Dünyayı başlarına yıkacağız
Bir gün eve döndüğümde dünyayı, “Dünyayı Başlarına Yıkacağız” diye bir öykü yazmayı düşündüm. Aşağılık, namussuz herifler! Aliw’in öyküsünü bitireceğim. Beş parasız olsam da. Bunu yazacak ve bir gün oğlumdan okumasını isteyeceğim. Bütün Rohingyalar, bütün terk edilen yurtlar ve erkekler için.
1
Bir gün eve döndüğümde oğlumun incinmiş olabileceğini düşündüm. Bana bunu düşündüren babamdı. Babam Şansali Belediyesi’nde çalışır. Şansali’de işçi olarak. Gün sonunda payına düşen parayı cebine atmadığı için onu sahildeki şezlong işinden aldırmışlar. Aslında henüz bir oğlum yok. Başka bir işe vereceklermiş babamı. Kırışılan parayı reddedince. Ayaklarına dolandığı için. Kanıma dokundu. Babamı böyle incitebiliyorsa oğlumu da incitecektir bu dünya. Neyse ki karım ikinci bir çocuk istemiyor henüz. İşsizim. Babama söyleyebilecek bir teselli cümlesi bulamadım. Sahilde şu an birileri parayı cebine atıyordur kesin.
2
Bir gün eve döndüğümde dünyayı, “Dünyayı Başlarına Yıkacağız” diye bir öykü yazmayı düşündüm. Aşağılık, namussuz herifler!
Karım noldu, bişeyler çıktı mı dedi. Babam ne zamandır bir torunu daha olsun istiyor. Noldu çocuk yok mu diyor. Karıma hayır dedim. Ama bakıyorum bişeyler, halledeceğim.
Arakan’da katliam var. Suudi prensler tekne partileri veriyor ve ben kirayı nasıl yatıracağımı düşünüp duruyorum. Neyse ki evde henüz bundan incinecek bir oğlum yok. Sokayım kirasına diye bağırdım. Karıma edebilecek bir teselli cümlesi bulamadım. Çünkü sahilde şu an birileri… Bunu biliyorsunuz.
3
Bir gün eve döndüğümde, daha doğrusu daha döner dönmez, babam elinin tersiyle yapıştırmıştı bir tane, hiç unutmam.
Ortaokula yeni başlamıştım. Babam işsizdi ve Bosna’da aşağılık bir katliam vardı o zaman. Sırplar serçe gibi çocuk avlıyor. Elektriğimiz kesilse de görüyorduk. Suud hanedanlığından daha aşağılık bir katliam!
Bir grup arkadaş piçlere bak diyerek eylem yapmayı düşündük. Eylem dedimse eve geç gidip, Birleşmiş Milletler’e mektup yazmak ha bire. Grubu ben ayarladım. Babam da Kanada’ya mektup yazdırıyordu akşamları. Oralarda birilerinin ona iş vereceğini umuyordu. İşkur’dan bir halt çıkmaz diyordu. Dear, dear. Bosna’da katliam var. Tek satır. Twitter yok o zaman. İngilizce, tek cümle, onlarca mektup.
Babam eve döndüğümde yapıştırdı bi tane. Elinin tersiyle. Dişçinin kızına bir daha yaklaşmamamı söyledi. Başlarım mektubuna, mektup filan yok! Babam bunu yıllar sonra belediyede işe girince anlattı. Mutluluktan. Sarhoş gibi olunca bizim evde karıma. Babası dişçiymiş, yaklaşmasın demiş, mektup filan da yazmasın kızıma. Demek dişçinin kızı ha, dedi karım gülerek. Hatırlayınca kanıma dokundu. Kendime edecek bir teselli cümlesi bulamadım. Birleşmiş Milletler hiçbirine cevap vermemişti. Babam benim iş meselesini bilmiyor henüz. İstanbul’da sahile baya uzak oturuyoruz.
