Hikâyesi
Mahmut Coşkun'a Vesanat Dergisi'nin hikâyesini sorduk:
Bir sonbahar akşamı, yapraklar hışırtıyla dans ederken gözlerimi boğaza dikmiş Üsküdar sahilde öylece duruyordum ki çıktı bu fikir. Şaka şaka, öyle değil. Epeydir bir dergi çıkarsak mı diye düşünüyorduk, yani düşünüyordum, arkadaşları da bu konuda sürekli darlıyordum. Ben böyle elimde iş olmayınca başına iş açanlardanım, geçtiğimiz yaz da planladığım birçok şeyi tamamlamıştım, işte öykü dosyası, senaryo, yeni roman planı filan vs. dedim bu dergiyi çıkarmalıyız. Tabii boşluktan hadi dergi çıkaralım deyince çok da havalı olmuyor, nitekim düşünene kadar boşluk filan kalmadı, bir sürü başka iş çıktı. Ama bir kere tohum girdi beyne, yeşillenmeye başladı, şimdi yeşil de kesilmez malum, duramadık yerimizde. Erhan uzun zamandır dergi çıkarır mıyız bir gün diye sohbet ettiğim bir dostum. Onu aradım, dedim "Abi dergi çıkarıyoruz hazırlanalım," hemen "tamam," dedi. N'oluyo, ne bitiyor bir sor, yok hemen tamam. Zaten tam bir organizasyon adamıdır Erhan, anında toparlar ortalığı.
Ben de daha önceki dergilerde beraber çalıştığım arkadaşları aradım hemen, işte Hicran'ı aradım, "Ben varım," dedi o da. Sonra hemen Aynur'u aradım, derken Kadir'i, Hüseyin'i, Ali Oktay'ı aradım, bu arada kimse ne dergisi diye sormuyor. Herkes "Tamam," diyor. Dedik bir toplanalım konuşalım, o sıra Erhan dedi ki "Fatih Baha çok iyidir, onu da alalım ekibe," biz tanışmıyoruz o zaman Baha ile hatta Kürşat da var, tamam dedik haberleştik, Üsküdar'da bir kafede oturduk. Dergiyi anlatmaya başladım ben, herkes bir şaşırdı, sanat dergisi mi? Ben o kadar kafamda şekillendirmişim ki zannediyorum herkeste de aynı düşünceler var. Uzun süren toplantının ardından herkes bir noktada birleşti. Sonra kimsenin tahmin etmediği bir şey oldu, meğer Baha dergiciymiş zaten, orayı aradı burayı aradı bir şeyler oldu, dedi ki tamam yarın basabiliriz. Tabii buradaki tatlı detayları atlıyorum, "Yok yarın!" der gibi bir şeyler geçti aramızda. O kadar garip ilerledi ki sanki Baha ile yıllardır tanışıyormuşuz da hep dergi çıkarmayı planlıyormuşuz gibi oldu.
- Hiç yüksünmeden birbirimizi çok iyi anladık, Erhan da işin en başından beri içinde olunca bazı şeyler tahminimizden hızlı gelişti. Bitti mi? Hayır. Arkadaşlar çok kısa bir sürede her şeyi toparladılar. Aynur'un içinden komutan çıktı bildiğin, ne lazımsa ertesi güne hazır oluyor. Hicran desen sanki yıllardır dergici, içimizdeki en profesyonel davranan editör o olabilir. Ali Oktay zaten bu işlerin çok içinde bir adam, elini taşın altına soktu, eleştiri köşesini sahiplendi, yetmedi bir de kitaplığa el attı, derken Erhan zaten yıllarca dergicilik yapmış bir adam, bir iki kilit noktayı çözdü, redaktörlüğünü konuşturdu. Kürşat optik okuyucu gibi anında teslim etti elindeki işi, sonra baktık dergi hazır. Dergi müthiş oldu mu bilmiyorum ama ekip müthiş oldu diyebilirim. İşin şakayla karışık vakası bir yana, gerçekten de biz sanat adına bir şeyler konuşabileceğimiz bir dergi hazırlamanın heyecanını epey yaşadık. Zaten çok iyi öykü, çok iyi şiir, çok iyi merkez dergileri vardı. Maksat edebiyata hizmet etmekse buna sanat kuramının, sanatın birçok dalının konuşulabildiği bir iş de eklemek istedik.
Sinemadan müziğe, felsefeden tiyatroya, öyküden denemeye birçok disiplini bir araya toplayabilecek miydik epey düşündürdü bu bizi? Nihayetinde ki en başından beri muhakkak bir dosya konusunu işlemeyi de planlıyorduk, dosya yazıları elbette biraz akademik tavırla yazılacak yazılardı, o da şekillenince dergi bu hâlini aldı. Ne olur ne biter bilmiyoruz ama ilk defa satış kaygısı, şurada bulunsun buradan bulunsun derdi olmadan bir derginin içindeyiz hepimizde. Bu bizi o kadar rahatlatıyor ki neyi gerekli görüyorsak neyi arzu ediyorsak onu yazıyoruz. Geniş bir kitle hedefinden ziyade yıllar sonra bile isteklisinin, meraklısının eline aldığında faydalanacağı bir iş yapmak niyetindeyiz. Gün ola harman ola...