Âşık şeytan kör talih

EMİN GÜRDAMUR
Abone Ol

Kıskançlık, âşığın zihnine köz gibi sıçrar. Yangın, bütün duyguların doluştuğu odanın başköşesine kurulmuştur artık. Tutku kanser gibi cömertçe büyüyecektir. Bu şeytani ateşten âşık da maşuk da payını alacaktır.

Peki, böylesi bir aşk hakkında kim konuşacaktır?

Şeytanın bir kalbi var mıdır? Yoksa o kalpsizin, duygusuzun teki midir? Semavi dinler, şeytanın kıskançlık yüzünden cennetten kovulduğunu söylerken aynı zamanda mecazen bir kalbe sahip olduğuna işaret ederler. Bu, geçiştirilemeyecek bir ayrıntıdır. Çünkü özgür iradeye sahip bir varlığın geçirdiği kıskançlık krizi, oralarda bir yerlerde pek de örtülü olmayan bir aşkın varlığından söz edilmesine olanak sağlayacaktır. Peki, böylesi bir aşk hakkında kim konuşacaktır? Egemen anlatıların dikenli telleri buna ne kadar izin verecektir? Kötülüğün kaynağı olarak görülen şeytan hakkında pek de kötücül sayılmayacak bu nevi yorumlar, o dikenli teller tarafından hırpalanmayı da beraberinde getirmeyecek midir? Ya da şöyle soralım: Hangi semavi dinin mensubu satanizmin karanlık balçığına düşmeden, aşağılık şeytanı aşk gibi yüce bir duyguyla ilişkilendirebilecektir? Bunun cevabını peşinen verebiliriz: Şeytanı düalist bir denklemin unsuru olarak konumlandırmayanlar.

Şu hâlde rotamızı İslam dünyasına çevirmemiz gerekiyor. Çünkü İslam düşüncesinde şeytan, düalist bir indirgemeciliğin tarafı değildir. Kötülüğün ontolojik şahsiyeti onda kristalize olmaz. Hatta kötülük bile Tanrı karşısında özerk bir alan işgal etmez. Kötülüğün karşısında ancak iyilik yer alır ve her ikisi bir ihtimal olarak Tanrı’nın iznine, başka bir ifadeyle iradesine tabidir. Şeytan da hikmet-i ilahinin bir enstrümanıdır ve bu hâliyle kendinden büyük bir kurguya hizmet eder. Hristiyanlık ve Yahudilikte olduğu gibi Tanrı karşısında savaşarak elde ettiği müstakil bir alanı, imkânı veya kudreti rüyasında bile göremez. Bu rahatlatıcı arka plan, Müslüman düşünürlerin onun hakkında daha kolay yorum yapmalarına olanak sağlamıştır. Hikayenin başına gidecek olursak, orada, meleklerin üstadı bir varlığın, kıskançlık ve kibir yüzünden sorun çıkardığını görürüz. Her şeyi bilen, kadiri mutlak bir Tanrı’ya isyan etmenin gerçekte mümkün olup olmadığı, üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Böylesi bir isyanın sınırları nereye kadar genişleyebilir?

Şeytanın bunlar üzerinde ne kadar kafa yorduğunu bilmiyoruz ama tepkisinin fevri olmadığını az çok kestirebiliyoruz. Âdem, Tanrı’nın eliyle şekillendirilmiş fakat henüz can verilmemiş bir hâlde yatarken, cennetin bekçilerinden olan iblis, ikide bir onun cansız heykeline yaklaşıp ayağıyla vurmakta, bir kamışa üfler gibi içine üflemekte, ağzından girip arkasından çıkmaktadır. Sonra da o kıpırtısız, kupkuru heykele, “Sen bir hiçsin. Eğer sana musallat olsam seni mahvederim. Eğer sen bana musallat olsan, seni dinlemem.” demektedir.1 Düşünülmüş, bilenmiş ve son olarak iddiacı bir üslupla ortaya konmuş isyanının ona mevcut statüsünü ebediyen kaybettireceğinin farkında olmalıdır şeytan. Bilge bir varlık olarak Tanrı’nın sonsuz egemenliğinin dışına çıkmak diye bir seçeneğe sahip değildir. Zaten bu yüzden sırtını dönüp gitmez. Bilir ki gidilecek bütün yerler Tanrı’nındır. Huzurdan kovulduğunda son bir ricada bulunarak mühlet ister.

