Ömer Seyfettin'i yeniden okumak: Bir Dilbilimi Meselesi
Ömer Seyfettin dili, millet kavramıyla ilişkilendirerek"yeniden" tanımlar. Milleti yeniden tanımlarken yazgısını da dil ile çizer. Çünkü "İnsanıninsan olması da kendi yazgısını kendisinin çizmesi de dil ile olur."
"İnsanlar onu anlayamadılar, onu işitmeden önce." Herakleitos Ömer Seyfettin; jimnastikten sanata, şiirden dile dair pek çok konuda düşünmüş, fikirlerini nesirlerinde açık yüreklilikle yazmıştır. Dile dair düşünceleri, fıkra ve makalelerinde oldukça büyük yer kaplamaktadır. Ayrıca Seyfettin, yazılarında yeni yeni filizlenen "lisaniyat1" ilmine [dilbilimi] de dikkat çekmiştir. Dil düşüncelerini "Yeni Lisan" adı altında eyleme dökmeden felsefi zeminini oluşturmuş, dil konusunda yapmak istediği ıslahatı bir lisaniyatçı olarak düşünmüş ve buna göre hareket etmiştir. Yani, ortaya koymak istediği dil düşüncesini, dilin ilmini ya da dilbilimini bilerek savunmuştur. Ömer Seyfettin'in lisaniyat ilmi olarak ifade ettiği dilbilimi, dili kendi içinde ve kendisi için inceleyen bir bilim dalı olduğunu kabul eder. Dilbilimin kurucusu sayılan Saussure ile dile dair benzer bir düşünceyi paylaşan Seyfettin, Saussure'ün meşhur dil ve söz karşıtlığına paralel olarak lisan ve beyan ayrımı yapmıştır. Kendi deyişiyle söylenecek olursa lisan ve beyanın hududunu çizmiştir. Bilindiği gibi Saussure, bazı ikili karşıtlıklar ileriye sürmüştür. Bunlardan biri de Dil ve Söz karşıtlığıdır. Bu iki kavram özü itibariyle birbirine zıttır. Dil, bir toplumu birleştirirken Söz, o toplumdaki insanları birbirinden ayırır.
Dil genel kurallar bütünüyken Söz, o dilin bireysel kullanımıdır. Dil tektir ama Söz, o dili konuşan insan sayısıncadır. Ömer Seyfettin ise lisan ve beyanın hududunu şöyle çizer: "Lisan unsurlarını hepimizin tanıdığı umumi bir alettir. Hepimizin lafızları, sarfı, nahvi, mantığı birdir. Beyan ise lisanın şahsa göre değişen bir hususiyetidir. Hepimizin umumi, müşterek malı olan lisanı biz öyle kullanırız ki lafızları, sarfı, nahvi bir olduğu halde ortaya mühim bir ‘beyan' farkı çıkar. Hayallerimizin, hislerimizin, teessürlerimizin resmi olan ‘beyan' çok müşahhastır."2 Görüldüğü üzere Saussure ve Ömer Seyfettin'in bu iki tanımı birbirine oldukça yakındır. Ancak Hulusi Geçgel, "Yeni Nesir Dilinin Kurulmasında Ömer Seyfettin'in Görüş ve Önerileri" adlı makalesinde Seyfettin'in bu sözlerle "ediplerin eski üsluba dair tutumlarını eleştirdiğini" ileri sürer. Yani, Söz'ü üslup olarak okur. Fakat Seyfettin'in beyanını bireysel dil tasarrufu yani Söz olarak okumak da mümkündür. "Her konuşan özne, kendini kişisel ve bireysel bir biçimde ifade eder. (...) İnsanlar arasındaki ayrım da işte burada başlar.
