Sis nasıl dağılır?
Sis Nasıl Olsa Dağılır'ın birçok öyküsünde duygu yoğunluğunu hissediyoruz ve bir ölçüde etkileniyoruz. Fakat bu noktada temel bir sorun var bana kalırsa. Yazar ile öykü arasında yeterince mesafe yok. Özellikle duygusu yüksek olan öykülerde bu oldukça problemli bir durum.
Sis Nasıl Olsa Dağılır, Ahmet Melih Karauğuz'un ilk öykü kitabı. Her şeyden önce ilginç bir bütün olduğunu söyleyebiliriz. Demans, enkoherans ve füg adlı üç bölümden oluşan kitaptaki öykülerin tamamı ilk kez okur karşısına çıkıyor. Bir başka deyişle, hiçbiri daha önce bir dergide yayımlanmamış. Karauğuz'un yayımlamayı tercih etmediği bir öykü dosyası olduğu da bilindiğine göre Sis Nasıl Olsa Dağılır için "tasarlanmış" bir kitap diyebiliriz. İlk kitap acemiliğiyle (aslında iyi yönleri de vardır bu acemiliğin) karşılaşmıyoruz. Bu anlamda yazarın kendi vasatına ulaşmasını kastederek kitaba bir yetkinlik de atfedebiliriz. Fakat bu noktada biraz duraksamak gerekiyor. Zira bir çırpıda ağızdan çıkan sıfatların sıhhatini ve kapsayıcılığını sorgulamak durumundayız. Yetkinlik dedik, üslubun oturmuş olması bu yetkinliğin alametlerindendir örneğin. Peki Sis Nasıl Olsa Dağılır, üslubundaki kararlılığı ve yetkinliği öykünün diğer dinamiklerinde gösterebilmiş mi?
Duygunun okura hissettirilebilmesi kimilerine göre öykünün temel meselesidir. Ben farklı yollarla da iyi bir öykü tasarlamanın mümkün olduğunu, kişisel zevklerimize dayanarak nasıl öykü yazılacağı hakkında büyük sözler söyleyemeyeceğimizi düşünüyorum. Ama hikâyenin kalbine yerleştirilen duygunun okurda karşılık bulması elbette bir başarıdır. Sis Nasıl Olsa Dağılır'ın birçok öyküsünde duygu yoğunluğunu hissediyoruz ve bir ölçüde etkileniyoruz. Fakat bu noktada temel bir sorun var bana kalırsa. Yazar ile öykü arasında yeterince mesafe yok. Özellikle duygusu yüksek olan öykülerde bu oldukça problemli bir durum. Duygular birbirine girer, katlanır, arabeskleşirse hikâyenin kalbine yürümek yerine yüzeyde birikir. Yazar, öykünün duygusuna kendini kaptırdığında elinde sigara, uzakları seyreden karakterleri ile yokuş aşağı yuvarlanır. Kısacası, edebi bir felaket.
Sözgelimi "Muazzez Hanım'la Bir İlkbahar İkindisi Kırlara Yürüme İstenci" böyle bir öykü bana kalırsa. Öykü kendi formunda kalmakta bile zorlanarak bir aşk mektubuna dönüşmüş. Duygu öylesine yoğunlaşıyor ki, öykü bir fon müziğiyle okunmaya müsait hale geliyor. Birkaç öyküde daha benzer sorunları hafif ya da şiddetli şekilde görüyoruz. "Bekleyişsiz Beklenti" adlı öykü "Bir eski roman karakteri değiliz ama bizim de beklediğimiz mektuplar bir türlü gelmiyor, diye geçiriyor aklından, sigarasından son dumanı alıp kül tablasına bastırdıktan sonra." diye açılıyor. Hiç olmazsa sigara detayından uzak durularak arabesk klişeden biraz olsun uzak kalınamaz mıydı? "Yorgunsun Akan Sudan Çok Daha Yorgun" adlı öyküde acılar içindeki Muzaffer Tekoğul, iyi bir öykünün karakteri olmaya aday biriymiş gibi görünüyor. Fakat hikâye nerede? Bu metin, yazarın karakterini tanıması için bir yardımcı metin olarak değerlendirilseydi ortaya güçlü bir öykü çıkmaz mıydı?
Bölümlerin isminden de anlaşılacağı üzere nevrotik karakterler ön planda. Çalışılmış bir ilk kitap olduğunu daha iyi anlıyoruz böylece. Bunu olumlu bir durum olarak görüyorum zira okuru yormayan bir atmosfere olanak tanıyor (Yorucu duygusal atmosferi bu bağlamda göz ardı ediyorum). Kitapta bütünden ayrılan ilginç üçlemeler de mevcut. "Dijital Dünya", "Post Apokaliptik Dünya" ve "Stigma Üçlemeleri" diğer öykülerden farklı ve daha umut verici bir öz taşıyor bana kalırsa. "Sen Olmadan Kalamam" adlı öyküyü de ritim açısından bir adım öne çıkarabiliriz. Bir okur olarak Karauğuz'un öyküsünden beklentim, yüzeyde biriktiğini söylediğim yoğun duyguların hikâyenin kalbine yerleşmesi ve bahsettiğim özle birleşmesi. Bu durumda çizdiğim karanlık tablodaki sisler de dağılacaktır.