteğini öpmüş, yola çıkmış. Dört çeşmeyi bulmuş, elini, kolunu, başını, ayağını yıkamış. İşi bittiğinde koşarak eve gelmiş. Dolaptan lambayı almış, sakince ovalamış. Demiş, ey lambanın cini, ey evimin güneşi, ey gözümün feri, ey etimin kemiği; neredesin? Dostunun sadece gövdesi görünmüş. Endişe etme Fatoş demiş. Son bir şey kaldı. Bana her kelimesi doğru bir hikaye anlattığında suretimi geri alacağım, Fatoş yutkunmuş. Demir bardağa bir yudum su koymuş, anlatmaya başlamış.

Her gidişin bir dönüşü, her dutun bir kesilişi olurmuş. Sesi, köyün imamından daha güzel bir delikanlı varmış. Adı Ekrem’miş. Ramazanda her gece minareye çıkar, ilahi söylermiş. Öyle güzel, öyle içli söylermiş ki köyün kızları sahur hazırlamayı bırakır, cama koşarmış. Emine de bu kızlardan biriymiş. Emine Ekrem’in önce sesine sonra harmana ineklerini almaya gelirken eğdiği başına, neşeli ıslığına, cebinde duran ellerine, düşürdüğü omuzlarına, buğday sarısı tenine vurulmuş. Emine’ye göre, Ekrem her gün inekleri almak için harmana yürüdükçe; ağaçların köküne su iniyor, renk renk çiçekler açıyor, arılar oğul veriyor, kuşlar şakıyormuş.

Ancak Ekrem bir gün inekleri almaya gelmemiş. Sonraki gün görünmemiş. Diğer gün de. Emine günden güne solarken Ekrem’in niye gelmediğini anlamış. Bu sene ekinler yirmi gün erken biçilmiş. Sap samanla uğraşmaktan olacak, ondan gelemiyor herhalde demiş. Yaşına başına bakmadan kafasında bir kötülük kurmuş. Ne yapıp edip, Ekrem’in harmana doğru yürüdüğü görmeliyim demiş. Gece evden çıkmak için herkesin uyumasını beklemiş, sessizce demir kapıyı kapatmış, Ekrem’in evine doğru koşmuş. Samanlığa doğru yaklaşmış. Elindeki kibriti çakmış, açık duran pencereden içeri atmış. Samanlar hemen alev almış. İnekler bağırmaya başlamış.

Korkmuş, doğruca eve koşmuş. Sabahı zor etmiş. Öğlene doğru babasının arkadaşı Cemal kapıya gelmiş, duydun mu demiş. Emine’nin babası elindeki dirgeni bırakmış, neyi duydum mu, ne oldu ki demiş. Emine perdenin arkasından kulak vermiş. Dün gece demiş Cemal, Ekrem’in samanlığı yandı. Zaten anasız babasız getirdiydi tarlasını bu günlere, tüm emeği boşa gitti. Canı sağ olsun demiş Emine’nin babası. Ekrem nasıl? Cemal başını öne eğmiş, Ekrem de içerdeymiş, namazı bu öğlen kılınacak, birazdan salası okunur demiş. Emine’nin babasının gözleri kocaman olmuş. Perdenin arkasındaki Emine’nin de kalbi kocaman olmuş. Büyüdükçe büyümüş, en sonunda patlamış. Çığlık atmamak için dilini ısırmış, boğazına ılık kanlar yürümüş.

Tüm gücüyle bağa koşmuş, sonra dağlara çıkmış, ayağına kevenler batmış, ağaç köklerine tökezlemiş, düşmüş, tekrar kalkmış, sesi duyulamaz, duyulsa da tanınamaz olunca feryat etmiş. Ağlamış, dövünmüş, bağırmış, kendini yerden yere atmış, ağzı gözü toprak içinde kalmış. Emine uzakta bir kadın görmüş. Kadın ona el etmiş, gel etmiş. Emine’yi bağrına basmış, ne’n var kuzum demiş, dayanamamış haline, onunla ağlamış. Sonra Emine’yi evine götürmüş, yıkamış, paklamış, temiz giysiler giydirmiş. İstersen burada kal, sonra gidersin demiş. Emine olur demiş. Kadın Emine’yi beslemiş, büyütmüş, ilim öğretmiş, irfan belletmiş. Vakti gelince evini ve dolabındaki lambayı ona devretmiş.

Fatoş hikayeyi bitirdiğinde ağlıyormuş. Dostu konuşmuş, dürüstlüğün için teşekkür ederim, şimdi gözünü kapat demiş. Fatoş gözünü kapatmış. Gözünü aç demiş. Fatoş gözünü açmış. Yıllar önce sevdalandığı, yollarını beklediği, gelmediği vakitler sararıp solduğu, yataklara düşüp cefa çektiği, ölümüne sebep olduğu Ekrem’i karşısında canlı kanlı bulmuş. Ekrem sormuş. Sen benim yuvamı niye yıktın? Fatoş cevap vermiş, ben bir kuşun bile yuvasını yıkmam. Alevler, alevler, alevler çoğalmış. İnekler, inekler, inekler bağırmış. Mezarlar, mezarlar, mezarlar kazılmış. Sular, sular, sular çağlamış.