4
Bir gün eve döndüğünde, yazmak istediğim öykünün bu cümleyle başlaması gerektiğini düşündüm. Ne kadar gerçek bir olaydan esinlensem de girişi eve dönmek üzerine olmalı. Bir gün eve döndüğünde. Çünkü bir erkek için en hayati şeydir eve dönmek. Şöyle olmalı dedim. “Bir gün eve döndüğünde, bağımsızlık haftasında pazartesiyi salıya bağlayan gece, Rohingya saatiyle 3.20’de göletten su çekip evine döndüğünde Aliw, daha doğrusu dönüş yolunda, bir grup dazlağın tahıl barakalarının ardında toplandığını gördü. Saçakların altında da orduya ait üstü açık araçlar duruyordu. Aliw hemen suyu döke saça gizlendi. Rahipler ellerinde palalar ve meşalelerle fazilet üzerine ateşli bir vaaz veriyorlardı. Müslüman katlinin fazileti üzerine. İki çocuğu vardı Aliw’in, biri kız. Diğeriyse henüz doğmamıştı. Ama istekleri hiç bitmiyordu. Karısının yani. Susadım demişti Rahimma, ben değil tabi oğlun. Ne zaman un çorbasını çok kaçırsa böyle susardı. “Susayacaksın bak.” “Oğlun istiyor, vallahi ben değil.”
Bebeğin erkek olduğu tamamen bir anne tahminiydi elbette. Aslında İmam Karin bir süre çocuk yapma fikrinden uzak durmalıyız demişti toplanma yasağı gelmeden önceki son Cuma. Bu köyde gebe her kadın rahipleri üstümüze daha çok çekecek. Direnişçilerse öyle düşünmüyor, çoğalmalıyız diyordu. Gerçi onların da her biri ayrı kafada! Ama bu bebek iki düşünceden de bağımsızdı. Sadece olmuştu. Hamileydi Rahimma. Beş aylık. Onları palaların insafına terk edemezdi bu halde. Kaçırmanın bir yolunu bulmalıydı. Daha önce bulmuştu. Naf nehrini kargılardan bir salla geçip Bangladeş’e ulaşmış, üç ay sonra sınır dışı edilmişti. Bazı aileler manastıra gitmeye başlamıştı, kurtulmak için. Aliw, “Bir daha bu konuyu aç ma,” dedi “bu iyi olan her ş eyin sonu olur.” Şimdi rahipler karnını gördüğü an sağ bırakmazlardı Rahimma’yı. Ya Kahhar! Ayağındaki lastiği çıkardı, hızlı koşmak için. Boynundaki peluşu da, dikkat çekebilirdi. Tam o sırada meşalelerden biri Aliw’in gizlendiği tümseğe doğru yöneldi ve hemen ardından bir dazlak “Burada!” diye bağırdı. Aliw’in benzi attı. Bir anda onlarca meşale ona doğru dönmeye başladı. Aliw olduğu yerde çakılı kalırken su dolu kovasında, tam kendisinin bulunduğu yerde bir dazlağın suratını gördü. Arkasında değil, tam Aliw’in olduğu yerde. Aliw bir rahipti. Kendinden geçercesine haykırdı adam. Ne dazlaklar ne ordunun kamyonları vardı aslında o gece orada. Sadece bir baba kafayı yiyordu. Oğlu olacağını öğrendiği günden beri Budistler bastığında hamile karısını nasıl kaçıracağını düşünmekten ken”
Sakin… Sakin… Bir an için sakinleştiğini düşünelim. Aliw sakinleşir. Her nasıl olacaksa bu… Gerçekten nasıl kaçıracaktır bu adam ailesini, öykünün devamı için soruyorum, çünkü Rahimma’ya tecavüz de edebilir bu adamlar, işte son açıklanan BM raporunda orospu çocukları, ağbi sakin… Abi rahipler gerçekten bastığı zaman köyü, köyün iki yakası su ve sazlık, güneydeyse polis gözaltı için döneniyor. İmam Karin zaruret halinde manastıra gidilebilir demiş. Ama Aliw manastıra gitmeyecek. Yapmayacak bunu. Kendi Rabbine edecek dua bulamıyor bir süredir. En yakın kaçış yolu Naf nehri ve sahilde hükümete çalışan birileri parayı cebine atmak için orada bekliyor. Aliw nasıl sakinleşecek?