Şeytana dair geleneksel anlamın esnetildiği eserlerin başında Hallac-ı Mansur’un (ö. 922) Kitab’üt- Tavasin’i gelmektedir.

Bu, Tanrı’yla ilişkisinin devamına yönelik bir niyet beyanıdır aynı zamanda. Yaşamını, Âdem’in “secde etmeye değer bir varlık olmadığını” ispata adayarak aslında kurallarını Tanrı’nın koyduğu oyunun içinde kalmayı seçer. Şeytanın misyonu belirgin çizgilerle ortadadır. O, vesvese vermek suretiyle insanları kötülüğe, şerre ve inkâra meylettirerek kendisi gibi Tanrı’dan uzaklaştırmak ister. Müslümanların gündelik yaşamlarında sürekli kaçınmak, sakınmak ve ilginçtir ki anmak durumunda kaldıkları bir varlıktır. Müslümanlar dünyanın her yerinde işlerine başlarken, bir iyi niyet beyanı ve ilahi yardım temennisi olarak, kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırlar. Buna karşın kimi düşünürler onun kötücül kimliği hakkında, bilinenin aksine yorumlar geliştirmekten geri durmazlar. Şeytana dair geleneksel anlamın esnetildiği eserlerin başında Hallac-ı Mansur’un (ö. 922) Kitab’üt- Tavasin’i gelmektedir.

Görüşleriyle İslam dünyasında ortaya çıkan tasavvufi düşünceyi önemli ölçüde etkileyen2, hatta belirleyen Hallac-ı Mansur, günümüze kadar ulaşan pek çok ekolün felsefi anlamda kurucusu sayılır. Hallac-ı Mansur, Kitab’üt-Tavasin’de Hz. Muhammed’le iblisi isyan ve iddia sahibi olmak bakımından birbirine hizalar. Bu ontolojik bir hizalamadır: Nar ve nur nazariyesi. Hallac, iblisin önce niyaz edip hak yoluna çağırdığını lâkin sonunda kendi kuvvetine sığındığını; Hz. Muhammed’in ise önce iddia ettiğini fakat neticede kendi gücüne bel bağlamaktan vazgeçtiğini; bu durumun ikisine de yaraştığını belirtir. Ayrıca şeytanın Âdem’e secde etmemesinin arka planında tevhit inancının saklı olduğuna dikkat çeker. Hallac’a göre gök sakinleri içinde İblis gibi muvahhit (birleyen) yoktur. Fakat sonra tefrite varınca lanetlenmiştir. Bu aşırılık aşktır. İblis, Allah’tan başkasına secde etmeyerek kendince bu aşka sadık kalmıştır.

İblis, sevgi konusunda gerçek bağlılardan olduğunu iddia etmektedir. Seven için ayrılığın mümkün olamayacağını vurgular. Yaptığına pişman değildir. Hallac, şeytana tercüman olur: “Bana ebetler boyu ateşiyle azap etse de ondan gayrısına eğilmem. Ne bir kişi önünde secde ederim ne de bir ceset huzurunda diz çökerim. Ne oğul tanırım ne zıt. Davam sadıklar davasıdır.”3 Kitab’üt-Tavasin’de Hz. Musa ile iblis arasında geçen bir diyalog da aktarılır. Hz. Musa, Tur Dağı’nın yamacında karşılaştığı iblise, Âdem’e neden secde etmediğini sorar. İblis, tek Tanrı inancı yüzünden Allah’tan başkasına secde etmediğini söyler. Buna karşın Hz. Musa, ona emre karşı gelmiş olduğunu hatırlatır. Şeytan’ın cevabı felsefidir: “O bir imtihandı, emir değil.”4 Allah’ın emri ile iradesi arasındaki farka dikkat çeken şeytan, vuku bulan sürecin Allah’ın iradesi çerçevesinde gerçekleştiğinin altını çizer.

