Godot Geldi

BİLAL YAKUP
Abone Ol

“Bekleyiş unutuştur. Godot gelmeyendi ama geldi. Gerileceği çarmıhı sırtında taşıyarak hem de.”

–Henüz beklemeye başlamadık değil mi?

–Ne demek istiyorsunuz?

–Eğer başlamasını sağlayabilirsek, beklemekten de kurtulabiliriz.

–Fakat kurtulmayı bu kadar istiyor muyuz?*

İkinci Dünya Savaşı sonrası buhranının ürünü olan absürt tiyatronun en önemli eserlerinden birisidir Samuel Beckett’ın Godot’yu Beklerken oyunu. Artık anlamın, felsefenin tükendiği, söylenecek sözlerin bittiği, atılacak bütün kurşunların atıldığı bir boşluktan doğar Godot’yu beklemek.

Batı Avrupa halkları ve aydınları savaşın getirdiği yıkımla, ne uğruna savaştıklarını sorgulayıp varoluşu tekrardan tanımlama yolunda hareketsiz bir beklemeyi seçmişken, Demir Perde’nin diğer tarafı, verilen savaşla ulaşılan ideale, beklenene bir yürüyüş halindeydi.

Yugoslav Miodrag Bulatovic, bu açıdan, Godot’nun geldiği bir dünyada yaşamaktadır diyebiliriz, çünkü Batı’nın aksine, Sosyalist Blok savaştan bir idealle çıkmıştır. Das Kapital’in pratiği Sovyetler’de tezahür etmesinden mülhem, Godot’nun geleceği yer de Yugoslavya gibi Sosyalist bir ülke olacaktır teziyle yazılmıştır Godot Geldi oyunu.

Bir yeniden yazım örneği olan Godot Geldi, aynı eser Doğu Bloğunda yazılsa nasıl olurdu sorusuna cevap arıyor. Godot’yu bekleyenlerin yaşadıkları trajik komedinin ve vardığı nihilizmin aksine, Godot Geldi bir rüyanın, bir ütopyanın gerçekleşmiş olmasının getirdiği sonuçların kara komedisidir. Bulatovic, Beckett’ın eserini tekrardan yazımını tasarlarken, birden Godot gelse neler olurdu diye sormuş olmalı, sonra düşünürken duvarda asılı olan Tito potresini görmüş ve...

Olay, Sosyalist Yugoslavya’da geçiyor.

Zaman, “kurtarıcı”Tito’nun hayatta olduğu yıllar.

1. Perde

Kimin geldiği hiçbir zaman tam olarak bilinmez, ancak gidenin kim olduğu kesinlikle bellidir.

Müthiş bir kalabalık. Uğultular. Görüntü net değil. Bir protesto kalabalığı da olabilir, bir festival yığını da. İnsanlar kendinden geçmiş bir hâlde bağırıyor. Bütün yüzlerde o sessizlik anlarındaki aynı anlamsız bakış. Gözleri sanki bir boşluğa bakıyor. Biraz daha dikkatli bakınca bir şey beklediklerini düşünüyorsun. Bir şey ümit ettiklerini. Birazdan sahneye çıkacak olan bir şarkıcı da olabilir bu, savaşı bitiren kararı okuyacak kurtarıcı da. Sonra birdenbire, çığlık tufanıyla patlama sesleri duyuluyor. Ardı arkası kesilmeyen bu patlamalar çok yakından duyuluyor. Ama bombaların henüz düştüğü bir yer yok. Gökyüzü günlerce bombardımandan sonra toz duman olmuş bir hâlde. Yanan binalardan yükselen kara duman bir karabasan gibi aylardır şehrin üzerinde. Yanındakini dahi göremediğin bir sis hâkim şehre. Bir yanın varlığa, öte yanın hiçliğe bakıyor. Kalabalığın içine dalıyorsun. İnsanların gözlerinde parıltı. Gözyaşından mı yoksa sevinçten mi belirsiz. Neden sonra, insanların gökyüzüne baktığını ve bir şey görmeye çalıştıklarını fark ediyorsun. Kaos mu, festival mi ayırt etmek imkânsız. Bir adam, “Bak,” diyor “ne kadar güzel değil mi?” Ne diye sormadan, “Bak, görmüyor musun havai fişeklerin renklerini,” diye ekliyor. Sisli bir gecede havai fişek gösterisi...! Aynı adam, “Bak,” diyor “bizim havai fişekler, onların bombalarının sesini bastırdı. Artık korkacak değiliz.”

