Gölgesiz Matiz

BÜLENT AYYILDIZ
Abone Ol

O günden sonra mahalledeki herkes Vampir Yakup’u gördüğü yerde saygı duruşuna geçti. Gıcık olan, intikam isteyen hırbolar da ancak içlerinden okuyabildiler. Kayartolar, pezolar, torbacılar, şoparlar ve paçozlar haraç mukabilinde hediyeler takdim ettiler. En cıvıl kevaşeler fişek atmak için sıraya geçtiler.

Herifçioğlu bir gün bir yerlerden damlayıverdi mahallemize. Kir, pas, toz içinde beje bulanmış kâgir evlerin, rulman bilyelerini meyve kasalarına monte edip oynayan çocukların, planya makinelerinin zırıltısının, kavurucu sıcağa eklenen oksijen kaynağı cızırtılarının ortasına neden gelmek istesin böyle bir bitirim merak etmiştik. Façası yerinde sayılırdı. Biraz antika giyindiği doğruydu ama bizim mahallenin en güzel mitralarının dibi düşmüştü. Elli dokuz model direksiz şavrolesiyle hava atmıştı ilk günden. İşkillendik tabii. Kimdir, necidir merak ettik. Elbette kokusu çıkacaktı. Dedikodular aldı yürüdü. Kimisi voliyi vurmuş bir anaforcu dedi. Kodamanların çarkına edip buralara kaçmıştı. Zengin bir cıvırın bütün mal varlığını cebellezi ettiğini söyleyenler oldu. Makul geldi. Ne de olsa alengirli ve aynalı bir tipti. Bizim kulağı delik Madam’ın alt katına yerleşti.

Rutubetli, izbe, iki göz eve razı geldi yani. Madam’ın demesine göre mürekkep yalamış racon bilen biriydi. Herkese diklenirmiş. Olur olmaz yerde caz yaptığından başı dertten kurtulmamış, o da çareyi payandaları çözüp kaçmakta bulmuş. Yoksa işi yaşmış, bileziği taktıkları gibi kodesi boylayacakmış. En doğrusunu hap satmak için filintanın etrafını saran papikçiler söyledi de inanmadık. Gariban tersonun biri dediler. Buna eyvallah. Kalender meşrep, kafasına estiği gibi yaşayan zirzop dediler. Hap almadı ama esrarın kallavisini sardı, tık demedi diye kulağımıza fısıldayıp akoz ettiler. Buna da eyvallah. Ama “zaman denen veledi zinanın vitesini boşa almış bir vampirmiş” lafını duyunca, papikçiler matiz kafayla film çeviriyor sandık. Bıçkın Memo falçatayı çıkarıp “makaraya mı sarıyonuz lan bizi!” diye ateşlenince bile çark etmediler.

Mahalledeki çaça karılar da tebelleş olmuştu herife. Madam’ın demesine göre herifin ağzı öyle güzel laf yapıyordu ki lügatın hasosunu parçalıyordu. Gacolar limon suyuyla perçem yapan avantacılara pas vermez olunca, bizim tayfanın delikanlıları hafiften ayar olmaya başladılar. Nesine tav oluyorsunuz şu meymenetsiz frigonun diye çıkıntı yapıyorlardı avratlara. Feleğin çemberinde bilmem kaç kez tur atmış aftos ablalar da “hoşt ulan, sizin gibi pörtlek gözlü ipsiz sapsızlara mı yürüyelim” diye hırlayıp sert esiyorlardı. Hırslanan bitirimler sote bir anı kolluyorlardı. Maraz çıkaracaklardı. Ne yapıp edip kılçık atacaklar, herifi şöyle temiz temiz ayıklayacaklardı. Her köşede diş biliyorlardı; ama haybeye racon kesmek olmazdı. Cüzdanı şişkinmiş, önce bir yolalım dediler. Tostos Sami’nin tombalacılıkla başlayıp her türlü şeytan oyununun alengirlisinden geçen tertemiz parasıyla ufak çaplı bir bitirimhane açmışlardı. Kendini Yakup diye tanıtan vampiri oraya çağırdılar.