Hz. Musa bu defa iblisin büyük yarasını deşercesine, “Onu hâlâ hatırlar, anar mısın?” diye sorar. İblis, “Ey Musa, oluşturduğu hadiseyle birlikte yaratılan düşünce hatırlanmaz, hatırlanamaz. Aynı anda hem ben anılıyorum hem o.” diye cevap verir.5 Şeytanın şerrinden sakınıp Allah’a sığınanlar, onu Allah’la aynı söz içinde anmış olacaklardır. İblis için bu, ezelî düşmanı insana karşı kazandığı ikinci zaferdir. Aşkın nevrotik yankısıyla karşı karşıyayız. Şeytan kör değildir, cahil hiç değildir. Davetçidir ve bu konuda uzmanlaşmıştır. Eskiden gök ehli arasındayken meleklere iyilikleri, güzellikleri gösterirken şimdi yerde insanlara çirkinlikleri, kötülükleri göstermektedir. Cehenneme gidecek olması onun Allah’a âşık olmasına mani değildir. Kaldı ki bu hastalıklı tutku, kıskançlıkla daha da derinleşecektir.

Hallac, Annemarie Schimmel.

Annemerie Schimmel, Hallac’ın şeytan üzerine çok kafa yorduğunu, bir zamanlar meleklere öğretmenlik yapan bu varlığın trajedisini kendisine benzettiğini söyler: “Özünde şeytanın itaatsizlik etmesini isteyen Tanrı idi; yoksa o kendi iradesiyle emre itaatsizlik edemezdi. Gerçek âşık, sevgiliye itaatkârdır ve sevgiliden yüz çevirmek yerine, onun lânetini bir şeref nişanesi olarak kabul eder. Hallac’ın bazen kendine de atfettiği şu mısralar, şeytanın çıkmazını tasvir etmek açısından dikkate şayandır: Elleri bağlı denize attı ve seslendi: Dikkat et, su ıslatmasın seni.” 6 Hallac-ı Mansur uzmanı Fransız Lois Massignon da bu bahiste emir ile irade ayrımını, Hallac’ın orijinal buluşu olarak nitelendirir. Aşk Kahramanı olarak Şeytan Feridüddin Attar da (ö. 1221) şeytanın insan karşısında elde ettiği bu mevzinin farkındadır. İlahiname adlı eserinde şeytanı vefalı bir sevgili, sadık bir âşık olarak betimler.

Aşk Kahramanı Olarak Şeytan Feridüddin Attar da (ö. 1221) şeytanın insan karşısında elde ettiği bu mevzinin farkındadır

Allah’ın iblise kahırdan bir elbise giydirdiğini, böylece onu avamın gözlerinden gizlediğini söyleyen Attar, şimdi iblisin elinde Allah’ın kahrından bir cirit olduğunu, ilahi huzurun kapısında beklediğini, oraya ayak basmak isteyenlerin evvela euzu çekerek iblisi anmaları gerektiğini vurgular. Attar, ünlü eseri Tezkiretü’l-Evliya’nın “Ebu Hüseyn Nuri Bahsi” bölümünde, Nuri’nin bir gün bir adamla oturup hüngür hüngür ağladığını, adam gittikten sonra Ebu Hüseyn Nuri’nin, “Bu iblisti. (Allah’a asi olmadan evvel) İfa ettiği hizmetleri hikaye edip başından geçen macerayı anlattı ve hicran derdinden sızlandı durdu. Gördüğünüz gibi, o ağlayınca dayanamayıp ben de ağladım.” dediğini aktarır.7 İbn Arabi’nin (ö. 1240) iblis yorumu da yerleşik yaklaşımlardan farklıdır. Onun yorumu, iblisi Hz. Muhammed’le değil Hz. Âdem’le karşılaştırmasıyla Hallac-ı Mansur’dan ayrılır. İblis emre itaat etmemiş, Âdem yasağa riayet etmemiştir.

Zaten ilahi teklif iki kısımdan oluşur: Emir ve yasak. Âdem hatasını kabullenip pişman olmuş, iblis ileri giderek cehennemliklerden yazılmıştır. Allah Âdem’e yapma derken ona âdeta “aslından ayrılma” demiştir. Mümkünün hakikati yapmamaktır. Emir ise yapmayı içerir, “aslından çık” anlamına gelir. Emir nefse yasaktan daha ağır gelir. Çünkü o aslın üzerinde bir değişim teklifidir. İblisin yaratılış amacı, insanları saptırmaktır. Allah’ın ona bahşettiği özellik yüzünden gururlanmıştır. Bu yüzden onun günahı, bahtsızlığın ebediliğini gerektirmez. Yine de bahtsızlardan yazılmıştır. Her ne kadar şirke düşmemiş olsa da şirk ehline özgü özelliklere sahiptir. Zaten yeryüzüne, şirke düşsün diye indirilmiştir. Kendisi muvahhittir fakat insanları inkâra teşvik ettiği için şirk suçu işlemiş, müşrik olmuştur. Hatta sebep olduğu bütün günahlar ona yazılacaktır.8 İlk olarak Hallac tarafından yüksek sesle dile getirilen yorum, şeytanın anlamını, Allah’tan başkasına secde etmeyen bir aşk kahramanı olarak derinleştirmiştir.