Şimdi burada okurun sormaya hakkı var, ne oluyor burada diye?

Godot geldi.

Hem de Yugoslavya’ya. Avrupa’da yıllarca onu beklediler ama o Balkanlar’a geldi.

Uzun zaman beklenen şeyin bir anda gelmesi telaş yaratır. Beklendikçe, beklenenin ne olduğu anlamsızlaşır. Bekleyiş unutuştur. Godot gelmeyendi ama geldi. Gerileceği çarmıhı sırtında taşıyarak hem de.

Tamam da neden Avrupa’da zuhur etmeyen bu Godot, birdenbire kendini Yugoslavya’da bulmuştur?

Sosyalizm-Komünizm fikri Avrupa’da doğdu. Onu ilk bekleyenler de onlardı haliyle. Ama bir zaman sonra beklemek öyle bir hâl aldı ki, bekliyor olmak onun gelmesinden daha iyiydi.!

Sartre devrimin gerçekleşmesinden korkan, bunun olmamasını yeğleyen sosyalist devrimcilerden bahseder. Hiç beklenmeyen bir yere geldi Sosyalizm, Rusya’ya. İşin tuhafı Avrupa kadar beklememişti Rusya halkı ihtilâli. (Belki de hiç beklemedi, kim bilir?) Sovyetlerden sonra, kendi devrimini kendi yapan ikinci ülke ise Yugoslavya’ydı. Godot’nun Yugoslavya’ya gelmesi bundandır sayın okur. Bazıları için salt beklemek bir eylemken, diğerleri için yürüyüştür eylem. Olması istenene direniş... Bu yüzdendir, belki de Avrupa’ya ölü kıta denilmesi. Balkanlar bu kıtanın Mezopotamya’sıdır. Beckett’ın Godot’su gelmez, onu bekleyen Estragon ve Vladimir onu aramaya da kalkmazlar. Diğer tarafta, Bulatovic’in dünyasında, fikrin hızla olaylara karıştığı bir hayat vardır. Godot’nun mutlaka gelmesi gerekir. Kendisi gelmezse getirtilir. Beckett’ın yaşadığı dünyada ümit kalmamıştır, tanrı ölmüştür ve bütün bekleyişler absürttür. Bulatovic’in eserinde ise, hâlâ bir ümidin olduğu ama bu beklenen şeyin artık tamamen belirsizleştiği, neyden kurtulmak istediklerini unutan insanların kurtarıcıyı bekleyişleri anlatılır.

Godot’nun sırtında bir un çuvalı, kafasında üstün insanlık ideali, dilinde özgürlük ve eşitlik ile buraya gelmesi şaşırtıcı değildir. Marks’tan ödünç aldığımız sözü, bu topraklarda söylersek; Balkanlarda olaylar ilkinde trajedi, ikicisinde kara komedi olarak tekerrür eder. Godot’nun tekrar yazımı da buna dahildir.

2. Perde

Miodrag Bulatovic’in yazdığı Godot Geldi eseri, Beckett’ın Godot’yu Beklerken’inin bitirdiği yerden devam eder. Vladimir ve Estragon kendilerini asıp asmamak arasında kalmış, kararsız bir bakışla ve pantolonları düşmüş bir şekilde girerler sahneye. İki eser arasında biçimsel bir farklılık vardır, Miodrag’ın oyunu post-moderndir. Karakterler, bir tiyatroda oyun sergilemektedirler ve bunu birçok kez belirtirler. Yazar, bunu yer yer dönemin sanat anlayışına eleştiri olarak da kullanırken, zaman zaman metnin kendisiyle de alay eder.

