Duygudan İroniye Öykünün Hacmi

ERTAN ÖRGEN
Abone Ol

İroninin çaresizliği, terk edilen otantikliğe dönen yazar-öznenin, rengârenk gözlük çerçeveleri ile geriye dönerken takındığı tavra benzemez. Burjuva yorgunluğuna masum bir özne olmak, çıkışsız kalışını modernist iç çelişkilerden fantastikle arındırmaya çalışmak da sahtedir. Çünkü buradan sonrası, artık duygu yorgunluğunu iletecek kimse de bulamamak anlamına gelir.

İlk yazıda1 öyküyü, minimal olanı iyi yakalayan bir tür olarak andık. Ağırlık noktası duygudan, sadelikten uzaklaştıkça, anlatmayı bekleyen tehlike, öyküyü de kuşatıp bu konsantre durumun yerine çağcıl oyunlar getirmiş midir? Gerçeğin türlü türlü veya bozularak aktarımına karşı koymak açısından öykünün hacmi, bir güç olarak bu süreçte nerede durmaktadır? Gerçeğin kaybına ilişkin görünen kalıplardan biri olarak ironi, burada en yakın kapı gibi gözükmektedir. Öykü, bugünkü anlatma yapısına sade ve kısa cevap olmak bakımından ironiyle yan yana gelmiştir ve bu deneyimi idrak etmektedir.

Acıklı gülüş, sonuçsuzdur. Ne yazarı kurtarır, ne kurgudakileri. Gerçeğin dayanılmaz ağırlığına katlanmaktansa bir çıkıştır. Ama nereye çıkar: Okurun kaçışına mı yoksa okurun duvarına mı? Ben söyledim, diyen yazarın zekâsına mı? İroniyi burada bir parça affetmek gerekir. Gerçek bu kadar acımasızlaşırken veya kaybolurken ona katlanma hafifliği vermesi bakımından yazara bir imkân sağlıyor. Onlar da idraki katmanlaştırmasalar insan ve sanat daha aşağı düşecektir.

Ucuz entelektüel kaçışa bezenmiş bir ironiden söz etmiyoruz elbette. Köşeye sıkışmış insanı, sonunda kendi saflığı içerisinde sıkıştığı yerde gösterirken çağa da sıkıştığını hissettiren ironidir kastettiğimiz. Bu ironide bir duygu yorgunluğu vardır. Acıklı gülüşün ardına konulan, yazarın kalbini de burkan çaresizliktir.

İroninin çaresizliği, terk edilen otantikliğe dönen yazar-öznenin, rengârenk gözlük çerçeveleri ile geriye dönerken takındığı tavra benzemez. Burjuva yorgunluğuna masum bir özne olmak, çıkışsız kalışını modernist iç çelişkilerden fantastikle arındırmaya çalışmak da sahtedir. Çünkü buradan sonrası, artık duygu yorgunluğunu iletecek kimse de bulamamak anlamına gelir. Herkes sosyal medyanın içi doldurulmuş ölü kuş misali görüntüleriyle uğraşma derekesine inmişken kalkıp sanki her şey modernliğin iğvasına maruz kalmış ve kendisi sahici olana gitmek isteyen, ancak önü kesilen insanmış gibi düşünülemez. Herkes yorgun, tekrarlı kelimeler üzerinde dururken tür de yorgun düşer. İroni buradaki son duraktır. Okur da belli katları aşarak bu noktaya gelmiş bulunmaktadır. Özellikle iletişim teknolojisinin çok erken bilgilendirdiği ve ucuzlattığı görüntüler aracılığıyla okurun -tercüme dille- hazır bulunuşluğu bu paylaşımı neredeyse gerekli duruma getirmektedir.

Masumiyeti bütünüyle bulamayacağımız ironi öyküyü de kuşatıyor mu? Elbette. Bu çağın bütün modernist yaşantılarına ve isyanlarına ayar vererek ayrıca. Bu çizgi filmlerin yeni versiyonlarında, gerçekten sıkılmış çocukların esas figürden hoşlanmayıp daha yaramaz, daha kurallara aykırı davranan tipleri beğenmesine de benziyor. Kısacık, bir zaman diliminde geçen öykü de bunu hamlelerinden birisi olarak değerlendiriyor. Gerçeğe temas edip dilin ayarıyla oynuyor ve olay halkasını şaşırtıcı final çengeline asıyor. Bu aslında çok çekici bir yapı hâline geliyor. Humoristik denen, yazarın keyfine ya da romanda olduğu üzere okurun haz bekler tavrına değil, gerçeğin askıya alınışına dönüşmesi onu değerli yapabiliyor. Buna çağın dayatması demek de mümkün. Bir durumu ironisiz anlatmak imkansızlaşırken çizgi filmle, bilgisayar ve internet teknolojisiyle çarpılmış kuşağın diline kulak vermek gerekiyor. Çünkü sanal duygusallıkla alay edilmezse “çocuklar bile birden büyüyebilir.” Çağa ve insana sıkıştığını başka bir teknikle açıklamak şimdilik zor gözüküyor.

Sayın editör, bu konu çok uzar mı?