O hem en büyük muvahhit hem de en büyük kâfirdir. Kibirden de kaynaklanmış olsa Allah’tan başkasına secde etmediği için muvahhit, onu var eden kudretin emrine karşı geldiği için kâfir olmuştur. Âşık şeytan nazariyesi daha sonra İmam-ı Gazali’nin kardeşi Ahmed Gazali (ö. 1126) tarafından geliştirilecektir. Gazali, iblisin ebedî cehennemi göze alarak Allah’tan başkasına secde etmemesini, ona olan yüce aşkına bağlar. Aşk ve sadakat birinden öğrenilecekse o kişi şeytandır. Bu görüş Ahmed Gazali’nin öğrencisi Aynülkudat (ö. 1131) tarafından teorik bir zemine oturtulacaktır. Hz. Muhammed’e nispet edilen hidayet ile iblise nispet edilen delaletin mecazi olduğunu dile getiren Aynülkudat, gerçekte ilahi aşkın ikiye bölündüğünü, birbirini tamamlayan parçaların “bu iki yiğit” arasında paylaştırıldığını savunur. Allah birini rahmet diğerini cebbar sıfatından yaratmıştır. İkisi beyazla siyah, yerle gök, araz ve cevher gibi birbirinin tamamlayıcısıdırlar.9 Bu yorumlar daha sonra Yezidilerin iblise hürmetkâr akidesinin gelişmesinde önemli rol oynayacaktır.

Vahdet görüşü ile nur ve nar nazariyesi, Goethe’nin Faust’unda da Mefistofeles tarafından benzer şekilde dile getirilecektir:

İnsan, bu küçük delilik âlemi, kendisini bütün sayıyorsa, ben başlangıçta her şey olan parçanın bir parçasıyım. Aydınlığı doğurmuş karanlığın parçasıyım. O mağrur aydınlık ki kendisini doğurmuş olan karanlığın elinden yerini ve fezasını almak ister; ama başaramaz. Çünkü ne kadar uğraşsa cisimlere yapışır kalır.10

Mutasavvıfların konu üzerinde konuşma rahatlıkları dikkat çekicidir. Zaten İslam düşüncesinde her şey kadiri mutlak Allah’ın iradesiyle gerçekleştiği için şeytan ve ondan sadır olan kötülük de Hristiyanlıktaki gibi ontolojik bağlama sahip değildir. Daha çok metaforiktir. Zaten İslam itikadına göre her şeyi bilen Allah, bu hikayenin de sonunu bilmiş olacağı için Kur’an’da Allah ile şeytan arasında geçen diyalog, literal anlamının ötesinde sembolik bir yorumla da okunacaktır. Buna göre bir metafor olan şeytanın yapıp ettiklerini insan, kendi psikolojik deneyimleriyle anlayabilir. Şeytan insanı yaratıcısından uzaklaştıran hataların kişileştirilmiş anlamıdır.11

Aşk Kahramanı Olarak Şeytan Feridüddin Attar da (ö. 1221) şeytanın insan karşısında elde ettiği bu mevzinin farkındadır.

Şeytan, gururu ve kıskançlığı yüzünden Allah katındaki yüksek değerini kaybetmiştir. Lanetlenmiş ve insanların “apaçık düşmanı” olarak ilan edilmiştir. Artık onun görevi, imtihan edilen insanı yoldan çıkarmaktır. Şeytan bunu yaparken hiç de gönülsüz davranmayacak, Tanrı’nın huzurundan kovulmasına neden olan insana var gücüyle saldıracaktır. Bununla birlikte o sadece aşkın ve küfrün değil, firakın da üstadıdır. Ayrılığın ne olduğunu en iyi şeytan bilir. Çünkü vaktiyle varlığın ve yokluğun sahibi Allah’ı müşahede etmiş, onun iltifatına mazhar olmuştur. Kıskançlığın Burcunda Mevlana’nın (ö. 1273) Mesnevi’sinde geçen “Muaviye ile İblis” hikayesinde ise şeytanı, geçmiş günleri özlemle yâd ederken görürüz.