5
Bir gün eve döndüğümde kafamdaki bütün soruları erteleyerek dünyayı, “Dünyayı Başlarına Yıkacağız” diye bir şey yazmayı düşündüm. Hemen yazmalıyım. Çünkü çaldığım kapılar duvar. Yok, iş yoktu. Şansali Belediyesi küçük bir öykü yarışması açmış. Bunu yazıp oraya vermeyi düşündüm. Böylece kirayı ödeyebilirim. Belki. Karıma bunu söylemedim.
Arakan’da katliam şiddetlenmişti o gün. Masaya oturduğumda haber bültenleri canhıraş kadınlarla doluydu. Kaçan kadınlar, ceset dolu nehirlerde, sırtında yük bağı, çocuk ve insanlıktan çıkmış kadınlar! Sonunda kafamda kira ve Rohingyalar haricinde bir şey kalmadı. Sadece nasıl yazmam gerektiğini bilemiyordum. Hikaye Bangladeş’te mi başlamalı, 47 Panglong Konferansında mı, yoksa ilk kıyımda mı?
Ben Aliw. Otuz yaşımda bile değilim ama yüzyıllar öncesinden düşmanlarım var. Bir dazlağın Buda heykeli kırıldığında, bunu bir dazlak yapsa bile, benim köyüm basılabilir, mescidim yıkılabilir, çocuklarımla aynı yaşta ölebiliriz. Dazlakların elinde pala var ve hükümet polisi köpeklerini kışkışlar. Babam anlatır şu Budist manastırları bizim arsalarımızdı diye. Eskiden, çok eskiden dedemi Budist bir kızla yakıştırırlarmış. O zaman mümkünmüş bu. Şimdi bizi öldürürler.
Karım okudu ve güzel dedi. “Güzel olmuş.” Hâlbuki olmamıştı. Olduysa bile Aliw’in bu olduğuna inanmadım ben. Aliw buysa bile Şansali Belediyesi bu paragrafa kuruş vermezdi. Üstelik babam aradı ve yarışmaya katılacak mısın diye sordu. Karım hayır dedi, ben bişey demedim. Eğer kimse bir şey demediyse niye böyle bir şey sorsun ki bu adam? Basit bir yarışma. Canım asıl ona sıkkındı. Babama iş meselesini açmamıştım henüz.
Ev sahibini aradım, kirayı birkaç gün geciktirsem diye… Kendimi dışarı atıp biraz salim kafayla düşünmeye ihtiyacım vardı. Önce şu yarışmayı boş ver dedim, çıkar aklından. Çünkü odaklanamıyorsun. Aliw’i Rohingya’dan kaçırıp iki bin liraya satacakmış gibi hissediyorsun. Gökdelenlerin arasında yürüyordum. Aliw’in kira gibi bir derdi yok bir defa. Aile yadigârı bir evi var ama çıkmak zorunda. Evi var, toprağı yok. Toprağından sürüyorlar adamı. Bunu düşün. Bankaları geçiyordum, kirayı birkaç gün erteletebilsem. Cankut Bey bu ay kirayı birkaç gün geciktirsem, mahzuru olur dedi.
Her şey bir zamanlar vaki olan bir benzerini çağrıştırmak üzere canlanıyordu. Bütün savaş, kan ve borç şehirleri, yazgıları, ortaokul yıllarını ve birbirlerini. Saraybosna, sınır boyları, sahil boyları ve bütün Rohingyalar birbirine bağlanıyordu. Sigaraya verecek param yoktu, tek dal arayan ortaokul çocuğu gibiydim. Hayır dedim böyle değil, şehirlere değil, şehirler aldatıcı, çünkü ışıklar, daha karanlığa, ışığın olmadığı tarafa, patronlara odaklanabilirsen, sermayeye, müthiş paralara, toprağı olmamasına rağmen bir urneyi dolduracak kadar en kral mülk sahiplerine, gazete köşelerine, Budist kadının tecavüz haberini yapan o kablolu televizyona, o medyaya, o manipüleye, o büyük, o kutsal bilgelikle donatılan hokkabaza!