Vladimir: Biz bu paçavraları seyircinin hoşuna gitmek, çekici olmak için giydik. Devir, sirk devri, elden ne gelir? Sirkten başka bir gösteri seyirci çekmiyor. İşte burada da sirk, sirk içinde. Sirk, sirki seyrediyor. Ama BİZ, sen ve BİZ başka bir şeyiz. Sonunda anlayacaklar bunu, ama çok geç olacak.

Vladimir ve Estragon, protagonist iken, Lucy ile birlikte antagonist karaktere dönüşürler.

Mekân, tren istasyonu yakınında, demiryolu kenarında bir bataklıktır. Trenlerden nefret eden Vladimir ve Estragon, trenin her geçişinde ürkerler. Trenlerin bütün yolcuları hayvanlardır. Birinci mevkide genellikle domuzların seyahat ettiği gözlemlenir. Makinistler ise maymundur. Birinci mevkide seyahat eden domuzlar, Orwell’ın Hayvan Çiftliği eserindeki gibi Domuzlar Diktatoryası’nı temsil etmektedir ama bir farkla. Her sosyalist rejimin halkı gibi, Yugoslavya halkları da hayal kırıklığına uğramıştır, çünkü burjuva rejimi yıkılmış ancak parti yöneticileri arasında Sovyetler’deki gibi yeni bir imtiyaz sınıfı oluşmuştur. Yugoslavya’da. 1958’de Başkan yardımcısı ve Tito’nun en yakın silah arkadaşı olan Milovan Cilas, komünist dünyada bunu dile getirip eleştiriler yazan ve buna dair çözümler arayan ilk Marksist yöneticidir. Ancak Cilas’ın bu özeleştirisi onun partiden tasfiye edilmesine yol açar.

Bulatovic’in eserinin yazıldığı 1966 yılı bu bürokratik imtiyazlılar sınıfı meselesinin belirginleştiği, halkın hayal kırıklığına uğradığı döneme denk gelir. Birinci mevkide seyahat eden domuzlar, sınıfları ortadan kaldıracağını iddia eden ama kendileri yeni bir sınıf oluşturan komünistleri temsil eder. Orwell’ın eserindeki gibi sosyalizmin kendisini değil, ona ihanet edenleri temsil eder birinci mevkideki domuzlar. Pozzo, kendini bu atanmış imtiyazlılar sınıfına ait zanneden bir karakterdir. Lucy ise onun bir imtiyazıdır. Köleliğin gerekli ve kaçınılmaz olduğuna inanmakta ve Godot’yu beklemenin aptalca bir beklenti olduğunu söylemektedir.

Pozzo: Onun geleceği filan yok.

Vladimir: Yakınlarda olduğunu duyduk.

Pozzo: Ben de yakınınızdayım ama aramızda dünyalar var.

Pozzo: Öyle sanıyorum ki, sayın başkan yardımcısı, Godot genel bir umudu, insanca bir umudu, bir hayali temsil ediyor?

Vladimir: Hayal... O ne demek babalık? Yenecek bir şey mi?

Pozzo: Elbette sayın başkan yardımcısı... Günümüzde her şey yenilebilir. Özellikle hayaller. Kendinizin ve başkalarının hayalleri...

Şurası açık, apaçık ki, Godot yenik ve güçsüzlerin uydurmasıdır.

