İki cihan aresinde

BURCU BAYER
Abone Ol

Gregor Samsa’nın gördüğü bunaltıcı düşleri “hayrolsun inşallah, uyanınca üç kere soluna tükür evladım, akan suya anlat,” diye savuşturan bu anlatıcı tipine günümüz öyküsünde seyrek de olsa rast gelebiliyoruz. Bu dönemde bu işin ustalarından biri de Mustafa Çiftci. Ah Mercimeğim isimli üçüncü öykü kitabında da bu üslubun tavını bulduğunu görebiliyoruz.

Her sülalede fıkra ve hikaye anlatmayı seven, o anlatınca anlattığı şekerlenip şerbetlenen, anlatırken nerede yavaşlayıp nerede gürleyeceğini bilen, fıkranın o en komik yeri geldiğinde vurgusunu tam tonunda yaparak herkesi kırıp geçiren bir Meddah tipi vardır. Aklı ermeye başlayan çocuklardan tutun da gençler, akranlar, yaşlılar o anlatsın da gecemiz neşe, gönlümüz sürur bulsun diye beklerler. Bayram ziyaretlerinden kaytarmaya meyyal yeni yetmeler bile meraklanır bu sene de eşref saatinde olur da gençliğinden hikayeler anlatır mı diye.

Ah Mercimeğim, müellifin diğer kitaplarıyla akrabalığını sürdürüyor.

Bilirsiniz, bu tipler yalnız kendi hikayelerini değil, başkalarının hikayelerini de öyle güzel anlatırlar, hikayeleri uc uca ekler, “ya sen Muhsin’in başına gelenleri duydun mu’dan başlayıp, lisedeki boncuk gözlü sevgilisine, dedesini taklit eden torunlara, Trabzonspor’un efsane gollerine, ninesinin karne kuyruğu hatıralarından Zeki Müren’den imza almaya kadar geniş bir repertuarda, aralara fıkralar da ekleyerek anlatır da anlatırlar. Bizim ailenin meddahı da -rahmet olsun ruhuna- Cumhuriyet Ortaokulu Emekli Müdürü Yusuf Amca’ydı. Vefatından bir hafta önce, hastane odasında yatarken refakatçi olarak gelen yeğenine “bu gece uyumak yok,” demişti, “sabaha kadar fıkra anlatacağız, bir sen bir ben.”

İnceliğe baksanıza! Böyle geçiş ritüeli nerde var. Hollywood halt yesin. Benim yakışıklı pederimin de Yusuf Amca’dan aşağı kalır yanı yoktur. Hatta Yusuf Amca babamı nerde görse, bizim orda meşhur bir “Desene Ocağım Söndü” fıkrası vardır, onu anlattırırdı. Ben babam gibi değilim, güzel anlatamam, ama şu kadarını söyleyeyim, bu kısacık fıkra iyi bir trajedinin tüm ögelerine sahip olduğu gibi, içindeki ince mizah baş kahramanın naifliği ile birleşince ortaya unutulmaz bir etki bırakır.

Sözün kısası makbuldür deyip lafın düğümünü şuraya atalım: Pek denemeli, inişli çıkışlı 2000’ler öyküsünde yazarların tercih ettiği üslup ve anlatı biçimlerinden biri de yukarıda betimlemeye gayret ettiğimiz Meddah tipidir. Anlatmayı seven, içten, samimi, dile, deyişlere, dilin inceliklerine hakim, nerede neyi, nasıl anlatacağını bilen, dinleyicinin nabzına göre şerbet vermeyi pek güzel beceren bir anlatıcı tipidir bu. Gregor Samsa’nın gördüğü bunaltıcı düşleri “hayrolsun inşallah, uyanınca üç kere soluna tükür evladım, akan suya anlat,” diye savuşturan bu anlatıcı tipine günümüz öyküsünde seyrek de olsa rast gelebiliyoruz. Bu dönemde bu işin ustalarından biri de Mustafa Çiftci. Ah Mercimeğim isimli üçüncü öykü kitabında da bu üslubun tavını bulduğunu görebiliyoruz.

