İmgeyle tutuşturan öyküler

MAHMUT SAMİ YILDIZ
Abone Ol

Bora Abdo'nun geçtiğimiz Şubat'ta yayımlanan son öykü kitabı Hayâlî'nin Tesadüfleri de işte bu imgesel anlatımın olanca kuvvetiyle hissedildiği bir eser. Abdo, maharetle oluşturduğu imgeler ile okurlarının bilinçdışı kimi odaklarını uyarıp çağrışım kapısını aralıyor ve böylelikle öyküde anlatmak istediği temanın muhatabınca da hissedilmesini sağlıyor.

Olta balıkçılığı müptelalarının yegâne amacının balık tutmak olduğu sanılır. Oysa, asıl tutkun oldukları, eylemin kendisidir. Bir ritüeldir balığa çıkmak. Oltayı, yemleri hazırlamak, saatlerce bekledikten sonra boş bir kovayla kıyıdan ayrılmak kimi zaman. Makarayı sarıp çengele saplanmış balıkları görmek onlar için bir bahanedir yalnızca. Hangi disiplinden olursa olsun, hakiki sanat takipçileri de tıpkı olta balıkçıları gibidir. Anlam bir bahanedir. Eserlerdeki imgelerin çağrıştırdıkları, eserlerin derinlerine saklanmış anlamlarının önündedir. Elbette bu bahis, anlamı değersizleştirmek değil; sanat eserinin, muhatabı olan bireye ilk ve dahi kalıcı etkisinin imgeler yoluyla olduğunun bir vurgusudur. Bora Abdo'nun geçtiğimiz Şubat'ta yayımlanan son öykü kitabı Hayâlî'nin Tesadüfleri de işte bu imgesel anlatımın olanca kuvvetiyle hissedildiği bir eser.

Abdo, maharetle oluşturduğu imgeler ile okurlarının bilinçdışı kimi odaklarını uyarıp çağrışım kapısını aralıyor ve böylelikle öyküde anlatmak istediği temanın muhatabınca da hissedilmesini sağlıyor. Bu imgesel anlatıma örnek olarak kitabın ilk öyküsünde (Hiçbiri) geçen şu cümle verilebilir: "Babam, safir bir çakıyla oyulmuş çok güzel bir yaradır yüzümde." Tercih edilen müphem üslup ise imgenin gücüne güç katmakla kalmayıp aynı zamanda öykünün estetik olarak daha doygun bir hâle gelmesini sağlıyor. İmge yoluyla bilinçdışı harekete geçirilirken öykünün finaliyle birlikte keşfi tamamlanan anlam da bilincin tatmin olmasını sağlıyor. Abdo'nun öyküdeki başarısının temelinde de okuyucunun hem bilincini hem de bilinçdışını hedeflediği gibi tam on ikiden vurması yatıyor olsa gerek. Çoğunluk öykünün harmanlandığı temanın ölüm olması dikkati çeken bir diğer nokta.

Hatıralarda kalmış bir ölümün yeniden gündeme gelmesi ve genişleyerek şimdiki zamana tümüyle hakim olması. Tıpkı "Mandal İzleri" adlı öyküde ifade edildiği gibi: "Ölmüşsün sen. Dünyaya ölü doğarak geldin zaten." On üç öyküden oluşan kitabın iki bölüme ayrıldığını belirtmekte de fayda var. Mekan olarak Adalar'ın tercih edildiği ilk kısımda yer alan on öyküde Abdo, hem Ada canlılarının (insanlar kadar hayvanlar da) hem de kendi kişisel tarihinin izini sürmekte. İkinci kısım ise kitaba adını veren "Hayâlî'nin Tesadüfleri" başlığı altında üç öyküden oluşmakta. Bu üç öyküde ise Abdo iki yazar ve bir aktöre isimlerini vermeden selam duruyor. Keşfi okura bırakıldığı için isimleri bu yazıda da zikredilmeyecek olan bu üç karakterin maruz kaldıkları zulmü, haksızlıkları ve yaşadıkları yalnızlıkları kendine has üslubuyla öyküleştiren yazar için adaletsizliğe isyanını bu metinlerle haykırdığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Öykülerdeki dil bütünlüğü ise Abdo'nun yazma eylemindeki tecrübe ve birikiminden ileri geliyor. Ödüllerin yazarların yetkinliği konusunda ne düzeyde belirteçler olduğu tartışmalı olsa da önceki kitaplarıyla Yunus Nadi Öykü Ödülü ve Sait Faik Hikâye Armağanı'na layık görülmesi bile Abdo'nun dil işçiliğinin seviyesi hakkında fikir verebilir. Hacim olarak ince görünse de etkisi birçok kitaba göre çok daha uzun süren Hayâlî'nin Tesadüfleri, Oğuz Atay'ın Demiryolu Hikâyecileri'nde olduğu gibi okuyucusunu bekliyor. Fakat bir farkla; tren istasyonunda değil, son ada vapurunun kıç kısmında.