Bütün bunlar F. De Saussure'ün dil/söz karşıtlığındaki söz düzleminde gerçekleşir. Çünkü dil toplumsal, söz bireyseldir."3 Ömer Seyfettin, lisanî vicdan olarak adlandırdığı bir kavrama da dikkat çekmiştir: "Bir lisanı tekellüm edenlerde "lisanî vicdan" namı verilen bir meleke vardır ki kelimelerin mürekkep ve basit olduğunu ne suretle telaffuz edilip ne manaya delalet eylediğini temyiz ederek tekemmülün şiveye muvafık bir surette idaresini temin eder."4 Ömer Seyfettin'in bu "lisanî vicdan" kavramını dilbilimciler "dil yetisi" olarak adlandırır. Dil yetisi, yani lisanî vicdan, insanın zihninde yer alan şemaları ile dil edinimi ve kullanımına dair içselleştirilmiş bilgiyi içerir. Seyfettin'in söylediklerine koşut olarak Chomsky, Ömer Seyfettin'in lisanî vicdanını yani dil yetisini şöyle tanımlar: "Dil yetisi insanlara özgü bir yetidir. Tüm insanlarda var olan ve başkalarında var olmayan, benzersiz, basit girdilerle zengin ve karmaşık dilleri ortaya çıkartabilen bir yeti. Bu şekilde gelişen dil, bizim ortak biyolojik doğamız doğrultusunda belirlenmiştir, düşünce ve kavrayışa derin bir biçimde nüfuz eder ve doğamızın temel bir bölümünü oluşturur."5
Dilcilerin büyük bir çoğunluğu, dil ve düşünce üzerine düşünmüş ve "dil ile düşüncenin, sözcükle kavramın ayrılmazlığı" sonucuna varmışlardır. Ömer Seyfettin de dil/düşünce [dimağ, idrak] ilişkisinin ve bunun getirdiği sonuçların farkında olarak şunları yazmıştır: "Kavimlerin lisanlarındaki fark yalnız kelimelerde değildir; cümlelerde, terkiplerde; bunların intibalarındadır. Mesela Türkler lisanlarının teşekkülünden beri ‘sıfat'ı evvel, ‘mevsuf'u sonra söylerler: ‘Beyaz at.' derler. Dimağlarda evvela beyazlık intiba eder. Sonra at. Hâlbuki bu terkip Farisi kidesiyle ifade olunursa ‘Esb-i sefid' denir. İşte, Türk dimağına muhalif bir hal!"6 Görüldüğü gibi, yabancı kuralların dile girmesi durumu; anadilin getirdiği düşünme biçimini olumsuz etkilemektedir. Dil, dil dışı dünyayı yeniden yorumlama yöntemi olarak varlık gösterdiğinde; karışık [muhtelit] kurallara sahip bir dil görünümü çizen Türk dili, düşünce sistemindeki bu değişikliklerden dolayı farklı dünyalar yaratacaktır. Bu da dilden ayrı düşünülemeyen insan için zorluklar doğuracaktır.
Bilindiği gibi dili ayakta tutan temel, dilin kuralları yani dil bilgisidir. Bir dile farklı dillerden kelimelerin girmesi sanıldığı gibi o dilin varlığını tehlikeye atmamaktadır. Önemli olan farklı dil kurallarının dile girmemesidir. Esasında bir dili konuşan insanlar, başka bir dilden kural aldığında düşünce sistemlerine de büyük bir darbe alırlar. Çünkü söz dizimi denen yapı, düşünceyle bir olmuştur. Düşünce dile dayanarak, daha doğrusu dille kaynaşarak görevini yaptığından Ömer Seyfettin de bu konuda dikkatli olunmasını telkin eder. "Dil dışı dünyayı; toplumsal, ruhsal, fiziksel gerçekliği her dil kendine özgü biçimde yoğurur ve yorumlar, kavramlaştırır ve yapılaştırır, bir dünya görüşü, dünyaya bir bakış açısı getirir."7 Bu yüzden Seyfettin, "Türk'ün sadrında ancak Türk sarfı yaşar."8 der. Ömer Seyfettin, Yeni Lisan [2] makalesinde şöyle yazmıştır: "Elsine" âlimlerinden August Schleicher pek güzel anlatıyor ki her lisan ve her lisanın kelimeleri de fani birer mevcuttur; doğarlar, yaşarlar, ölürler.9" (...) "Dünyada her şey değişir. Bu bir kanundur.
