Son Anahtar ya da Silahşor

ERTUĞRUL EMİN AKGÜN
Abone Ol

Hocayı sol bacağından vurdu. “Değerli arkadaşlar! Kimseyi öldürmek istemiyorum. İçinizde benim neden burada olduğumu bilen kişi lütfen ayağa kalkıp yanıma gelsin. Onu alıp gideceğim. Eğer gelmezse kendi yöntemlerime devam edeceğim. Lütfen!"

elif merve’ye

“Hello!” City of

Angels

“Palmiyeye salıncak kurulmaz.” Bugün çok gerginim. Okulun arka bahçesinde palmiyeler var: hayvanat bahçesinde insanlar. Bunları durduk yere düşünmüyorum. Demek okuldayım. Pencereden ağaçlar görünüyor. aslında bilgisayarımın karşısındayım sevgili okur; benim kuşağım kalemle öykü yazmadı. Dersi dinlemiyorum. Amfinin en arka sırasını oldukça garip birkaç insanla paylaşıyorum. Herşey yanlış yazılmış. Bir öyküye böyle girersen okur kaçar: kaçtın mı?

“Modern müslümanın ayağında mantar olur.” Ders notlarım bunlarla başlıyor. Ya hiç dinlememişim ya da çok yanlış anlamışım. Tahtada yazanlarla: “yaratıcılık sorunlara, bozukluklara, bilgi eksikliğine, kayıp parçalara ve uyumsuzluğa karşı duyarlı olmak; çözüm aramak…” defterimde yazanlar örtüşmüyor. Dolu bir sınıf, arka sıradayım. Bahçeyi izliyorum. Buraya kadar sorun yok. İçeri biri dalıyor. Hoca dersi bölmek istemese de; girenin kim olduğuna bakıp onu şereflendirmek istemese de; cümlesini kısa tutmanın mantıklı olduğunu: geç olsa da anladı. İçeri öyle biri girmiş olmalı ki sıkılıp sayfa değiştirmeyelim. Ben anlatıyorum, düşünüyorum, yazıyorum. Sen sadece okuyorsun. Azcık sabır.

Telefonum çaldı. Konuştuktan sonra yazacağım.

Kız arkadaşım aramış. Naber faslı; napıyon faslını getirmiş. Ya dedim güzelim bana bir isim söyler misin? Fuat dedi. Beşir Fuat mı dedim. O kim dedi. Telefonu kapat dedim. Telefonu. Kapat. Metne döndüm. Üst kurmaca olayını yanlış anlamış olabilirim.

Sınıfa dalan adamın adı: Fuat. Sordum söyledi. Benim karakterim sonuçta. O içeri daldığında tam olarak şöyle bir görüntü oluşmalı:

“Lütfen herkes yerine geçip, hareketsiz durabilir mi? Hocam siz de lütfen. Lütfen.”

Ben elimde iki silah tutsaydım. Kapıyı hızla açıp arkasına sandalye dayasaydım. Sınıfı rehin alsaydım. Bu kadar kibar konuşamazdım. Elim titrer, kalbim çarpar, abi bi sigara var mı derdim.

“Kimseye zarar vermek istemiyorum. Lütfen dediklerimi yapın. Lütfen. Bu da ciddiyetimin bir nişanesi. Özür dilerim hocam dersinizi de böldüm ama.”

BuuuuuUF!

Hocayı sol bacağından vurdu. Binlerce özür diledi sonra. İlk anı zihninizde canlandırmanız zor olmasa gerek. Binlerce derste, biri girse de hocayı vursa diye düşünmüşsünüzdür. En azından bir kere ya da en azından ben düşündüm. Panik halindeyiz. Hayal gücünü kullan okuyucu. En sevmediğin hoca sana yardımcı olacaktır.

“Değerli arkadaşlar! Kimseyi öldürmek istemiyorum. İçinizde benim neden burada olduğumu bilen kişi lütfen ayağa kalkıp yanıma gelsin. Onu alıp gideceğim. Eğer gelmezse kendi yöntemlerime devam edeceğim. Lütfen!"

BuuuuuUF!

Ön sıradaki çocuğu da sol bacağından vurdu. Ölüm gerçekten ayaktan başlıyor. Gördüm. Çocuk “apandisitime sıksaydın abi, arada ondan da kurtulurdum” diyerek yere yığıldı. Ya kulaklarım bana oyun oynuyor ya da çok yanlış anlıyorum.