Avantacılar bıyık altından sırıtıyorlardı, andavalı keleğe getirmek çantada keklikti. Vampir Yakup ben o işlerden anlamam diyerekten bitirimleri dehlemeye çalışsa da olmadı. Havada bulup tavada yiyen bütün arakçılar toplandı mekâna. Hepsi yemlik gözüyle bakıyordu Yakup’a. Yolacaklardı en kolayından. Fazla gurur gözlerini kör etti. Mevzuya uyanamadılar ilkin. Vampir Yakup dubaranın, barbutun kitabını tersten okuttu arakçılara. Herif iyi giyimli diye salon oyunuyla, iskambil kâğıtlarıyla başladılar işe. Pokerden girdiler, kılıçtan çıktılar. Hem de her türlü dümeni deneyerek; montaj yaptılar, kâğıtlar kesilirken bir köşeleri bükülmek suretiyle köprü yaptılar, çembere alıp bahis arttırdılar, onu yaptılar bunu yaptılar. Ulan kart işi sizin neyinize. Şeytanı bol barbut bizim bitirimlerin gözü kapalı yaptığı en yalabık işti. Ayakkabı ve zarlarındaki mıknatıslarla döndüreceklerdi mangırları; amma velakin voliyi vurmak isterken dalgaya geldiler.

Çatır çatır soğuk terler dökerken, patır patır kaybediyorlardı. Çarıklarda ne var ne yok boşaltınca bozuk çalmaya başladılar. “Civalı zar kaynattın dümenci” diye çektiler sustalıları. Bilumum haplı, finolu ve dumanlı kafa, adamı nallamak için sıraya girdi. Vampir Yakup önce geri çekilip alarga etmek için bir çıkış aradı. Baktı ki kaçacak yer yok, dükkâncı tayfanın daha önce hiç görmediği çift ağızlı bir kamayı kaşla göz arası çıkarıverdi koltuğunun altından. Aletin havayı bile pasta dilimi gibi keseceğine ayıkan birtakım andaval cızlamı çekip aktı gitti. Yiğitliğe bok sürdürmek istemeyen birkaç kabadayı ve kamanın güneşi bile kamaştıracak parlaklıktaki kabza taşını gören beleşçi hışırlar vaziyet aldı. Sustalı Kerim iki kopile öne atılması için işaret çaktı. Kendisi geride tespih sallayaraktan bıyıklarını buruyordu. Mahallenin en belalı kabadayılarından olup hap, tecavüz ve pezolukta at başıydı.

Gizliden sübyancılık yaptığı bilinse de kimse gıkını çıkarmazdı. Kerim’in kopiller aynı anda daldı. Apiko vaziyette hazır olan Vampir Yakup tek bilek hareketiyle marşpiye perdesi biçer gibi hacamat etti kauçukları. Çakaralmaz arakçılar taştan ümidi kesip lokantacı fareleri gibi dağıldılar. Sıra Sustalı Kerim’deydi. “Şimdi canına ezan okudum senin” deyip izleyenlerin gözü şenlensin, sustalısının namı yürüsün diye afili faça hareketleri çekti. Bir iki yokladıktan sonra zart diye verdi sustalıyı Yakup’un omuzuna. Kerim bir hamle daha yapmak için bıçağı çıkarırken kasıklarında bir yanma hissetti. Gözüne ışık tutulmuş davşan gibi donakaldı. Hafifçe eğilip önüne bakınca oluk oluk kan aktığını gördü. Vampir Yakup adamın zamalifkasını kesmişti. Kerim’in çığlıkları tornacıların çelik kesme tezgâhlarının gürültüsüne karışıp yitti.

O günden sonra mahalledeki herkes Vampir Yakup’u gördüğü yerde saygı duruşuna geçti. Gıcık olan, intikam isteyen hırbolar da ancak içlerinden okuyabildiler. Kayartolar, pezolar, torbacılar, şoparlar ve paçozlar haraç mukabilinde hediyeler takdim ettiler. En cıvıl kevaşeler fişek atmak için sıraya geçtiler. Yakup hörmeti falan çok sallamadı. Eve kapadı kendini. Gündüz vakti volta atmaya çıktığını gören olmadı. Belli ki bir vukuatı vardı, aynasızlardan saklanıyordu. Madam geceleri dama çıktığını görmüştü. Bir keresinde merdivenlerde rastlamış, adamın benzinin toz şeker beyazlığını görünce bir şey oldu sanmıştı. Demlenmekten sabaha karşı dönen küp hırtolar da görmüştü. Madam’ın damında ıslak karga gibi tünemiş, semaya bakıyordu. Mortici imam sabah ezanını okurken Vampir ayran budalasına dönmüştü. Sonra da itler gibi ulumuştu.