Bulatovic’in Godot Geldi eserini yazdığı yıllar, Yugoslavya’nın geçiş dönemidir. Tito Yugoslavya’sını iki döneme ayırırsak, 1948’deki Kominform ayrılığı öncesi Sovyetvari totaliter sosyalist bir devletin kapalı toplum anlayışı hâkim iken, 1948 sonrası daha açık bir toplum anlayışı vardır. 1960’larda tekrar reformlar yapan devlet bu defa, terk ettiği baskıcı devlet kontrolü anlayışına geri dönüşün hazırlıklarını yapmaktadır. Yugoslavya halkı, devrimi bir beklentiyle yapmıştır. Sınıfsız ve özgür bir ülke uğruna. 1946’da Sosyalizm geldiğinde ise bekledikleri şeyi tam bulamamışlardır. Radikal bir reforma maruz kalmışlardır. Aynı Godot’nun gelmesiyle Vladimir ve Estragon gibi bir anda yerlerinden edilmiş insanlar, artık gelen şeye endişeyle bakmaya başlamışlardır. 1948’deki Stalin ayrılığı bir umuttur, öyle de olur biraz. O umudun geldiği söylenir onlara, çok yakında bütün yönetim işçilere bırakılacaktır. Bir hayal kırıklığı da yaşarlar, çünkü devredilen yönetim sadece kâğıtta kalır. Pratikte her şey, sadece eşit bir sefalettir. İşte Bulotovic, devletin her şeye müdahale ettiği ama hiçbir şeyi düzeltmediği, sorunların giderek arttığı, toplumsal eşitsizliklerin gündeme geldiği bir zamanda getirtmiştir Godot’yu Yugoslavya’ya. Ayrıca dönemin kültür sanat faaliyetleri de sıkı bir devlet kontrolünden geçmektedir; bu sebeple muhalif fikirler kendilerine alegoriyi, ironiyi ve kara komediyi liman edinmişlerdir. Bulotovic için de Godot’yu tekrar yazmak, absürt yapısından dolayı cazip gelmiş olabilir, çünkü saçmalıklar, anlaşılmadığından sansürlenemez.

Godot gelir.

Bir fırıncıdır. Ekmek ve özgürlüktür sloganı.

Godot’nun gelmesiyle, Vladimir ve Estragon’un burada yaşadığı şey, hayatlarının tamamıyla boşa çıkmasıdır. Yerlerinden edilmişlerdir. Bekledikleri gelmiştir ama şimdi bu gelenle ne yapacaklarına dair hiçbir fikirleri yoktur. Godot gelir gelmez, onları bataklıktan çıkarmayı teklif edince, Godot’dan önce şüphe ederler sonra da suçlamaya başlarlar onu. Çünkü başka bir hayatı teklif etmektedir. Onlara un verir Godot, Vladimir ve Estragon reddeder bu teklifi ve undan nefret ettiklerini, yedikleri şeyin ise hayvan ve insan dışkıları olduğunu söylerler. Godot’ya da kendi yediklerinden teklif ederler ama Godot bundan iğrenir ve tamamen yanlış bir hayat yaşadıklarını söyler. Vladimir ve Estragon beklenen kurtarıcıya başlarda tamamen yabancılarken, şimdi düşmanlardır.

Godot, Pozzo’nun kölesi Lucy’e özgürlük getirmek istediğini ve onun zincirlerini kırmanın insanlık için en doğru yol olduğunu söyleyince, Pozzo, Vladimir, Estragon ona cephe alırlar ve onu kovmaya çalışırlar. Hatta Arnavutluk’a sürgün edelim diye düşünürler aralarında. Enver Hoca diktesi altında bir yaşam, tam bir cezadır çünkü Yugoslavlar’a göre.

Godot, artık düzen bozucu bir ajandır onların gözünde. Pozzo’nun kışkırtmasıyla, Vladimir ve Estragon Godot’ya ellerindeki bütün makineli tüfeklerle ateş açmaya başlarlar. Her yer unların etrafa saçılmasıyla bembeyaz olur ve perde kapanır.

Godot ortadan kaybolmuştur. Vladimir ve Estragon eski düzenlerine döndükleri için mutludurlar. Postaneye doğru yürürler. Godot’nun orada olduğunu ve bir postacı kızla aşk yaşadığını görürler. Hâlâ hayatta olması ve aşk yaşaması onları daha da sinirlendirir. Godot artık yok edilmesi gereken bir zombidir. Sonra Lucy görünür, özgürdür ama bu defa köle Pozzo’dur. Godot durumun saçma sapan olduğunu ve bunu düzeltmeden hiçbir yere gitmeyeceğini söyleyince, yargılanmasına ve idam edilmesine karar verilir. Vatana ihanetten ve Birleşmiş Milletler’in binlerce yıllık başarısının üstüne yatmaktan hüküm giyer. Asılır. Saatlerce asılı kalan Godot ölmez. 1 Mayıs sabahı öldüğüne karar verilir ve ipten indirilir. Ama Godot ölmemiş ve onlarla hâlâ konuşmaktadır. Artık canlı gibi görünse de konuşsa da Godot’nun varlığını reddedip onu terk ederler. Godot postaneye döner, sevgilisini alıp burayı terk etmeyi planlar. Ama sevgilisinin onu bir başkasıyla aldattığını görür. Sevgilisi, Godot’nun yalvarmalarını duymaz bile.

