Son Sürüm Arayüzüm 4.0

İBRAHİM ASLANER
Abone Ol

Yüzüm değişmedi ama ben de çok ıslandım ve yerini bir türlü bulamadığım ihtilal suskunu on dörtlüyü her gece şakağıma dayayıp, her gece ve her gündüz biriktirdiğim yağmur sularıyla yıkadım yüzümü. Bendeki yeteneği ne bir yönetmen fark etti ne de annem on dörtlünün yerini söyledi.

+2

Bir dizide görmüştüm, adam kafasına dayamış silahı sırılsıklam ıslanıyordu. Yüzü değiştirilmiş bir adam kafasına silahı dayamış sırılsıklam ıslanıyordu. Dileği ölüm değildi, dileği yaşam da değildi. Hakkını vermek gerek yağmurun ayarı güzel tutturulmuştu. Hani adamın yüzü değiştirilmese, adam bu yağmurda hayatının en güzel şeyini yapabilirdi, parkasını kadına verir ve mermi şiddetindeki iri yağmur tanelerini teninde hissedebilirdi belki. İşte şu bizim yönetmenlerin popüler çıkmazları, Amerika Irak’ı işgal etmişti ve biz her yandan oksijen yerine kükürt dioksit soluyorduk. Dahası dizi bir âşığı değil de mafyayı konu alıyordu, göğsümsümüzün bir yerlerinde söküp atamadığımız işte o yağmurda ıslanma romantikliği buz gibi namluyla, değiştirilmiş yüzün arasına giriveriyordu. Olsun biz yine de ıslanalım.

Yüzüm değişmedi ama ben de çok ıslandım ve yerini bir türlü bulamadığım ihtilal suskunu on dörtlüyü her gece şakağıma dayayıp, her gece ve her gündüz biriktirdiğim yağmur sularıyla yıkadım yüzümü. Bendeki yeteneği ne bir yönetmen fark etti ne de annem on dörtlünün yerini söyledi. Zaman dediğimiz soğukluk da bir türlü bulamadığım on dörtlünün namlusunda her geçen gün genişledi, bu genişlikten kendime bir binek araba aldım, sonra bir ev ve sert tabanlı iskarpinler, kolalı gömlek, İtalyan kesim takım elbise... Bulamadığım silahın yerine kendimi yonttum, kendimden bir dipçik, namlu ve şarjör döktüm sokakların hoyrat kalıbına. Şimdi o silahı bulsam da eminim bana yenik düşecek ve yağmur hiçbir zaman o geceki gibi güzel yağmayacak. Böyledir; en romantiği bir kez yağar, en güzeli köşe başında karşına çıkar, aynı köşeyi ikinci kez dönmen imkânsızdır, köşeni bir kaybettiğin zaman dünyanın yuvarlaklığının coğrafya derslerinde anlatıldığı gibi tamah bir şey olmadığını anlarsın ve bütün bunlar birikerek değil birden olur, birden bire boşaldığını hissedersin uzuvlarının, ayakların atmaz, kolların kalkmaz, başın roman adı gibi sarkar durur. Yani iyi yanın bütün bu birdenbireliklerle senden uzağa düşmüştür artık.

GERİ SAYIM

-24

Onu öldürmeme iki sene vardı ve onu öldürdüğüme iki sene üzülecektim. Yirmi dört yaşındaydım ve bir cinayet için çok tazeydi yüzüm. Ellerim acemiydi, Çarşambalarda erkek yokluğuna kestiğim tavukları saymazsak cana kıymışlığım da yoktu. Bu bir tecrübe değildi elbette ama ben yine de onu öldürme kararı aldığım günden sonra talimlere başladım. Ne mi yaptım? Anlatayım. Her sabah aynanın karşısına geçip, “katilsin sen,” diye tekrarladım. Stres topuyla güçlendirdim parmak kaslarımı, ince motor becerileri ilkokul sıralarında gelişmemiş birisi için bu biraz zor oldu haliyle, olsun o günden sonra el yazım da düzelir gibi oldu zaten. Bir araştırma da okumuştum, katillerin el yazıları çok intizamlı ve okunaklıydı. Bir yerde iz bırakmak istiyorlardı işte. Okunur ve silinmeyecek bir iz bırakıp gidiyorlardı, gidecekleri yere. Ben de küçük bir not bırakacaktım yirmi iki ay sonra onu öldürdüğümde.