Vampir delikanlı adamdı; ama ince hastalık yoruyordu onu. Cigaraya buraya gelmezden alıştığı belliydi. Papikçilerin haplarından almasa da kendi kullandığı bir dalga vardı. Birkaç afyonkeş Vampir’in haptan papiklenince dünyaları şaştı. Boyut değiştirdiler. Cigaralarını yakmak için güneşten ateş alıp Piramitlerde demlendiler. İlaç kiraz çöpü gibi cılız adamların yanaklarını al al yapmıştı. Vampirin ekmeğine dadanan içkiyi, otu bırakır oldu.

Bir gün birtakım karanlık adamlar Vampir’in kapısına dayandılar. Kılık kıyafet yine aynalı... Bizden böyle yüklü eleman çıkmazdı. Kiliseli mahallenin covinolardan sandık. Ağır dayılardan oldukları belliydi. Gelenleri gören Vampir pek sevinemedi. İçeride bir dümen döndü ama anlayan eden olmadı. Tehditler havada uçuştu. Anlaşılan Vampir’in yanakları al al yapan özel malını dağıtmasını istemiyorlardı. Yakup adamları en bitirim kabadayının bile utanarak söylediği kelimelerle kalayladı. Evveliyatlarından girdi, cibilliyetlerinden çıktı. Siyah giyen dayılar “Bunu sen istedin” deyip siyah Mercedes’lere doluştular. Adamların gittiği günün gecesinde tuhaflıklar başladı. Torbacı Nedim ve arkadaşları gecenin karanlığına sardıkları üçlüden üfürürken, mahallenin saygın kevaşelerinden Neriman anzorotun etkisiyle yampiri yampiri evine gidiyordu. Cigarasını zıvanasız içen vurgunu Kemal köşe başında yolunu kesti.

Karar vermişti. Açılacaktı bu gece. Racona ters olsa da dizlerine kapanacaktı. “Artık çalışmanı istemiyorum” diyecekti. Sokak lambasının altında durup dalgasının ayaklarına kapandığında bir tuhaflık sezdi. “Cigaranın paspalını iteledi yine bana şerro Kazım” diye sayıkladı. “Gölgene yol olurum” diye girişeceği romantizma seansı başlamadan bitti ve bunun içtiği esrarla bir alakası yoktu. Neriman’ın gölgesi gitmişti. Kendisininki de yoktu. Olayı Kazım’dan başka kimse çakozlamadı ilk gece. Gölge olmuş olmamış ne fark ederdi; ama yavaş yavaş duruma uyanan mahalleli isyana kalktı. Meğer ne elzem levazımmış şu karartı. Kulamparası, bitirimi, iti, çorbalığı hepsi gölgesinin peşine düştü. Racona tersti bir kere gölgesiz dolaşmak. Mahallenin kocakarıları da uğursuzluk saydı, esnaf bereketsizliktir dedi, çıraklar tembellik etti, tamircilere kimse arabasını getirmez oldu, analar çalgıcı veletlerini gecenin koynuna salmadılar.

Pavyonda şenlenemeyen aylakçılar cızırtı yapmaya başladı. Nereden patladı bu piyango bize diye soran gözlerle bakarken kan dökmeye yer aradılar. Çok ses çıkaramasalar da herkes ayar oldu Vampir’e. Belki de onun verdiği, yanakları al al yapan karpit zamazingosu yüzünden gölgelerini göremez oldular. Yakup suda sabun gibi erimeye başlamıştı. Gölge mölge gözünde değildi. Hapçılar “Vampir’in marş basmıyor, contalar gevşek, biraz yemlenmesi lazım” diye düşündüler. Bir iki yokladılar ağzını. Hap Vampir’e havyar doğratmaktan başka bir fayda sağlamadı; ama ters bir etkiyle kafa açtı. Kaportacı Hüseyin’i çağırttı. Sağlamına bir karavan ayarlamasını söyledi. Şoparlar anında kaparoz etti bir tane. Boyası cilası bitince alengirli oldu. Camlara film çekildi.