Gençler gerçekten çok özür diliyorum. Tedavi süreniz ölmediğiniz takdirde gayet hızlı geçecek. Ben ve arkadaşlarım elimizden gelen desteği sağlayacağız. Size biraz süre veriyorum. Bu arada hazır buraya kadar gelmişken sigarası olan var mı? Kemıl Soft’u olan varsa onu en arka sıraya yollayacağım.”

Psikoloji hocam burada olsa ne de çok sevinirdi. Tam bir nevrotik. Üstüne ne kitaplar yazılır. Cezasını çektikten sonra mesihliğini ilan etse, inanacak bir milyon kişi bulabilirim. Orta sıralardan bir kız Kemıl paketini öne doğru uzattı. Kemıl içen bir kıza aşık olabilirim. Eğer prensesim az önce beni aramasaydı sevgili okur; bu kızın adını Burçak olarak değiştirir, öyküye eklerdim. Ama aşkta sadakat her platformda sürdürülmesi gereken bir kurgudur.

“Soft yok mu? Gençler box bu?”

Şimdi ilk satıra dön sevgili okur. “Gerginim.” dedim de açıkladım mı? Sence ben hala toy bir öykücü müyüm? Kız da Kemıl box içiyor. Çirkin.

neden gerginim?

öldüğümü gördüm. rüya da. sadece öldüğümü hiçbir şey olmadan. ne diş ağrısı. ne apandisit. direk ölüyorum. direk gömüyorlar. hiçbir şey yokluğumu hissetmiyor. oysa ben ölünce en azından birkaç bayrak yarıya insin. birkaç insan. benden sonra hep üzülsün birkaç bir şeyler daha olsun. hiç unutulmayayım. istemiştim. ölmüştüm. rüyada ve hiçbir şey hatırlamıyorum. öldükten sonra kimse hatırlamak istemez. bu yüzden uyandım. sabah bir ölünün uyanması gibi. kalkıp okula geldim. korkuyorum. korkunun azraile. korkunun azraile faydası yok.

Aykut Ertuğrul olsaydı şöyle başlardı:

Son Anahtar

“Birazdan olacakları hiç birimiz bilmiyoruz.”

Aşırı Yorum

Temizlikçi Salim Dayı emekliliğine otuz yıl kala girmişti Z. hapishanesine. Gençti. Hepimiz kadar memurdu. “Birkaç yıl çalışıp, evi döşedim mi ayrılırım.” diyordu okey arkadaşlarına. Ne birkaç yıla ayrıldı ne de evi döşemesine gerek kaldı. Ailesinden kimse kalmamıştı. Sevdiği kadın bir başkasıyla evlenmişti. Buraya kadar her şey normaldi. Bir tutunamayan memur romanı yazabilirdi.

Zehra. Zehra kocasından dayak yiyordu. Salim Dayı, Zehra’nın kocasından dayak yediğini biliyordu. Kocası Zehra’yı bir gün ölümüne dövdü. Zehra hastaneye götürülürken kocası kayıplara karışmıştı bile. İç kanama geçiren Zehra kurtarılamadı ya da kurtaramadı. Zehra kim diye sormayacak mısın sevgili okur.

Salim Dayı ilk rüyayı o gece gördü. Gitti. Adamı buldu. Kendi evinin arka odasına kapattı. Beş yıl yaşadı adam. Öldü. Bahçesine gömdü. Rüyaları giderek artıyordu. Her ölen mahkumunun yerini başka bir suçlu alıyordu. Son olarak mahalle belalısı Cengiz’i tutsak etmişti. Cengiz gençti. Ölecek gibi değildi. Üstelik bir de Z. hapishanesi aniden kapatılmıştı.

Anlattığımız kadarıyla zihinsel sıkıntıları olduğuna hükmettiğimiz Salim Dayı yaşlılığın ve işsizliğin verdiği boşlukta kendini daha da kötü hissetmeye başladı. En yakındaki kütüphanede eline geçeni okumaya başladı. Merak etme sevgili okur. Bir hidayet öyküsüne dönmeyeceğim. Salim Dayı okudu. Okudukça rüyalar görmeye başladı. Rüyalar gördükçe daha da okudu. İnsanüstü insan hissetti kendini. Hayatı giderek garipleşiyordu. Giderek okey oynamamaya başladı.

Bir gece rüyasından hızlıca uyandı. Aklındaki rakamları not etti. İki yıl o rakamları araştırdı durdu. En sonunda onların bir koordinat olduğuna hükmetti. Salim Dayı suçlu radarıydı. Orada yakalanacak birisi mutlaka vardı. Cengiz’e arkadaş getireceğine söz verdi. En güzel takımını giyip evden çıktı.