-18

Günler geçmek bilmiyordu. Neden iki yıl diye kendime söz vermiştim ki keşke iki hafta, olmadı iki ay deseydim. Bu bir profesyonel için çok komikti. Bu sürede zaten, azabın çoğunu çekmiş olup cezaevinde de bol bol kitap okur, kendimi geliştirir, çıkınca da dalgama bakardım. Onu her gün takip ettim. Attığı her adımı saydım, yediği yemekten içtiği çaya, izlediği filmden gittiği maça kadar anbean not ettim adres defterine. Doğrusu son iki yılını güzel yaşıyordu kurbanım. Son iki yıla ne sığdırabilirse bir ölümlü, hepsini sığdırıyordu. Sanki yönetmen, kulağına usulca iki yıl sonra dizinin final yapacağını söylemişti. Ona haber verebilirdim lakin bu benim iş ahlakıma aykırıydı, neme lazım evham yapar son iki senesini zehir ederdi kendi kendisine. On sekiz ayı kalmıştı ve otuz altı ay vadeli taşıt kredisi çekmişti. Uyanık. Aklı sıra kredinin yarısını sigorta şirketine ödetecekti.

-15

Her şey yolunda gidiyordu. On beş ay kalmıştı ve deri eldivenlerimi artık yanımdan ayırmaz olmuştum. Tenim tenine değmesin istiyordum. Kırmızı bir sedana biniyordu. Ev yok, uşak yok hesabı sedan senin neyine a ahmak? Belli ki gelecek planları yapıyordu. Evlenecek; bir, belki iki çocuğu olacaktı. Şanslıysa biri erkek biri kız olacak, iki erkeğin ardına kız beklemeyecekti. Mevsim yazdı. Bu göreceği sondan ikinci yazdı. Son kez denize girecekti ya da girmeyecekti kredi taksitleri sıkıştırıyor TEFE-TÜFE hesapları soluk aldırmıyordu. Az buçuk vicdan olsaydı içimde onu şimdi şuracıkta Bakkal Hayri’nin gözü önünde öldürürdüm. Bakkal Hayri alacakları siler, son gün takım taklavatını gidip hayrına alır, böylece son gün masraflarından da kurtulmuş olurdu. Ama yapmadım. Çünkü vicdansız ve acemi bir katil olmak bunu gerektirir.

-12

Güz geldi. Bir bir sararıp düşen çınar yaprakları benim değilse de kurbanımın içini hüzünle doldurdu. Çünkü güz neresinden tutsan elinde kalır bir şiirin dahi mideye dokunduğu bir mevsimdir ve âşık olunmak için en kötü mevsimdir. Çünkü güz; aşkı karalama değil, temize çekme mevsimidir; bir diğer ömürden kalan eksik aşkını. Onun adına üzülüyordum. Bahçelievler’in sümüklü Mahbube’sine âşık olmuştu. Gerçi Mahbube şimdi öğretmen ama olsun sonuçta şu parkta çok burnunu silmişliğimiz vardır. İnsanın midesi götürmüyor işte, sonuç olarak kendim için değil kurbanım için üzülüyorum. Katilsek de insanız, öldürecek olsak bile yakışıklı olsun, asil olsun, delikanlı olsun, yüce aşkları olsun, okyanus geçmişliği olsun istiyoruz kurbanımızın. Şimdilik ödenmeyen bir iki kredi taksiti, delik ayakkabılar ve Mahbube’yi ikinci sınıf lokantalara götürmeleri saymazsak fena bir kurbanım yok. Bir de arabaya attırdığı tüp. Hey Allah’ım sıfır arabaya tüp taktır, delireceğim. Keşke ah keşke işte keşkeler değiştirmiyor sonucu her geçen ay klasman düşüyoruz; yine de keşke tüp takılmadan bitirseydim işi. On iki ay dört gün sonra LPG fiyatlarındaki oynaklıktan –ehehehe- şikâyet edemeyecek neyse ki.

