Fantastik ve tekinsiz
Toplumsal meseleler üzerine düşünen ve fantastiğe, biçimsel denemelere yatkın bir kalemin elinden çıkan Yankı ilginç bir bileşim. Öykülerin fantastik tarafı ve tekinsiz atmosferi kitabı ayakta tutarken onu "gölgelerin ardına" iten şey de bu ilginç bileşimin potansiyelinin Yankı'dan çok daha yüksek olmasıymış gibi görünüyor.
Müge Koçak'ın Yankı adlı öykü kitabının arkasındaki ilk iki hashtag: Fantastik ve gerçek. Kitabı elime aldığımda bu iki kavramın herhangi bir şeyi tanımlamak için kullanılan ilk iki kelime olabilmesini ilginç buldum. Öykülerin yarısı fantastik, yarısı da gerçek öykülerden oluşmuyorsa -ki bu pek mümkün görünmüyordu- bir iç içe geçme durumu olacaktı ve bu ilgi çekiciydi. Acaba yazar, fantastik evrenleri başarıyla kurmuş ve kendine özgü başka bir gerçeklik mi tasarlamıştı? Yoksa birtakım gerçek hikâyeler metaforlar yoluyla bir fantastik evrenin içinde mi anlatılmıştı? İhtimaller ilgi çekici görünüyordu. Kitabı okuduktan sonra fikrim tamamen değişmedi, öykülerde gördüğüm fantastik evrenlerin ve buz gibi gerçeklerin birlikteliğini hâlâ ilginç buluyorum. Öykülerin zaman zaman karakomik, absürt bir atmosfere dahil olmasının da bununla alakalı olduğunu düşünüyorum. "Benim fantastiğim bir tür gerçekçiliktir." diyen Cortazar'dan mülhem kitaptaki başarılı ve tutarlı fantastik atmosferlerin de bir tür gerçekçi öykü sınıfına sokulabileceği söylenebilir.
Bu öyküler arasında bana kalırsa en çok dikkat çeken öykü "Duman". "Ben size bir kedinin hikâyesini anlatacağım. Siz adam sanacaksınız." diye başlayan öyküde hem fantastik bir olay anlatılmış hem de okura tuhaf bir gerilim hissettiriliyor. Fantastiğin ve tekinsizliğin birkaç öyküde daha gördüğümüz o ilginç birlikteliğine örnek olarak bu öyküyü işaret edebiliriz. Tekinsiz, sert öyküler zaman zaman neredeyse toplumcu gerçekçi bir edayla anlatılmış. Fantastiğin de kullanıldığı düşünülünce aslında toplumsal meselelere işaret etmenin çok farklı ve etkili bir yolu bulunabilirmiş gibi görünüyor ki zaman zaman bunun başarıldığı söylenebilir. Fakat Yankı'da bana kalırsa bu başarıyı gölgeleyen çok temel bir sorun var. O da anlatıcının sürekli bir şeyler "anlatması" ve bunun çok doğal bir sonucu olarak öykünün alanının hikâyeye yetmemesi. Çoğunlukla, işaret etmek yerine anlatmak tercih edilmiş ve hikâye, alanını dar buldukça bazı olayların hızlıca anlatılması kaçınılmaz olmuş.
Yüksek dozda "anlatma"nın bir örneği olarak sanıyorum "Hayat Öpücüğü" öyküsünden bahsedebiliriz. Kitabın bütününde olduğu gibi ilginç bir konuya sahip öyküde annesinden nefret eden ve onun bir şekilde ölmesini arzulayan bir kadının hikâyesi koronavirüs gündemiyle ilginç şekilde birleştirilmiş. Fakat altı sayfalık bir öykünün yarım sayfasının koronavirüs tasvirine ayrılması öykünün gücünü azaltıyor. Kitabın bütününe baktığımızda da bu aşırı "anlatma" hâli, kitabın en bariz sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Toplumsal meseleler üzerine düşünen ve fantastiğe, biçimsel denemelere yatkın bir kalemin elinden çıkan Yankı ilginç bir bileşim. Öykülerin fantastik tarafı ve tekinsiz atmosferi kitabı ayakta tutarken onu "gölgelerin ardına" iten şey de bu ilginç bileşimin potansiyelinin Yankı'dan çok daha yüksek olmasıymış gibi görünüyor.