Godot’un geldiği haberini veren Oğlan karakteri belirir sonrasında. Onunla beraber yola çıkarlar ama bir yerde Oğlan da onu şeytan ilan etmiştir. Godot yalnız kalmıştır.

Godot gider.

3. Perde

Balkanlarda Godot’nun hikayesi burada bitmez elbette. Bosna Savaşı’nda, Susan Sontag, Saraybosna’ya gelir ve Bosnalılar’ın bu direnişinden etkilenerek kendisi de savaşa karşı bir şeyler yapmak ister. Bosna’nın tiyatrocularıyla Godot’yu Beklerken oyununu sahneler. Savaş altındaki Saraybosna’da, Godot’yu Beklerken’i sahnelemek* nerden baksan absürttür.

Beckett’ın Godot’su nihilist bir bekleyişin trajedi komedisiyken, Bulatovic’in Godot’su sosyalist bir gerçekliğin içinden çıkmış bir kara komedidir. Kimsenin Godot’yu beklediği filan yok, gelse de onu karşılayacak bir narodnik kalmadı demeye getirir Bulatovic.

Ruslar şöyle bir hikâye anlatırlar; Sovyetler sonrası, iki eski komünist aralarında konuşuyorlarmış. Biri diğerine; “Yoldaş, bizi kandırmışlar. Komünizm hakkında anlatılan her şey yalanmış” der. Öteki; “Haklısın yoldaş. Ama asıl acı olan, bize kapitalizm hakkında anlatılan her şey doğruymuş.” diye yanıtlar.***

Komünizm tramvayla gelir, şizofreniyle gider. Aynı Godot’nun gitmesi gibi. Tito da gitti ve Yugoslavya dağıldı. Geride kalanların onun nostaljisine tutunmaya çalışması, onun mükemmel bir düzen, bir tecrübe olduğundan değil, sonrasından gelen şeyin şizofreniyle eş değer olmasındandı. Yugoslavya, belki bir ideali yaşayamamanın dramıyken ya da bu idealin beklenen şeyi karşılayamamasının hayal kırıklığıyken, sonrasında gelenin büsbütün bir felaket olması kara komediyi doğurdu. Trajedisi yaşanacak bir ideal kalmadı. Godot gitmiştir ve hayaleti tüm Balkanlar’da gezinmektedir.

Dünya saçma sapan bir hâl aldığı zaman, saçma tüfekleriyle ateş açıldığında, hayatta kalmanın, şizofreniyi ve kurşunları yadsımanın bir yolunu buldu insanlar: Kara komedi ve absürdizm. Sana yaşatılan şeyden uzaklaşabilmenin, zihni özgür kılabilmenin yegâne yolu yaşananlarla alay etmektir. Yugoslavya sineması, tiyatrosu bunların sayısız örnekleriyle dolu. Yaşanan şeylerin anlamsızlığı dozunu aşınca herkesi bir gülme tutar çünkü.

Bir akşam eve dönerken, çöp konteynırının önüne özenle iliştirilmiş büyük bir Tito portresine rastladım. Sonraki gün Tito orada yoktu ama o çöp konteynırına spreyle “ljubav ovdje/aşk burada” yazılmıştı.

Şimdi Godot nerede diye sormayın.

  • Godot Geldi, Miodrag Bulatovic, Bilgi Yayınevi (1970)
  • * Maurice Blanchot, Bekleyiş Unutuş, Monokl (2015)
  • **1993’te sergilenen bu oyun, “Clinton’u Beklerken” olarak anılır Amerikan medyasında(ironin dibi)
  • *** Los lunes al sol (2002)