-8

Mahbube. Sümüklü filan dedik ama dişli çıktı. Doladı adamı eline o yana, bu yana. İnsan böylelerini görünce kendinden utanıyor. Hep derdi babam “mesele öldürmekten, çok her gün öldürmek,” boşa gitmiş sözü yok rahmetlinin. Kurbanım da biliyor bu acı gerçeği ama ipi çözmek ne mümkün, gemici düğümü mübarek. Şunun şurasında üç günlük dünya, hepi topu sekiz ay on dört gün ömrün kaldı, dese bir hayırsever; Mahbube değil feriştahı gelse tınmaz, onu öldürme kararı aldığımda nasılsa öyle yaşar belki borçlanır biraz daha iyi yaşar. İşe bak bütün bu borçlanmalar, araba almalar, tamponu deldirmeden tüp attırmalar, hep Mahbube’ye hoş görünmek içinmiş. Ulan insan bu kadar ezik ölmek için gidip borçlanır mı? Nasıl derler, ayranı yok içmeye tüplü arabayla gider ölmeye. Olsun, olsun yine de fena değil. Bari bu bayram git ananın elini öp, hayır duasını al a hayırsız, sana hiç mi sıla-i rahim gerekmez. Hem yerini yadırgamazsın, şunun şurasında ne kaldı? Olmadı bir vasiyet yazarsın köyün imamına verirsin, ardından öleceğini biliyordu, büyük adammış, evliya kumaşı varmış, zaten yarı hafızdı gibi tonlarca hikaye uydururlar anacığının pamuk yüreği de böylelikle bir nebze olsun ferahlar. Ama nerde?

MOLA

İzlediğim yüz değiştirmeli dizi aklımdan silinmeden bir başka yüz değiştirmeli dizi yapmazlar mı? İşte bu hiç iyi olmadı. Biri bitmeden öteki başladı resmen. Bizim iş de düpedüz aksadı. Aslında gizlenecek bir yüzüm yok. Sıfatlarda pekiştirme konusunda olsak ve aslında bir sıfat olsa, apaslında yüzüm yok da denebilir. Nasıl? Anlatayım. Yüzüm yok dediysem bir yüzüm yok. Genelde insanlar bir yüzden bakar ama sakladıkları birkaç yüz vardır, üst üste geçmiş birkaç yüz. Meselemiz de tam olarak bu.

İşlerin aksaması çekilen diziyle alakalı değildi. İtiraf. Her şey göremediğim bir rüyayla başladı. Yanlış okumadınız “gör-e-me-dik-im” bir rüya bütün sebep. Sebep dediğim de doğrusu benim son yüzüm oluyor, son yani en üstteki yüzüm an itibariyle, son güncelleme de diyebiliriz buna. Daha fazla hard disklerinizi meşgul etmeden devam edeyim.

Kadir var bizim, geçenlerde yanıma geldi. Tutturmuş bir şeyh, varsa yoksa şeyh, gece gündüz şeyh. Çok muteber bir insan değil ama insanız bir yerde merak da var tabii bu kadar uyladığına göre bir numarası olmalı bu şeyh efendinin diye içime bir kurt düştü. Bir akşam Kadir’e “Beni şeyhine götür,” –film ismi gibi oldu- dedim kararlı bir ifadeyle. Şebek herif, sanki kendine puan yazılacak, saadet zinciri mi ulan bu. Bir sevinmeler, bir havalar, sarılmalar filan. Sanki beş yabancı sınırına takılıp milliyet değiştirtiyor bize. Neyse gittik, şeyh dediği şeyhin vekiliymiş zaten. Yol boyunca anlattı, şöyle uçuyor, böyle kaçıyor bir dakikada Konya’da oluyor, bilmem Adıyaman’da gören var, yok Eyüp Sultan’dan 3G bağlanıyor hatmeye. Hey Allah’ım kafayı yiyeceğim aklımı koru. Düpedüz yüz değiştirmeli dizinin senaryo çöp olacak, adamlar STAR WARS’a rakip iş yapıyor. Ben neyin kafasındayım?