Orada âdeta Attar’ın Tezkiretü’l-Evliya’sında Ebu Hüseyn Nuri’yle ağlaşan şeytanın sesini duyar gibi oluruz: “Biz de sarhoşlarındandık bu şarabın. Onun dergâhının âşıklarındandık. Göbeğimiz onun sevgisi üzerine kesilmiştir. Onun aşkı canımıza ekilmiştir. Zamandan güzel günler görmüştük. Baharda rahmet suyu içmiştik. Ekmedi mi bizi onun faziletli eli? Bizi yoktan alıp çıkaran o değil mi? Ondan çok okşamalar gördük. Rıza bahçesinde (biz de) dolaştık. Rahmet eliyle başımızı okşardı. Bizden lütuf pınarları akıtırdı. Süt arayan bebeklik zamanımda beşiğimi kim salladı? (Elbette) O. Onun sütü dışında kimin sütünü içtim? Onun tedbiri dışında beni kim büyüttü?” 12

Tanrı’yla bu kadar yakınken bir anda lanetlenen ve huzurdan kovulan şeytan, aşkın en ateşli makamını yaşamaktadır: Kıskançlık. Ahmed Gazali, “Kıskançlık parlayınca acımasız bir kılıç kesilir.” der.13 Dönüp sahibini yani âşığı kahreder. Aşk bu yüzden ilmeği kendi boynuna geçirmektir. Zaten sefalet, zillet, zaaf, fakirlik, çaresizlik âşığın; kudret, azamet ve büyüklenme maşukun sıfatlarıdır. Bu felsefeye göre âşıkla maşuk zaten birbiriyle dost olamaz, olmamalıdır. Onların düşmanlıktan ve ayrılıktan ödün vermemeleri icap eder. Fakat ne bu düşmanlık bildik düşmanlıklara benzer ne de ayrılık bildik ayrılıklara.

Düşmanlık dostluğun, ayrılık vuslatın temelidir:

Aşk ayrılığı da kavuşmayı da yutar. Vuslatın gerçekliği aşkın kursağında olduğundan, ayrılık imkânı ortadan kalkar. Bunu herkes anlayamaz. Vuslat ayrılığın, ayrılık da vuslatın bizatihi kendisi olunca, ayrılık kavuşmanın ta kendisi olur.14

Şeytan için Âdem rakiptir. Divan edebiyatında âşık ve maşukun yanı sıra rakip de temel karakterlerden biridir. Şiirden şiire sıçrar, umutsuzluk aşılar, kahra sebep olur. Ne var ki Âdem’i kendisine rakip gören şeytan, divan şiirinde kendisi rakibe benzetilir. Sevgilinin nurunu çalmaya çalışan kim varsa onunla özdeşleştirilecektir.15 Hiçbir şey iblisin vuslat ehline özenerek bakmasına sebep olmaz. O, aşkın yüce niteliğinin ayrılıkta ve nefrette saklı olduğundan emindir. Bu bahiste Ahmed Gazali,Sa’d suresinde Allah ile iblis arasında geçen konuşmanın ayrıntılarına dikkat çeker. Orada Allah, iblise “Lanetim üzerine olsun!” derken iblis ona, “İzzetine yemin olsun ki” diye cevap vermektedir.