Gitti. Okulu bastı. İlk amfiye daldı.

-başa dön

Arda Arel olsaydı şöyle başlardı:

Silahşor

“...yürümeyi unutmuş ip cambazı olmayı istemiştim.”

Albayım Beni Nezahat İle Evlendir

‘‘Uzun zamandır peşindeyim. Seni çok farklı yerlerde aradım. Bu okul. Bu okulda bulacağımı hiç düşünmemiştim.” Genç adam akıllı oynuyordu. Yavaş yavaş öyküyü kuruyor, yazarın kaçışını engellemenin yolunu arıyordu. Uzun namlulu Winchester demişti, ilk hamlesi buydu. Ama artık hiçbiri yoktu, ne çizgiler ne de cambazlar. İp cambazları. Arabalar ve dev binalar varken ve İstiklal Caddesi ve Üsküdar’da çay yetmiş beş kuruşken ve tek derdimiz Fenerbahçe’nin şampiyonluğu ya da güzel kızlar yaklaşınca şaşı bakar veya en güzel pilav şu bizim evin aşağısındaki.

Taze dünyamda kendime yeni görevler edinmiştim. Gerçek bir silahşor olarak ben, kuleme ulaşmalı ve geçmiş hayatımda eksik gördüğüm veya canımı sıkan her şeyi düzeltmeliydim. Üstelik bu muzip maceraya nereden başlayacağımı da iyi biliyordum. Ama önce yazarı bulmalıydım, metni buraya kadar yazmış olan yazarı ve bir de silah daha yeni, daha afili bir silah ve kıyafetler, yırtık, solgun, tecrübeli. Derhal kendime Winchester tabanca, gri solgun kovboy şapkası ve yırtık blucin ateşledim. ‘‘Umarım.” dedi. ‘‘Umarım yazar bunu fark etmez.” demesiyle birlikte kırdığım kapının ucunda bir amfi belirdi. Bu defa doğru dünyaya atlıyordum. Yazarı bulacaktım.

‘‘Sakın kaçmaya kalkışma.” dedi genç adam: ‘‘Sona çok yaklaştık.” Yazarın aklında sorular vardı, yoksa da olmalıydı. Tabancanın namlusu hedefi şaşırmamak için havada daireler çiziyor, yazar hangisiydi. İşte o anda hiç beklemediği bir hayal kırıklığı doldu genç adamın genzine. Hayır, yoksa bu da mı bir yazarın kurgusuydu, son zamanlarda ateşlenen her metin gibi bu da mı bir rüyaydı. Birazdan uyanacak, metin son bulacak ve yine kahraman hayal kırıklığına mı uğrayacaktı. Kahraman artık sarsılmıyor, adeta yönlendiriliyordu. İlk genç adam önce sağa, sonra sola, sonra tekrar sağa çarpıp yere devrildi. Silahın namlusu, genç adam yerdeyken bile yazarı kolluyordu, hayır, silahşor hââl direniyordu. Son bir kez göz göze geldiler silahşor artık gülmüyordu. ‘‘Tam dört sayfa sabrettin, sabrettin, saabrreeet.,, diye sayıklayarak bayıldı ya da uyandı.

Yazar kulağına eğilip:

“Kim kazandı.” dedi. “Tahmin et! Kim kazandı.”

-başa dön

Finaller:

1. Ben olsam; Brifingini unutmuş bir N. Cage düşün.

2. Aykut Ertuğrul olsa;Salim Dayı amfiyi bastı ve yedi kişiyi yaraladıktan sonra yakalandı. Hiçbir yerde konuşmadı. Evindeki aramalar sonucu ömür boyu hapse mahkum edildi. Herkesi dünyaya kilitleyerek, okumalarına içerde devam ediyor.

3. Arda Arel olsa; Silahşor her vurduğu kişiyle daha da azaldığını hissediyordu . Yazarın, kulağına eğilip söyledikleri kafası kadar midesini de bulandırmıştı. Gözü karardı. Ateşlemeye hızlanarak devam etti. Kendisinden başka kimse kalmadığını fark edince şaşırdı. Durdu. Kahramanın sonsuz yolculuğunun pek de mümkün olmadığını anlıyordu şimdi. Yazarın dedikleri tekrar aklına düştü. Kendi öyküsü. Kendi öyküsü neydi? Ateşledi:

Ben buradayım sevgili yazarım, sen neredesin acaba?