Vekilin evi ıhlamur ağaçlarının arasında ferahfeza bir yer, yalan yok burada ben yaşasam bırak Adıyaman, Konya inan Allah’a Sydney’de alırım soluğu. Çaldık kapıyı. Bir. İki. Tık. Tuk. Pat. Küt. Yok. Eee nerde bu gebeş? Tövbe estağfurullah. Dakika 1 gol 1. Baktım camdan, ev toplanmış koca salonda tüp ters çevrili ettehüyati okunmuş, ağzı üstü yatıyor. Tövbe tövbe. Çarpılacağız. Bu da vekilin yeni ışınlanma numarası olmasın sonra? Neyse efendim hürmettendir, bekliyoruz. Gece yarısı oldu Sydney’de sabah ezanı okundu, bu tarafa dönen yok. Ben kestim umudu, gerisin geri çıktık bahçeden bir yandan da tüpün neden salonda olduğu ve neden ters çevrildiğini düşünüp duruyorum. Doğrusu yine gelirsem tövbe almak için değil sırf bu meraktan geleceğim.

Kadir pes etmedi tabii ilerleyen günlerde vekilin izini sürdü, gerçekten de adam başka şehre taşınmış. Şeytan diyor, kır kapıyı çevir tüpü, neyse mesele öğren… Ama yok şu sıra şeytana uymayalım. Çarşıdaki dergâh’a –dergâh dediysek aklınıza klasik Osmanlı dönem mimarisi gelmesin, bir apartmanın bodrum katı- gittik. Hacılar Meydanı’nda. Sebze halinden iki sokak ötede. Neyse efendim girdik dergâha, ortalık altmışaltı, sigara dumanından yahu. Tam bana göre dedim Kadir’e gözlerimi parlatarak. Fıkraya düşmüş gibiyiz belki de fıkradan çıkmış gibiyiz, tövbe almaya gelip sigara cennetinde gözümüzü açıyoruz. Gerçi ne demişler, kabul olacak dua dil oynatmadan ayağına gelirmiş sofinin. Hahaha. Jargonu da kaptık iki dakikada. Sonra ne oldu? Uzat ellerini evladım. Uzattık. Söylediklerimi tekrarla. Peki. Günahkârım. Nerden biliyorsun vekil efendi, o kadar mı açık yahu. Neyse. Günahkârım Allah’ım tövbe ediyorum X 3. Yani üç kere ellerim vekil efendinin ellerinde yüksek sesle tekrar ediyorum. Ettim.

Verdiler mi yavrum elime bir vesikalık fotoğraf. Nur yüzlü bir dede, süt beyaz sakallar. Tam olarak rüyaya bir dede girecekse böylesi girmeli. Zaten öyle olacakmış uyumadan önce bazı ritüelleri yapılacak –bunları sizlerle paylaşamam, zira hala her gece aynı rüyanın peşindeyim- ve dedemiz yani şeyhimiz rüyasında bizleri nuruyla yıkayacak. Hey kurban olduğum, düşünmesi bile heyecan verici. Efendim dergâhtan çokça sigara ve çay eşliğinde yolcu edildik. Açık havada tabii ciğerler tekleme yaptı, eve ite kaka vardık. Abdestin farzı dört, sabah üçe kadar çarp yediyle yıkandı mı uzuvlar eşittiriyle. Ne ben abdesti tutabildim, ne uyku elimden eteğimden beni tutabildi. Bir aralık içim geçer gibi olmuş. Uyandım. Yok. Rüya filan görmedim tabii. Gözler, şarapçı çanağına dönmüş. Neyse vardır bunda da bir hayır. Bir gece, iki gece derken bu güne gelindi. Yani efendim -artık sayısal veri kabul edebiliriz- 4859 gecedir ben o rüyanın peşindeyim. Rüya kimin uykusunda bilmiyorum. Kadir yahu bizim Kadir, ilk geceden gördü rüyasını, oh mis yat aşağı.

Mola bitti.