Gazali bu cevabı şöyle tefsir eder: “İşte ben, sendeki bu izzet ve istiğnayı seviyorum; zira senin hiç kimseye ihtiyacın yoktur; hiçbir şey sana uygun ya da denk değildir. Öyle ki eğer denk olsaydı, o zaman tam bir izzet ve istiğna olmazdı.”16 Bir yerde aşk varsa kaçınılmaz olarak orada rakip ve kıskançlık da olacaktır. Hatta bir görüşe göre kıskançlık aşkın arızi bir çıktısı değil bizatihi annesidir. İspanyol düşünür ve yazar Miguel de Unamuno,Sis romanında bahtsız âşık Augusto’ya şunları söyletir: “Aşk, kıskançlıkla beraber doğuyor galiba; aşkı açığa vuran kıskançlıktır. Kadın erkeğe yahut erkek kadına istediği kadar âşık olsun; erkek, kadının bir başka erkeğe, kadın da erkeğin bir başka kadına baktığını görmedikçe, ikisi de bu aşkın farkına varamazlar; birbirlerine âşık olduklarını, kendi kendilerine bile itiraf edemezler; hatta sahiden âşık bile değildirler. Bütün dünyada bit tek erkekle bir tek kadın olsaydı da bu ikisinden başka kimse bulunmasaydı, bunların birbirlerine âşık olmaları imkânsız olurdu.”17

Kıskançlık, âşığın zihnine köz gibi sıçrar. Yangın, bütün duyguların doluştuğu odanın başköşesine kurulmuştur artık. Tutku kanser gibi cömertçe büyüyecektir. Bu şeytani ateşten âşık da maşuk da payını alacaktır. Othello’yu zehirleyen şüphe, aşkı var eden, besleyen hayati damarlar sayesinde onun bütün hücrelerine yayılmayı başarmıştı. Mesnevi’de şeytan isyan sebebini kıskançlıkla gerekçelendirir. Onu ilahi rızadan kıskançlık uzaklaştırmıştır. Bundan ötürü sebebi değil, sebebin öncesindeki mazhar olduğu lütfu esas alır: “Sebep sonradan olma bir şey olduğundan ben sebebe bakmam. Çünkü sonradan olan şey sonradan olan başka bir şeye yol açar. Önceki lütfa bakarım, sonradan olan her şeyi iki parça kılarım. Diyelim ki secdeyi terk etmem kıskançlıktandı. (Ancak) o kıskançlık, inat değil, aşk yüzündendi. Her kıskançlık elbette aşktan doğar. Sevgiliyle bir başkası olmuştur çünkü.”18 Bana Bak Yeter Tanrı’m Modern İslam düşüncesinin önemli temsilcilerinden biri olan Muhammed İkbal (ö. 1938), sadece kendi kültür havzasından değil bütün dünyadan beslenmiştir.

Bilgisi ve eğitimiyle özel biridir İkbal.Hindistan’dan Almanya’ya, İran’dan İngiltere’ye, Arap ülkelerinden Fransa’ya pek çok kültürel birikimle dil zenginliği sayesinde doğrudan irtibat kurmuştur. Batı’yla yoğun etkileşim içinde olan Muhammed İkbal, Cavidname’yi (Sonsuzluk Kitabı), Dante’nin İlahi Komedya’sına nazire olarak yazmıştır. Eserde, Zinderud adlı bir kişi Mevlana’nın rehberliğinde feleklere, yıldızlara seyahat eder, karşılaştığı kimi kişilerle dinî, felsefi konuşmalar yapar. Bir tür İkbal’in miracı denilebilecek eser, genel olarak onun felsefesiyle yoğrulmuştur.19 İkbal, Hallac ve Mevlana’nın açtığı yoldan kendine özgü bir ses inşa etmiştir. Şeytan lanetlendikten sonra aşk kadar firakın da pençesindedir. İkbal, “Ayrılık Ehlinin Üstadı İblis’in Görünüşü” şiirinde bundan söz eder. Şeytan, karanlıkta beliren bir ateşin içinden ihtiyar biri olarak çıkagelir. Rumi, gelenin kim olduğunu bilmektedir. “Rumi dedi ki: İşte ayrılık ehlinin üstadı! Tepeden tırnağa suziştir, bardağı kanla doludur!”20