Vampir, eli ince işe yatkın, saksısı biraz da olsa çalışan iki çırak aldı yanına. Gitmeden de bir ilaç fabrikasını patlattılar. Malzemelerle birlikte karavana atlayıp toz oldular. Bu arada Vampir’in ekmekten yiyen hapçılığı, otu bıraktığından piyasa iyice durgunlaştı. Karanlık adamlar mal satamayan birkaç torbacıyı ibretlik olsun diye şişletti. İşin kötüsü, Vampir’in ekmek yan etkiler göstermeye başlamıştı. Yanakları al olan elemanların vücudundan kanı çekildi. Bedevi itleri gibi karınları sırtlarına yapıştı. Birbirlerine hırlamaya başladılar. Afyona tam dönüş yapsalar da kâr etmiyordu. Vampir ve çıraklar beş on gün deve olunca, Kız Kerim meydanı boş buldu: “Ulan hırbolar, bu pezoyu görünce önünüzü ilikliyordunuz. Sizde hiç mi adamlık kalmadı? Aldı bitirimleri, kim bilir ne cehenneme gitti! Peşinde mafyoz adamlar, geceleri ulumalar... Mahalleye kan çöktü. Bu gebergâhta hiç mi haysiyet kalmadı!” diye fiştekledi milleti.

Siyahlı dayıların tarafına geçen Kerim, adamlarla birlikte mahalleye çökmüştü. Tüyü bitmemiş yetimden tüy çıkartıp haraç diye alır olmuştu. Hapçılıktan el çekenlerin kollarını ve bacaklarını çaprazlama façalıyordu. Siyahlı dayılar Madam’ın evini talan edip mahalleye pusu kurdular. Adamların gelmesiyle ilikleri donduran bir kış çökmüştü mahalleye. Herkesin iflahı kesilmişti. Şu Yakup gelse de ne olacak olsa diyorlardı. On dördüncü günün şafağında, gök kubbe lacivertten turuncuya bulanırken Vampir ve çıraklar çıkageldi. Keyifleri gıcırdı. Ellerinde parıl parıl parlayan hapları göstererek “Karpitmetamin” diye bağırıyorlardı. Siyahlı dayılar gölge gibi fırladılar kapılardan ve bacalardan.

Çıraklara çullanıp öyle bir faça çektiler ki zavallı sübyanlar ruhları emilmiş gibi yıkıldılar oldukları yere. Vampir’i çembere aldılar. Emanetleri çıkarıp mermi manyağı yaptılar garibanı. İçi çırakların Karpitmetamin diye anırdığı mavi haplarla dolu torbaları kesip yollara saçtılar. Bunlardan bir tanesi yerde kanlar içinde yatan Vampir’in ağzına yuvarlandı. Yakup titreyen dudaklarının arasından yuttu hapı. Elini beline götürüp çift ağızlı kamasını çıkardı. Ondan sonra ne olduğunu kimse anlayamadı. Yağ gibi kayıp giden karartıdan ve siyahlı dayıların çığlıklarından başka bir şey yoktu. Ortalık durulunca şöyle dedi Yakup: “Tüm istediğim, insanlardan bir insan olarak yaşamaktı”.Vampir’i bir daha göremedim. Büyük madik attı bize. Gölgeler hiç geri gelmedi.

“Ulan Salih Abi, bırak maval anlatmayı. Malı yine yüksekten okutmak için ne hendekler atlıyorsun.”

“Kes lan keranacı. Bu gözler hepsini gördü. Tamam, olaylar olduğu vakit bazen dumanlıydım, bazen de kafam matizdi; ama ne gördüysem o. Yalan yok. Bendeki mallar, işte o Karpitmetamin’den son kalanlar. İster al, ister bas git. Adam hapa kendi gümüşî kanından katmış diyorum. Böylesini başka yerde nah bulursun.”

“Tamam lan ver şu mavilerden.”

“Yürrü git, inanmayana hap da yok. Satmıyorum. Defolun aşağıdaki papikçilerden alın.”

“Bırak şu bunağı, zom olmuş yine. Hadi volta.”

Oradan ayrılırken ayaklarının uçlarına bakmayı hiç akıl etmediler.