Bir lisan da mütemadiyen bir değişme içinde yuvarlanır."10 Dilciler, insan dilinin en büyük özelliğinin zaman içinde değişime uğraması olduğunu ileri sürer. Değişmeyen diller neticede ölü dillerdir. Hem fonetik hem morfolojik hem de semantik açıdan bir dil daima farklı coğrafyalara gitmeyi arzulayan bir su gibidir. Dilin bu doğallık içinde akıp gitmesi, onu sağlıklı kılar. Bu noktada, dilin ani ve suni müdahaleleri kabul etmeyeceğini dile getiren Seyfettin, dilin ıslahı noktasında ise dilin kendi haline bırakılmasını değil şuurla işlenmesini önerir. "Şüphesiz hiçbir lisan tesis edilemez; o da bir mevcuttur; kendi kendine teessüs eder."11 cümleleriyle de yine dilin doğallığına dikkat çeker. Lisanı [dil] en kavî bağ olarak tanımlayan Seyfettin, bu tanımıyla kendi içinde felsefi bir tutuma, bir bakış açısına işaret eder."12 "Lisan hiçbir vakit suni olamaz." derken lisanın oluşturulamazlığına [tesis edilemezlik] dikkat çeker. Ayrıca bir dilin karma olamayacağını, birden fazla dil kuralını bünyesinde barındıramayacağını, "Her lisanın bir lisan olduğunu"13 öne sürer.
Seyfettin'e göre dünyanın hiçbir tarafında muhtelit [karma, karışık] bir lisan yoktur. "Her lisanın kendine mahsus tabiatı, zevki, sarfı, hususiyeti, milliyeti vardır."14 Bu düşüncesini ispatlamak için lisan ilmine başvurur ve şöyle yazar: "Lisan ilmi bize pek güzel ispat ediyor ki muhtelit dil olamaz. Bir lisan diğer lisandan, kendisinde bulunmayan kelimeleri alabilir; bu birçok zaruretlerin neticesi olduğu için meşrudur. Fakat kide alamaz. Fakat dünyanın hiçbir tarafında bir dil tasavvur edilemez ki birkaç lisanın kideleri altında ezilmiş olsun. Ve yine hiçbir kabul yoktur ki onun tekellüm lisanı başka tahrir lisanı başka olsun."15 Ömer Seyfettin, makalelerinde Alman dilbilimcilerden Max Müller'e de atıfta bulunur. Müller şöyle der: "Bir lisan kendi cezirlerinden değil kendi tasarruflarından müteşekkildir."16 Dilin, kullanımlarından ve bünyesinde barındırdıklarından ibaret olduğunu ileri sürerken esasında dilin bünyesine giren unsurların dil içerisinde fonetik, morfolojik ve semantik açıdan özgünleştirdiğini ileri sürer.
Bu unsurların artık dile ait olduğunu savunur. Seyfettin'in bir başka ifadesiyle "Lisan, réalite linguistique yani lisanî şe'niyet demektir. Hakikat konuşulan, kullanılan, anlaşılan selikamızda yaşayan lisandadır."17 Ömer Seyfettin, Yeni Lisan hareketinin sorgulandığının farkındadır. Bu eleştirileri gördüğünü ve bu fikirde neden ısrar ettiğini tekrar tekrar yazar. Yeni Lisan ve Çirkin Taarruzlar makalesinde bu meseleyi ele alır. Yeni Lisan fikrinin bir felsefesi olduğunu, lisaniyat ilmini dikkate alarak bu fikri sürecin başlatıldığını öne sürer. Oldukça sert bir dille kaleme aldığı bu makalede şu cümleler dikkat çekicidir: "Arzu edenler yukarıdaki Yeni Lisan'ın esaslarına dair olan sualleri Avrupa'da meşhur lisaniyat âlimlerine yazabilirler. Temin ederiz, mutlaka cevap alacaklardır."18 Bu makalenin kemiğini oluşturan altı soru esasında Yeni Lisan'ın lisaniyat ilmine yaslanan, sağlam gerekçelere dayanan ve gerçekçi temeller üzerinde kurulan bir hareket olduğunu ileri sürer niteliktedir.