Şeytan’ın şiire masum bir imajla girişi sürpriz değildir. Çünkü İkbal, kişileri ve olayları yerleşik bağlamlarının dışında yorumlayabilen, bu şekilde düşünce evrenini alabildiğine esnetebilen, evrensel bir dil kuran, ortaya koyduğu bilinç düzeyiyle Hallac, Mevlana, Dante, Milton, Goethe gibi şahsiyetlerle ruhsal akrabalık kurabilen bir şairdir. İblisin konuşmaları da bu bilinç düzeyinden nasibini alacaktır: “Ey habersiz! Ben secdeden vazgeçtim - ben, iyi ve kötünün orgunu çalıyorum! Hakkın varlığını inkâr ettim sanma! Gözünü batına aç, zahiri bırak! Eğer, o yoktur, deseydim aptallıktan olurdu; çünkü onu gördükten sonra nasıl, o yoktur, diyebilirim? Ben lâ perdesinden belâ söylemişimdir; söylediğim, söylemediğimden daha hoştur.”21 Reddedişinin arkasında saklı onaya dikkat çeken iblis, gene irade meselesine göndermede bulunur. Âdeta, Tanrı’nın emrini reddettim çünkü dilediği bu yöndeydi, demeye getirir. Bununla da kalmayıp insanın, iradesine ve özgürlüğüne şeytanın büyük fedakârlığıyla kavuştuğunu söyler.

Muhammed İkbal şeytanın temsil ettiği yerin hürriyet ve irade ile ilişkisini Cebrail Kanadı’nda yer alan “Cebrail ile Şeytan” başlıklı şiirinde açar. Orada vahiy meleği, eski dostu şeytana, her zaman göklerde ondan bahsedildiğini söyler ve bu yırtık eteğin dikilmesinin mümkün olup olmadığını sorar. Şeytan hiçbir şeyin asla eskisi gibi olmayacağının farkındadır. Secde etmeyerek ilahi gazabı üzerine çekmiştir. Cebrail bu defa şeytana, yaptığı şey yüzünden bütün meleklerin ününe gölge düşürdüğünü söyler. Çünkü gök ehli isyanı ilk onunla tanımıştır. Bunun üzerine şeytan, göz alıcı ifadelerle yeni rolünün kritik öneminin farkında olduğunu ortaya koyar: “O cüretim sayesindedir insandaki gelişme zevki. Fitnelerimdir akıl ve bilgi elbisesinin ilmekleri. Sen hayır ve şer savaşını sadece sahilden izliyorsun. O fırtınanın şamarlarını yiyen kim? Sen mi ben mi? Hızır da çaresiz, İlyas da çaresiz bu durumda. Fırtınalarım doldurdu dere, nehir ve denizleri! Eğer görüşme nasip olursa Allah’a bir sor. İnsanoğlu kıssasını kimin kanı renklendirdi? Sen sadece Allah hû, Allah hû, Allah hû çekersin. Ben ise o ezelî yaratıcının kalbine batarım diken gibi.”22

İkbal’in felsefesinde şeytan Tanrı’nın değil insanın düşmanıdır. Bu düşmanlık aynı zamanda yaşamın kaynağıdır. Kötü, iyiliğin sınırlarını belirler. Kötünün olmadığı yerde iyilikten söz edilemez. İnsanoğlu kıssası, iradenin sınanmasıdır. Bu sınamada kötülüğün sınırlarını esneten, kişileştiren aktör şeytandır. Burada İkbal’in şeytanıyla Goethe’nin şeytanı arasında benzerlik söz konusudur. Her ikisi de Tanrı tarafından insanı aktif iyiliğe kışkırtmak için vardır. Annemarie Schimmel, İkbal’in şeytan hakkında bu kadar cesur bir düşünce geliştirebilmesinin arka planında Hallac’ın görüşlerinin yattığını söyler ve Ruzbihan Baklî’nin tefsirinde Hallac’ın görüşlerinin yer aldığı diyalogu hatırlatır. Âdem’e secde etmemesi üzerine Allah, iblisi ebedî azapla tehdit etmiş, bunun üzerine iblis, “Azap ederken bana bakacak mısın?” diye sormuştur. Allah’tan “Evet.” yanıtını alınca da “Senin bana bakman, azaba tahammül etmeme kâfidir. Dilediğini yap bana.” demiştir.23 Bütün coşkusuna karşın şeytan yorgun gözükmektedir. Bu yorgunluğun iki sebebi vardır. Biri aşktan diğeri musallat olduğu insanın kendisi için çok zayıf bir av olmasından.

