Fırçadan piksele postmodern sanat
Tüketim toplumunun gelişmeyi tamamladığı farklı şeyler aradığı bu dönemde insan, satın almak ya da sahiplenmek üzerinden kendini yeniden tanımlamaya başladı. Nesnenin ortadan kalkmasıyla beraber göstergelerin peşine düşerek bireyselleşen insan ile artan tüketim periferisi, dijital dünyanın güç kazanmasına sebep oldu.
Yaşadığımız dünyada birçok duyguyu ve hareketi tanımladığımızda o şeyin varlığının önemsizleştiğini görebiliriz. Elimizin elimiz olduğunu çok iyi bilsek de onun başına bir şey gelmediği sürece varlığının çok da farkında olamıyoruz. Bir tablo ya da sanat eseri ortaya çıkana kadar onun varlığını ya da nasıl olacağını bilemeyiz. Meydana geldikten sonra da tıpkı bedenimize ait tanımlanmış bir uzuv gibi kendi problemini oluştur, önemini belirler ve varlığıyla onu üreten kişiden daha öne çıkar. Ancak onunla olan bağlantısı da kopmuş değildir. Michael Foucault “Bir şey bir başka şeye benziyor dediğimiz zaman, ikincisinin birinciye varlıksal olarak üstün ve ondan daha ‘gerçek’ olduğunu kastetmiş oluruz.” der. Benzeyen şey varlığını benzediği şeyle oluşturur. Bu eserin sanatçısıyla olan bağını kurar. Bu da sanat eseri doğduğu günden bu yana insanla arasında olan mesafeyi sürekli değiştirir.
İlk çağlardan beri yapılan resimlerde bile fırçayla izleyici arasına giren uzaklık günümüzde bambaşka bir şekilde tezahür eder. Orijinalleri korunaklı bir müzede belirli bir ölçüden fazla yaklaşamayacağımız eserlerin dijital kopyaları internet ortamında rahatça ulaşabiliyor. Bu ulaşılabilirlik hali esere yaklaştıkça onu, sanatın kendi bağlamından kopartıldığında ortaya çıkan ve aynı zamanda azalan mesafeyi, postmodernizm olası kılıyor. Sanatsal değeri yüksek olan bir resmin çözümlenmesinin yapıldığı online platformlarda, herhangi amatör bir ressamın resmiyle aynı düzlemde yer alıyor ve aynı hızda ulaşılabiliyor. Postmodernizmin ortadan kaldırdığı bu uzaklık eserin kendi varlıksal değerinden bağımsızlaşarak, onu; eserin öznesinin varlığıyla vurguluyor.
Tüketim toplumunun gelişmeyi tamamladığı farklı şeyler aradığı bu dönemde insan, satın almak ya da sahiplenmek üzerinden kendini yeniden tanımlamaya başladı. Nesnenin ortadan kalkmasıyla beraber göstergelerin peşine düşerek bireyselleşen insan ile artan tüketim periferisi, dijital dünyanın güç kazanmasına sebep oldu. Kendini tüketim aracılığı ile ifade etmeye başlayan tüketici her şeyi metalaştırarak tüketim seçeneklerini arttırdı. Dijital medyanın bu şekilde hayatımıza girmesiyle birlikte sahip olduğumuz değerlerin, postmodernizmin en önemli üyesi sanatın da dijitalleşmesi kaçınılmaz oldu. Sanatın amacını, tanımını değiştiren sanal ortamla beraber hitap ettiği kitlenin değişimini de kabul etti. Reklamların oyunlarla sunulduğu, farklı simülasyonlar oluşturularak orada olmak hissinin verildiği ortamların sayıları arttı. Sanat da bu sanal gerçekliğin bir parçası olmaktan kurtulamadı. Ünlü tablolar, hareketlendirerek içinde gezinmenize imkan verilen animasyonlara dönüştürüldüler.
Telefonlardaki uygulama fotoğrafları resme çevirme, dijital programlarla elde yapılmış etkisi veren fırçalar vb. imkanlarla herkesin ulaşabileceği bir şekle büründüler. Online alışveriş yaparken alacağınız kıyafetin üzerinizde nasıl duracağını gösteren uygulamaların yanında, Ikea’dan evinize almak istediğiniz mobilyanın oluşabilecek görüntüsünü dijital ortamda deneyimleştiren kataloğu ve eklentisini de bu dönüşüme dahil edebiliriz. Bir sonraki adımda resmi öznesiz bir şekilde üretmeye imkan sağlayan dijital programlar, uygulamalar, sanatı deneyim haline getirerek tüketim objesi olarak sunmakta ve herkes böylece biraz sanatçı hissedebilmek için eseri ortadan kaldırarak resim yapmayı deneyimleyebilmekte. Adeta bir moda akımı gibi popüler kültürün bir parçası olarak bu kültür içerisinde sanat eseri ile onu deneyimleyen kişi arasındaki bilinmezlik ve uzaklık ortadan kalkmaktadır.
