Her şeyin başı su

BURCU BAYER
Abone Ol

Remzi Şimşek Bir İmkânsız Ölüm Denemesi nam bir novella yazdı da bizi bu gamdan kurtardı. Okumayı unutan bir sahaf - Alim-, kafayı ideal pilavı yapmakla bozmuş bir gurme - Kudret-, en keskin bıçağı yapmaya uğraşan bir demirci - Celal- ile yıllarını bir köstekli saati tamir etmeye adamış bir saatçi - Cemal- bu anlatının ana karakterleri.

Bilge Karasu ya da Salah Birsel olmadığıma bazen çok yanıyorum. Eminim onlar bir yazıya nasıl başlayacaklarını bilir, Türkçenin en civcivli, en civanmert kelimeleriyle bir giriş kaleme alır, bununla da okuru hem heyecanlandırır hem de metne hazırlarlardı. Karasu olsa Faulkner’den bir anekdotla başlardı, Birsel ise İstanbul semtleri tarihinden girer en iyi pilav tarifine değinip meşhur saatçileri sayıp dökerdi. Biz tuttuk novella ile başladık. Yazık size ki ey kari, kala kala ben fakire kaldınız.

Novellanın Türk edebiyatında pek rağbet görmemesine üzülmekte fayda var diyerek başlayalım sözümüze. Öyle ki novella, bir romanın uzunluğuna, kurgusuna, giriftliğine gerek bırakmadan bir öyküyü aşan olayı, fikri ve karakter zenginliği ile derinliğini vermeyi başarması bakımından dikkate değer. Okuma deneyiminin farkı bile insana novellayı sevdirir. Günlerce başından kalkamadığınız o uzun romanların tadı başkadır elbet ama bitmesinden korkarak yavaş yavaş okumanın tadını da yabana atmamak gerekir. Dünya edebiyatına bakıldığında da konusu, karakterleri ve perspektifiyle akılda kalıcılığı en yüksek metinlerin arasında novellalar görmek şaşırtıcı değil. Kafka’nın Dönüşüm’ü, Şato’su, Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ı, Tolstoy’un İvan İlyiç’i, Thomas Mann’ın Venedik’te Ölüm’ü, Steinbeck’in Fareler ve İnsanlar’ı bir çırpıda akla gelenler. Şimdi başa dönelim ve bir dakikalığına Türkçe’de novellaların pek az yazıldığına üzülelim.

Şükür, Remzi Şimşek Bir İmkânsız Ölüm Denemesi nam bir novella yazdı da bizi bu gamdan kurtardı.

Şükür, Remzi Şimşek Bir İmkânsız Ölüm Denemesi nam bir novella yazdı da bizi bu gamdan kurtardı. Okumayı unutan bir sahaf -Alim-, kafayı ideal pilavı yapmakla bozmuş bir gurme -Kudret-, en keskin bıçağı yapmaya uğraşan bir demirci -Celal- ile yıllarını bir köstekli saati tamir etmeye adamış bir saatçi -Cemal- bu anlatının ana karakterleri. Karakterlerin her biri huyları, takıntıları, mizaçlarıyla birbirinden ayrılan, özgün, nev-i şahsına münhasır ama kurgunun parlatmaya ve keskinleştirmeye meyyal handikabını aşmayı başaran, olabildiğine sahici, bu tabirimi mazur görün, içimizden birileri. Bunun altını çizmekte fayda var. Zira yaratıcı yazarlık atölyelerinde karakter oluşturma bahsine gelindiğinde, bir kusuru, bir takıntısı olan karakter çizmenin akılda kalıcı ve çarpıcı olacağı öğretilerek yazar adaylarından bu tür portreler oluşturmaları istenir.

Bizim cevval yazar adaylarımız da uçtukça uçarlar ki eyvah ki ne eyvah. Ortaya küskün süpermenler, sağ gözü seğiren acar muhabirler nev’inden karakterler çıkar. Bu da sahiciliğe halel getirir. Sahiciliğe birazcık halel gelmesinde bir beis olmasa da, tamamen sentetik olması, karakterle kuracağımız ilişkiyi sakatlar. O nedenle dozajı ayarlamak ince hesap ya da başka deyişle, “öykücü gözü” işidir. Bu bakımdan Remzi Şimşek’in bu dört karakterini ve karakter oluşturma becerisini önemsiyorum. Bu metinde de karakterler, şimdi anlatacağımız nedenden dolayı ilave bir önemi haiz olduklarından, başlangıç için elimizde akılda kalacak kadar otantik, inandırıcılığını yitirmeyecek kadar sahiciler.

Novellanın ritmini ve okuma keyfini veren ana unsurlardan birisi de bu denemeler, başaramamalar, başarmaya yaklaşmalar, hezimetler.