"Bu hakikati [Osmanlı lisanı diye bir lisan olmadığını], en muhtasar bir "lisaniyat" bir "selikıyat" kitabının yapraklarını karıştırırsanız hemen anlarsınız."19 cümlesi de Seyfettin'in referans aldığı ilimlerin ne olduğunu gösterir. Ayrıca Ömer Seyfettin dili, millet kavramıyla ilişkilendirerek "yeniden" tanımlar. Milleti yeniden tanımlarken yazgısını da dil ile çizer. Çünkü "İnsanın insan olması da kendi yazgısını kendisinin çizmesi de dil ile olur."20 Sonuç olarak Ömer Seyfettin; Türk hikâye dilinin kurucusu, Türkçülük fikir akımının öncüsü olmasının yanı sıra dile, Türkçeye dair bir dilbilimci hassasiyetiyle yaklaşan bir dil düşünürüdür denilebilir. Oldukça gerçekçi ve bilimsel tavırla savunduğu Yeni Lisan, geçmişte nasılsa bugün de -onun ifadesiyle- en tabiî şekilde varlığını sürdürmektedir. Dile ve dil düşüncesine dair hassasiyeti, çalışmaları, ortaya koyduğu fikir ve eylemleri çağının ihtiyacını karşılar niteliktedir. Yeni Lisan'ı hazırlayıp savunurken dil [lisan], dil ve düşünce [lisan ve idrak], millet, kültür [hars], beyan, konuşma dili [tekellüm lisanı], yazı dili [tahrir lisanı], filoloji [elsine (philologie)] kavramları üzerinde mesai harcar.
Netice olarak Ömer Seyfettin; yirminci yüzyılda, yani vatanın kapitülasyonlar altında dilin ise -kendi ifadesiyle- ecnebi kideler istilasında olduğu bir çağda felsefî, ilmî temelleri olan bir dil hareketinin savunucusu olmuştur.
- 1 XX. yüzyıl Türkçesinde filoloji karşılığı olarak kullanılmıştır (Kaynak: Kubbealtı Lügati).
- 2 Ömer Seyfettin, Sanat ve Edebiyat Yazıları, s. 153.
- 3 Zeynel Kıran, Ayşe Eziler Kıran, Dilbilime Giriş, s. 48.
- 4 Uyguner, Ömer Seyfettin Bütün Eserleri, Dil Konusunda Yazılar, s. 95-96.
- 5 Chomsky, Bilgi Sorunları ve Dil - Managua Dersleri, s. 53.
- 6 Ömer Seyfettin, Bütün Nesirleri: Fıkralar, Makaleler, Mektuplar ve Çeviriler, s. 220.
- 7 Zeynel Kıran, Ayşe Eziler Kıran, Dilbilime Giriş, s. 58.
- 8 Ömer Seyfettin, Bütün Nesirleri: Fıkralar, Makaleler, Mektuplar ve Çeviriler, s. 310.
- 9 a.g.e., s. 223.
- 10 a.g.e., s. 224.
- 11 a.g.e., s. 224.
- 12 Zeynel Kıran, Ayşe Eziler Kıran, Dilbilime Giriş, s. 68.
- 13 Ömer Seyfettin, Bütün Nesirleri: Fıkralar, Makaleler, Mektuplar ve Çeviriler, s. 351.
- 14 a.g.e., s. 234.
- 15 a.g.e., s. 271.
- 16 a.g.e., s. 273.
- 17 a.g.e., s. 361.
- 18 a.g.e., s. 303.
- 19 a.g.e., s. 349.
- 20 Zeynel Kıran, Ayşe Eziler Kıran, Dilbilime Giriş, s. 57.
- Kaynakça: Muzaffer Uyguner, Ömer Seyfettin Bütün Eserleri, Dil Konusunda Yazılar, Ankara: Bilgi Yay., 1989. Noam Chomsky, Bilgi Sorunları ve Dil - Managua Dersleri, Çev.: Veysi Kılıç, BGST Yay. Ömer Seyfettin, Bütün Nesirleri: Fıkralar, Makaleler, Mektuplar ve Çeviriler, Haz.: Nâzım Hikmet Polat, 2. Baskı, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 2018. Ömer Seyfettin, Sanat ve Edebiyat Yazıları, Haz.: Muzaffer Uyguner, 2. Baskı, Ankara: Bilgi Yay., 1998. Zeynel Kıran ve Ayşe Eziler Kıran, Dilbilime Giriş, Ankara: Seçkin Yay., Eylül 2013.