Deneyimlerin çeşitlenmesiyle beraber resim yapma duygusunu dijital olarak sunarken, kağıdı kalemi kullanarak klasik yöntemlerle de oluşturulmuş workshoplar mevcut. Sanat eserini mağaradan alınıp, duvara taşındığı ve daha sonra da maddi konumuna göre yerleştiği evlerden ya da müzelerden arındıran postmodernizm, internetin dünyadaki evlerin büyük çoğunluğuna girdiği bir zamanda, oldukça geniş bir kitleye ulaşmayı başardı. Bu şekilde sanatçı ile eser aynı düzleme indirilirken daha çok metalaştırılarak bir tüketim objesinden öteye gidemiyor. Ulaşmamızın kolaylaştığı her nesne gibi sanat eseri de bizdeki değerinin yitirebiliyor. Yapılan üç saatlik workshoplarla bu sanat deneyimini, duvarınıza asabileceğiniz basit çizgilere sahip bir resminiz olmasını sağlıyor. Hem sanattan bir parça tadıp, hem de uzun mesailer harcamadan o hazzı paranız karşılığında yaşayabilme düşüncesi, şimdilerde seyretmeye dayanamadığımız üç dakikadan fazla olan videoların temelini de atmış oluyor. Bu sanatçı olabilme hissinden sonra Instagram’da yaptıkları resimleri paylaşarak dünyaya açılan bir sanatçı olabiliyorsunuz. Böylece Gombrich’in de dediği gibi “Sanat” diye bir şeyin olmadığını yalnızca sanatçıların olduğu gerçeğine katkıda bulunabilirsiniz.
Mike Featherstone’a göre postmodernizm standartlaşmış sanata, müzelere, beğenisi ve sınırları belirlenmiş olan sınırlı nesnelere olan tepkidir.
Postmodernizm tüm bu çerçeve ve süreçte düzene karşı çıkan, kabullenişlerin hepsini yeniden sorgulamayı savunan, gerçeği değil nasıl bir gerçeğin olduğunu yorumlayan bir tepki olarak karşımıza çıktı. Bu karmaşanın içinde tek bir doğruyu savunmayan, gelenekseli reddeden göreceli yorumlar oluşturmayı başaran bir düşünce olması resmi herkesin ulaşabileceği bir sanata dönüştürdü. Mike Featherstone’a göre postmodernizm standartlaşmış sanata, müzelere, beğenisi ve sınırları belirlenmiş olan sınırlı nesnelere olan tepkidir. Amacı gündelik hayat ve sanat arasındaki engelleri kaldırıp; sanatın müzedeki üst-nesne algısını sonlandırmaktır. Yavuz Odabaşı postmodern düşüncenin; düzen ve kaosun bir arada bulunabileceği, düzensizliğin içinden düzenin doğabileceği anlayışının hayata dair her şeyi dağıtabileceği ve tek doğrunun varlığını inkar etmeyi savunmaktadır.
Her insanın ulaşabileceği düşük bütçeli, sokağa, duvarlara, bedenlere inen sanatın kabul görmesi de böyle başlamıştı. Sanat bu şekilde halka inerken sanatı temellendiren yaratıcılığı da sorgulanmaya başlamıştır. Böylece tanımlanan yaratıcılık değiştirilerek herhangi bir duyguyu, oluşumu sanat olarak sunulabilmişti. Performans sanatçısı Marina Abromovic’in yirmi birinci yüzyılda sanatın nesnesiz olacağını, nesnelerin aslında izleyici ile sanatçının niyetleri arasında birer engel olduğunu savunmuştur. İzleyici ve sanatçı arasındaki dolaysız enerji alışverişi için nesnelerin aradan çekilmek zorunda olduğunu yaptığı performans sanatlarında izleyicilerini de bu deneyime dahil etmiştir.
Dijital medya da nesneyi ortadan kaldıran öğelerden oluşmuştur. İzleyici aktif olarak teknolojiyle beraber sanata katılmak zorunda bırakılmıştır. Sanatı farklı şekillerde deneyimlemenin bizde uyandıracağı duygusal ve öznesel tepkileri önemlidir. Sanat eserleriyle arada kurulan ilişki insana ne kadar ulaşabildiğini de gösterir. Bruce Wands’ın deyişiyle sanat, insanın ruhuna değer. Sanat ve sanatçı öğeleri bir araya geldiğinde de sanat deneyimini derinden harekete geçiren bir deneyime dönüşebilir. Bu deneyim kendisini sürekli yeniden üretebilmeyi başaran sanatın kavramsal gerçekliğini ortaya çıkarır. Amacı ve kurduğu bağ ile sonsuz bir döngü içerisinde sanatçının kendisinin varlığını üreten bir gerçeklik oluşturur.
Örneğin 2017’de Trump, tweetlerinden oluşan bir tweet müzesini açması buna bir örnek olabilir. Müzede, tabloların içinde Trump’ın geçmiş tweetleri birer tablo gibi sergilendi. Aktif olarak teknolojiyi kullanan izleyici farklı bir deneyim yaşarken, o esnada atılan tweetlerden bir alarm sesiyle haberdar edilmiştir. Müzenin hem geçmiş hem de şu anı barındırması kendini yeniden üretebildiğine bir örnek olabilir. Dijital sanat ile hem kendi oluşum sürecinde geleneksel ile olan bağını göstererek bir mekanla kısıtlanmış, hem de sanatçı ve sanatı yeniden üreterek sınırlı mekan içindeki sınırsızlığı üreterek müzeyi canlı tutmayı başarmıştır.
Postmodernizm ile sanatın kitle ile ilişkisi değişmiş, sınıfsal yorumlamaları ortadan kaldırırmış, mesafeleri değiştirerek, sanat nedir sorusuna farklı yorumlar getirebilmeyi başarmıştır. Postmodernizmin kendi tanımı dahi, her türlü değişime ve varolana karşı duruşuyla yenilenmeye devam etmektedir. Belki de artık nesneleri değil, nesnelerin göstergelerini tüketir hale gelen kitle, postmodern tanımının da göstergelerini tüketerek yeniden tanımlamaya imkan vermektedir. Aynı zamanda tüketim toplumuyla sanatı da dijital dünyaya taşıyarak öznesini değiştirmiş, sanat eserine ve sanatçıya olan mesafesinin farklılığını ortaya koymuştur. Gösterdikleri ile gösterilmeyene dikkat çeken postmodern sanat ile; fırça izinden, piksellere uzanan yolculuğunun da ötesi hepimizi beklemektedir.