-4

Onu özlüyorum. Onu ben değil de birkaç ay önceki ben yüzüm özlüyor sanırım. Onu düşünmeye vaktim olmuyor. Her gece aynı düşe yatıp her sabah aynı düşle düşsüz kalkıyorum. Her gece kendim dediğim benle uyuyup her sabah bir başka kendim diye sahipleneceğim benle uyanıyorum. İyi yanları da var tabii ki mesela yaşlanma sorunu yok, beş on saat sonra yeni bir yüz ve kırışıklıklardan eser yok. Belki rüya bu eve girmek istemiyor, deyip evi değiştirdim. Bu karışıklıkta deri eldivenlerimi kaybettim. Bulamıyorum. Ayna görünce baş eğip kurbanımın girdiği sokaklara girmiyorum. Birkaç gün önce Bakkal Hayriye’ye olan hesabı da kapattım.

Geçecek. Gündüzleri kendimi korkaklıkla suçlayıp, geceleri kâbuslarla uyanıyorum.

Annem. Sırlar insanı aldatır. İki kişinin bildiği sır değildir. Savuş şuradan töremiyesice.

Uzağım. Kurbanım. Kırmızı sedan. Bakkal Hayri.Mahbube. On dörtlü. Yüz değiştirmeli dizi.

Yakınım. Her şeyden uzaklaşırken yaklaştığım bir yer-bir ben var, tanıdık bir yer, hoş bir sıcaklık.

Huzurluyum. Binin gerisinde binin berisindeyim, çoğulun dışında tekilin duldasındayım.

0(sıfır)

İşe giderken sipariş olmak, diye buna deniyor galiba. Şimdi ne kurban kaldı ne Mahbube’si... Varsa yoksa o rüya. Takıntı oldu bir yerde. Takıntı ama güzel bir takıntı. Görülmeyen rüyalar, görülenlerden daha güzel ve heyecanlı olur, bilirsiniz. Yine söylüyorum, insanız hep görmediklerimize meyilliyiz ve bir o kadar da göremediklerimiz yüzünden ayaktayız. Dibini bulamadıklarımız, elini tutamadıklarımız, rüyasında olamadıklarımız yüzünden biraz buruktur sol yanımız. Gün geçmiyor ki bir rüya daha görmeyeyim, ama ben her seferinde kafayı kırmış gibi gördüğüm rüyaların içinden göremediğim şeyhimin ak pak sakalını tutup çıkarmak istiyorum. Karanlık, sisli, gön görmemiş yollardan üzerime nur yağsın istiyorum. Hata nerde? Hata rüyada mı, yoksa rüya da mı hata? Belki de bu ikisi de değil, asıl hata rüya diye beklediğimin gerçekte ne kadar uzağında olduğumdur.

Şimdi reis yüzüm, katil yüzüm, maktul –yani Mahbube’yi bekleyen- yüzüm ve rüyayı bekleyen riya yüzüm toplandık, nihayetinde ortaya karışık bir türlü değiştiremediğim son arayüzüm toplandık, bir dizi setinde sıramızı bekliyoruz. Tabii beklerken yönetmenin tuttuğu hortumdan nasibimize düşen romantikliği iliklerimize kadar hissediyor, kuru sıkı tabanca patlamalarıyla irkiliyor ve tüplü jiplerin egzozlarından çıkan dumanla küt küt öksürüyoruz. Ha aklıma gelmişken ters çevrili tüpün hikmetini bir gazetede okudum, bitmesin diye, ters çevrilirmiş. Unutma, gazlar genleşerek yükselir. Vanayı diyorum, zorlamamak için.

  • Hayat, sizi sürekli kendi bayat, tekdüze çoğu zaman acıklı akışına çekmeye çalışır. Oysa siz, o sırada derin düşünceye dalmış, hakikat denizinde kulaç atmaktasınızdır. Bir insan olarak, bilmekle kutsanmış bir insan olarak varoluşunuz dünyanın süfli gerçekliğine sığmıyordur. O halde yapılması gereken… Dur yahu dur çizme altını, şaka yapıyorum; hadi kalk ekmek al, çalan telefonuna bak, arkadaşların dışarı çağırıyor satma onları, ben beklerim, hayat beklemez! Kalk, hişşt kime diyorum! Giderken ayraç koy…(A.E.)