Ah Mercimeğim, müellifin diğer kitaplarıyla akrabalığını sürdürüyor. Adem’in Kekliği ve Chopin’de görece kısa hikayeler anlatıyordu Çitfci, Bozkırda Altmışaltı’da öykülerin sayısı azalmış, hikayeler uzamıştı. Son kitabında ise hikayeler iyice uzamış, ayrıntılanmış, derinleşmiş. Çiftçi yine taşralı küçük insanın hikayelerini, gönül yangınlarını, yaralarını, yokluklarını, hovardalıklarını, temkinli bakışlarını, hülasa, insanı insan yapan şeyleri bulup anlatmış. Diğer kitaplara nazaran konu ve karakter yelpazesini -Çiftçi’nin ifadesiyle- “ecik daha” genişletmiş ama küçük esnafın dünyasını kuran endişelere olan ilgisi baki kalmış. Bu kitapta, Çiftci’nin içindeki Meddah da olgunlaşmış, -rahmet olsun ruhuna- Yusuf Amca gibi anlatışının ve anlattığının keyfini çıkaran, acele etmeyen ama sözü uzatıp bunaltmayan da bir adama dönüşmüş.

Çiftci’nin öykülerinde radikal kötüler, içinde çıkılması imkansız trajediler ve boğucu dramalar yoktur.

Bahsettiğim “Desene Ocağım Söndü” fıkrasını bilenler dikkat kesilsin. Hatırlarsınız Özdenören’le Kutlu arasında “İslam’da trajedi yoktur” düsturu üzerinden öykücülüklerini, hikaye etme tercihlerini, neyi nasıl ve ne kadar anlatacaklarına dair bir tartışma yaşanmıştı. Bizim fıkra, tastamam Müslüman dünya görüşüne, kader ve teslimiyete uygundur ama gücünü de oradan alır ve insanı güldürür, hoş eder, biraz içini burar, sonra da “ah teslimiyet” dedirtir. Mustafa Çiftci’nin öyküleri için de geçerlidir bu. Çiftci’nin öykülerinde radikal kötüler, içinde çıkılması imkansız trajediler ve boğucu dramalar yoktur. En çaresiz anda biri çıkıp “ah mercimeğim” deyiverir, “ah mercimeğim.” Sorunlara karşı ümitvar, sebatkâr ve yapıcı olmaya çalışan, aydınlık karakterler seçer Çiftci. Bu bakımdan da Özdenören geleneğinden çok Kutlu›ya yaslanır. Bu haliyle de, uzak bir köy kahvesinde, tok sesi ve kendinden emin tavrıyla bir aşk hikayesine henüz başlamış usta meddahın sesini yankılar.

  • Temel Almancı, yıllardır gurbetlik çekiy, görmüş Dursun’u. Demiş “Ula Dursun, de bakaym, bizim köy has midur, sulari akay mi?” Dursun demiş “Eyidur, hasdur”. Temel demiş “Benum bi çil horozum vardi, o da duriy mi? Dursun demiş “Yok Temelum, bu kış pek çetin geçti, kurtlar köye indi, senin horozu da kurt kaptı.” Temel demiş “E bizum Karabaş ne demeye duriy, tutmamiş mi horozi?” Dursun demiş “Sizin Karabaş’ın boğazına eşşeğin kemiği takıldi, boğuldi, öldi.” Temel demiş “Uyy, hangi eşşekdur bu?” Dursun demiş “La sizin eşşek yok mu?” Temel demiş “A benum boncuk gözlum, o değirmende diy miydi?” Dursun demiş “Değirmendeydi de babanun tabutunu çekerken düşti öldi” Temel demiş “Ula ne dersun, babam mi öldi?” Dursun demiş “E anandan sonra pek yaşamadi” Temel demiş “ Uuu, anam da mi öldi?” Dursun demiş “Eviniz yanaydi, kurtaramadik” Temel demiş “Ula Desene ocağum söndi” Dursun demiş “Yok Temelum, ev yanayken ben ordaydim, ocağınız sağlam kaldi.” (AA)