Işıltısız geçiş
Anlatmak istediğini doğrudan ifade eden ve bilhassa karakterlerin sesini ön plana çıkartmayı amaçlayan Mizgin Bulut'un bu ilk kitabı, eksik ve fazlasıyla dikkate değer bir eser olmuş.
Yokuş Aksanı, birey, toplum ve aile kavramlarını ele alıyor. Doğru ya da yanlış bir genelgeçer sonuca varmak yerine, okuyucuyu o anın içinde tutmayı amaçlıyor. Bunu da kendi sesinden ziyade karakterlerinin kendiliklerini ortaya çıkararak yapıyor. Bir yaranın kabuk döküşünü, eskiyle yüzleşmeyi ince ince işliyor. Hususen, "Öyle Olmaması Gereken Bir Süreyya" en beğendiğim öykü oldu diyebilirim. Öyküde; "Yeni olanda beni ürküten şey, korunması gerekliliğiyle ilgili sanırım." diye düşünen bir öykü kahramanı karşımıza çıkıyor. Eve alınacak her yeni şey onu tedirgin ediyor. Ancak gün gelir, korkulu rüyası gerçekleşir. Eve yeni bir şey alınır; bir vazo. Kâbus başlar. Devrilmemesi, kırılmaması için günlerce gözlerini ondan alamaz. Her daim diken üstündedir. Aralıksız temaşa seremonisi git gide yorucu olunca, bir arkadaşına danışır. Vazonun kırılmaması için arkadaşının verdiği cevap, okurda vurucu bir etki bırakır. İşte bu vurucu etki maalesef diğer öykülerde kendini gösteremiyor.
Bir öyküyü, daha doğrusu kurgusal metinleri günlük konuşma metninden ayıran en önemli unsur iyi oluşturulmuş kurgusu olsa gerek. Mesela toplumsal bir meseleyi ele alan bir öyküyü okumaya başladığımızda okur olarak bazı beklentilerimiz oluşur. Akışa kendimizi bırakıp anlatıda parlak kurgusal manevralar arayıp keyif almak isteriz. Ya da tam tersi bizi rahatsız eden bir şeylerin peşine düşeriz. Gözlerimiz ister istemez dimağlara kazınması için güçlü bir son arar. Kurgusal açıdan bir yere varamayan okuyucu boşluğa bırakan öyküler maalesef bu etkiyi veremiyor. Öte yandan anlatmak istediğini doğrudan ifade eden ve bilhassa karakterlerin sesini ön plana çıkartmayı amaçlayan Mizgin Bulut'un bu ilk kitabı, eksik ve fazlasıyla dikkate değer bir eser olmuş.