Nitekim İkbal, “İblis’in Feryadı” şiirinde onun bu duygularına da tercüman olur: “Ey sevap ve günahın Rabbi. Âdem’in sohbeti harap etti beni! Emrimden asla yüz çevirmedi. Benliğine gözünü kapattı, bulmadı kendini! Toprağı, isyan zevkine yabancı. Uluların kıvılcımlarına yabancı. Av olmuş, avcıya tut diyor beni. Yazık! İtirazsız uygular emirlerimi! Hatırla da geçmiş ibadetlerimi. Böyle bir avdan sen koru beni! Yüce azmim bu sebeple alçaldı ya! Vay bana, vay bana, vaylar bana! Yaratılışı ham, zayıf düşmüş azmi. Bu rakip kaldıramaz benim darbemi! Gönül gözü açık bir kul lazım bana. Daha olgun bir rakip gönder bana!”24 Âşık şeytan, kaderini değiştiremeyeceğinin farkındadır. Kör talih onu tercihinin sonuçlarıyla baş başa bırakmıştır. İnsanı kötülüğe sürüklemek için yoğun mesai harcamasına da gerek yoktur. Muhammed İkbal’in, “Şeytanın Dilekçesi” şiirinde şeytan, kâinatın yaratıcısına şöyle seslenir: “Haberin yok mu senin; cennetteki huriler cennetin boş kalacağı düşüncesiyle kederlenirler? Siyaset adamları toplumların şeytanlarıdır; göklerin altında artık bana ihtiyaç kalmamıştır!”25

  • 1 Prof. Dr. Lütfullah Cebeci, Kur’an’a Göre Melek, Cin, Şeytan, İstanbul: Şule, 1998, s. 224.

    2 Süleyman Uludağ, “Hallac-ı Mansur”, İslam Ansiklopedisi, İstanbul: TDV, 1997, c. 15, s. 378.

    3 Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, Hallac-ı Mansur ve Eseri (Kitab’üt-Tavasin), İstanbul: Fatih Yayınevi, 1976, s. 114.

  • 4 Öztürk, age, s. 112.

  • 6 Annemarie Schimmel, Hallac, Çev. G. Ahmetcan Asena, İstanbul: Pan, 2011, s. 25.

  • 7 Feridüddin Attar, Tezkiretü’l-Evliya, Çev. Prof. Dr. Süleyman Uludağ, Bursa: İlim ve Kültür Yayınları, 1984, s. 505.

  • 8 Suad el-Hakîm, İbnü’l Arabî Sözlüğü, Çev. Ekrem Demirli, İstanbul: Kabalcı, 2005, s. 313.

  • 9 Süleyman Uludağ - Nurettin Bayburtlugil, “Aynülkudât el-Hemedânî” İslam Ansiklopedisi, İstanbul: TDV, 1991, s. 281.

  • 10 Goethe, Faust, Çev. Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak, İstanbul: İstanbul Kitabevi, 1960, s. 52.

  • 11 Prof. Dr. Mustafa Öztürk, Kıssaların Dili, Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2013, s. 112.

  • 12 Mevlana Celâleddin Rûmî, Mesnevi, Çev. Derya Örs-Hicabi Kırlangıç, Konya B. Belediyesi, 2010, s. 298, 299.

  • 14 Gazali, age., s. 18.

  • 15 İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, İstanbul: Kapı, 2016, s. 431.16 Gazali, age., s. 84.

  • 17 Miguel de Unamuno, Sis, Çev. Behçet Necatigil, İstanbul: Can Yayınları, 2019, s. 12718 Mevlana Celaleddin Rumi, age. s. 299.

  • 19 Gönül Yonar, “Bir Medeniyet Tasavvuru Olarak Zinderud’un Tılsımlı Kapısı” Hece Dergisi, Muhammed İkbal Özel Sayısı, Ankara: 2013, s. 431.

  • 20 Muhammed İkbal, Câvidnâme, Çev. Prof. Dr. Annemarie Schimmel, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1989, s. 331.

  • 21 İkbal, age, s. 333, 334.

  • 22 Muhammed İkbal, Cebrail Kanadı, Çev. Celal Soydan, Ankara: Hece, 2015, s. 164, 165.

  • 23 Muhammed İkbal, Câvidnâme, Çev. Prof. Dr. Annemarie Schimmel, Ankara: Kültür Bakanlığı, 1989, s. 332.

  • 24 Muhammed İkbal, Cavidname, Çev. Halil Toker, İstanbul, Kaknüs, 2008, s. 189.

  • 25 Muhammed İkbal, Cebrail Kanadı, Çev. Celal Soydan, Ankara: Hece, 2015, s. 189.