Suud Konsolosluğunun önündeydim. Her şeyin bir benzerini çağrıştırmak üzere canlandığı bir geceydi. Otuz kadar kişi protesto için toplanmıştı. Hanedanla ilgili kitabi bir slogan yankılanıyordu. Alakam yoktu onlarla. Protestodan tamamen bağımsız olarak karşımdaki kafeye bakıp bir an anımsar gibi oldum. Şu o değil mi dedim. Kızla doğru düzgün tanışmamıştık bile. Belki çeyrek asır olmuştu. Çocuklardan biri getirmiş, bu da Bosna için mektup yazmak istiyo demişti. Emin olamadım. Babam konusunu açmasa hatırlamazdım bile belki. Oydu galiba.
6
Bir gün eve döndüğümde oğlumun incinmiş olabileceğini düşündüm. Aliw gibi. Karım belki de o kızın mektupları hiç göndermediğinden şüphelendi. Ne? Kafamın içinde Aliw hâlâ çıkış yolu bulmaya çalışıyordu. Önce cevap verirlerse buluşmalarınız bitmesin diye bekledi, yüz bulamayınca da kızdı hiçbirini Birleşmiş Milletler’e göndermedi. Ne, ne? Yıllar sonra karşıma bu yüzden çıkmış. Tekrarladım, akla yatkın güzelim ama saçma, belki de o değildi bile. Konuşmamıştık, ben başımla selamlamıştım, o da aynıyla karşılık vermişti uzaktan. Sadece gülelim diye söylemiştim. Daha doğrusu o gülsün diye. Babam anlatınca gülmüştü çünkü. Şimdiyse oturup bir şeyler içmişsinizdir siz deyip duruyordu.
Kıskançlık mı, hayır, derdi para. Para bitince kadın da biter. Sonra bahane bulması, hey yavrum hey. Annem böyle açıkladı evi terk etmesini. Kızımı da alıp gitmiş. Yani para suyunu çektiği için gitti öyle mi? Halledecektim, halledeceğimi söylemiştim. Rahipler bassa bu şehri onu kaçırmak için ölebilirdim oysaki. Böyle habersiz. Yine de babama söyleme dedim. Olur ya. Para durumumu öğrenip. Bu yüzden sahildeki şezlong işine tamah etmesini istemem.
Aliw’in öyküsünü bitireceğim. Beş parasız olsam da. Bunu yazacak ve bir gün oğlumdan okumasını isteyeceğim. Bütün Rohingyalar, bütün terk edilen yurtlar ve erkekler için.
7
Bir gün eve döndüğümde, onun, karımın bir mektup bırakıp gittiği gün, Rahimma’dan başlatacağım hikayeyi dedim, evet buldum. Onun Aliw’e evet dediği günden!
Apartmanın önündeydim. Dış kapıyı bir anlık şevkle paldır küldür açmaya çalıştım. Evet dediği gün. Cebimden kâğıt kalem çıkarıp not almaya: Aliw ve Rahimma. İstanbul’da birinci katta oturuyoruz. Karımın bıraktığı mektup; zarfın içindeki uzun bir mektuptur sanmıştım ama değilmiş. Merdiveni çıkarken lamba yanmıyor. Aliw ve. Tam not alırken olacak iş değil. Aliw ve. Sensör? Zarfta doktor raporu varmış. Mektup değil. Merdivene döndüğümde lamba yanmıyor. Oğlum hakkında. İçeri giriyorum. Bir içeri bir dışarı. Düşmüş oğlum. İçeri giriyor, sokağa gidiyor, geri dönüyor, sokağa gidip dönüyorum yanmıyor! Bilmiyordum, bana hiç söylemedi. Oğlum. Zifiri karanlık. Öyle yazıyor. Düşük olmuş. Tanı: Koryon villusu. Fibrin kitleleri arasında. Plasental doku. Kapıda bir not, ne notu bu, yere düşmüş, usul usul çökünce fark ediyorum, notta diyor ki çakmağı yakınca, “idatı” diyor, “ödemediğiniz için katın elektriğini kapattık.”
- Silvan Alpoğuz’un “Babam Krizler ve Sen” romanını hâlâ okumayan var mı? Ben varım ve okuyacağım ilk fırsatta. Okuyacağım ki öyküleri kitaplaştığında bir oturuşta okumaya hazır olayım!(A.E.)