Bir İmkânsız Ölüm Denemesi, Alim’in merkezî rolü etrafında, Kudret’in, Cemal’in ve Celal’in birbiriyle ilişkili ama her biri kendi yatağında akacak kadar da bağımsız birer kemal yolculuğu. Mükemmellik arzusu, Kudret’i biteviye pilav yapmaya sevk ederken; Celal’in bıçağı için yaptığı denemeler ile Cemal’in köstekli saati binlerce kez söküp takmasına neden oluyor. Buradaki anahtar, hiçbirinin pes etmeyerek bu mükemmellik için uğraşmaya devam etmesi, bunu dert edinmesi. Novellanın ritmini ve okuma keyfini veren ana unsurlardan birisi de bu denemeler, başaramamalar, başarmaya yaklaşmalar, hezimetler. Ayrıca, bu karakterleri bu mükemmelliğe motive eden sebepler de, her birinin müstakil hikayesini oluşturuyor. Burada bu hikayelerin ayrıntılarına girerek zaten şuncacık okuma zevkinizi heba etmek istemem.

Kitabın biçimine dair lakırdıyla devam edelim. “Anlatıcı”, “Söyleşi” ve “Her Şeyin Başı Su” adlı üç bölümde, önce Alim’in anlatıcılığı ile dörtlünün hikayelerini dinliyoruz. Tamamen Alim’in gözünden, dilinden ve iç sesinden oluşan ilk bölüm bize ana anlatıyı sunuyor. “Söyleşi” ise, Alim’in notlarının hasbelkader basılması sonucu meraklı bir hanım kızımızın kitap ve dörtlünün macerası hakkında Kudret, Cemal ve Celal’le yaptığı söyleşiyi ihtiva ederken “Her Şeyin Başı Su”, hanım kızımızın notuyla kitabı hitama erdiriyor.

Bu bakımdan ana anlatı bir söyleşi ve not ile üst anlatının çatısı altına giriyor. İlk bölümde konuşma çizgileriyle ayrılmayan, kesintisiz, yalnız iç konuşmanın italikle belirtildiği bir metin karşılıyor bizi. Seri, akan, soluksuz bir metin. Faulknervari bir üslup, yerli bir ses. Anlatının gücü, hiçbir muğlaklığa yer bırakmadan, betimlemesiz, tasvirsiz, yalnız akıp giden bir konuşmayla hikayeyi okura aktarmayı başarabiliyor. Bu üslubun muhibbanı pek sayılmam ama seveni için iyi bir okuma deneyimi olacağı garantisini verebilirim.

Yalnız, yazar “Anlatıcı” bölümüyle ana anlatıda gözden kaçacağından korktuğu metnin arka planındaki derinliği, bir bakıma metnin anlamını, tematik göndermeleri metni zihninde kurgularken düşündüğü felsefî katmanı vermek için bir numaraya başvurmuş: Üst anlatı. İkinci bölümü, muhtemelen metnin üslubundan kaynaklanan muğlaklığı gidermek için kullanarak, bir söyleşi ile metni açmaya gayret etmiş. Söyleşi yapan kızın soruları ve tespitleri ile mükemmellik gayretinin vurgulandığını görüyoruz.

Nitekim, nihayetinde Alim’in uzun okuyamamaları Mushaf-ı Şerif’le çözülüyor, Kudret o mükemmel pilavını yapıyor, Celal tam da arzuladığı gibi bir bıçağı dövmeyi başarıyor, Cemal ise saati çalıştırıyor. Yine söyleşideki bir tespit dikkat çekici: Kudret’in pilavının sırrı içine hapsettiği havada, Celal’inki bıçağı ateşte bekletmesinde, Cemal’inki saati hafifçe nemli bırakmasıyla suda iken Alim’in sırrını da toprakta buluyor. Böylece dört unsur hem tamamlanıyor hem de biteviye ama dengeli bir daire oluşturuyor. Bu okumayı mümkün kılacak ipuçları, dikkatli bir okurun gözünden kaçmayacaktır kuşkusuz.

Yine de, “Söyleşi” bölümünün, birinci bölümü şerh etmesiyle novellanın bütünü, kendi kendini şerh eden bir metin olarak arz-ı endam ediyor. Bu haliyle kapalı, tutarlı bir metin ortaya çıkıyor. Fakat diğer yandan da okurun elinden metin üzerinde düşünme hakkını alıyor. Bu yönüyle ikinci ve üçüncü bölüm vasıtasıyla yazar, sıkça karşılaştığımız elimizdeki metnin anlamının ne olduğundan emin olamama halini üzerimizden atsa da, metnin şerhini kimselere bırakmayarak kendisinin yapması bakımından, bu devirde, özellikle de postmodern taktikleri kullanan yazarlarda gördüğümüz okurdan evvel davranarak metnin kusurunu açık etme operasyonunun farklı bir versiyonuna başvurmuş. Elbette Şimşek’in bu tavrını metnin aksayan, kurgunun tutarsız noktalarında lafa girip belki bir iki şakayla durumu bertaraf eden anlatıcıdan ayırmak durumundayız. Şimşek postmodernizmin bu oyuncağını hayırlı bir işe sarf ederek metne ikinci bir katmanı açmak için kullanıyor numarasını.

Nihayet, ister novella diyelim ister postmodernist bir metin, Bir İmkânsız Ölüm Denemesi Türk edebiyatında özgün bir vadide yol alan, örneğine hem üslup hem de biçim bakımından pek rastlamadığımız, tek kusuru, işini fazlasıyla ciddiye alarak okuru metnin dışında tutması diyebileceğimiz, karakterleri sağlam ve otantik, hikayeleriyle sahici ve çarpıcı, arka planıyla derinlikli ve doyurucu, okuma deneyimiyle keyifli bir metin.