Dıkşınya! Dıkşınya! Dıkşınya!
Metnin bir kurgu olduğunun, yazarın ilüzyonik bir dünya inşa ettiğinin nişanesi olarak, anlatının yazar tarafından kesilmesi, akışa yazarın müdahalelerde bulunması durumuna pek zamandır aşinayız. Arda Arel’in kitabında da bu nevi öykülere rastlamamız şaşırtıcı değil, zira ulu zeitgeist şu an anlatı biçimi olarak buna rağbet etmemizi istiyor.
Ateşlenen bir silahın evrensel sesi -hayır bang bang değil- dıkşınya, Arda Arel’in ilk öykü kitabı İp Cambazı Değil Silahşör’ün uzun koridorları boyunca yankılanıyor.
Ateşlenebilen Şeyler
Neler ateşlenebilir, bir bakalım. Elbette silah. Sigara -tercihen Kemıl Soft-. Borç para -bu devirde zor-. Arda Arel’in öykülerinde bir de hikayeler ateşleniyor. Yazarın bir karakter inşa etmesi mi gerekiyor? Ateşlenir. Dekor, ateşlenir. Arada yazar ateşlenebileceği gibi okur da ateşlenebilir. Buyrun, Arda Arel’in alev alev dünyasına hoş geldiniz.
Metnin bir kurgu olduğunun, yazarın ilüzyonik bir dünya inşa ettiğinin nişanesi olarak, anlatının yazar tarafından kesilmesi, akışa yazarın müdahalelerde bulunması durumuna pek zamandır aşinayız. Hatta postmodern öykünün tipik numaralarından biridir bu. Bir diğeri ise, öyküsünü yazmakta olan bir yazarın öyküsünü yazmasının öyküsüdür. Arda Arel’in kitabında da bu nevi öykülere rastlamamız şaşırtıcı değil, zira ulu zeitgeist şu an anlatı biçimi olarak buna rağbet etmemizi istiyor.1 Anlatıya yazar tarafından müdahalelerin açık edilmesi, yazarın hem kurucu hem de karakter olarak öyküde arz-ı endam etmesi, pek beğenilip el üstünde tutulabileceği gibi; toyluk, bir gençlik hevesi olarak da görülebilir. Bu yöntem temelde iki şeyi vurgular:
1. Metnin gerçek olmadığı vurgusu: Ki soruyorum size gerçek nedir?
2. Sanatsal üretimin bir yaratı işi olduğu vurgusu: Ol deyince olduran Tanrı’ya karşı metnine egemen yazar.
Fiziksel dünyanın tek gerçeklik olmadığını, farklı gerçeklik haleleriyle sarılı olduğumuzu kabul ediyoruz. Sanatsal üretimde de muhayyilenin, hayal gücünün etkin olduğu apaçık. Ancak yazarı sürekli öykülere karakter olarak dahil etmek okurda sürekli bir yabancılaşmaya neden olacağından, yazarla okurun metin içinde ortak bir anlam dünyasına girmelerini engelleyebilir. Arda Arel de bunun pekala farkında ki şöyle söylüyor:
“Genç adam okurun sinir uçlarını yakalamanın peşindeydi. Böyle durumlarda iki şey olurdu. Bir, okurun omuriliğine sert bir darbe vurur ve gerçek dünyanın kapıları sonuna kadar açılırdı. İki, genç adam okurun beynine ulaşır ve öykü devam ederdi. Tek yapması gereken odağını kaybetmemekti.”
Evet, mesele odağını kaybetmemek. Yazarımız bu bilgiye vakıf olsa da, öykünün sınırsız imkanlar evreninde dolaşırken, bu evrenin büyüsüyle odağını kaybedip silahını çok fazla ateşliyor.
Efendiler, bu yangını söndürünüz!2
Bu ateşin suyla dengelenmesi lazım. Bize böyle öğrettiler. Walter Keeperson da tam bir su adamı. Suya haddinden fazlaca önem veren, dünyanın çeşitli yerlerinden su örnekleri toplayan, insanları suyun önemi hakkında bilgilendirmek için bilimkurgu romanlar yazan bir karakter. “Walter Keeperson’ın Hazin Sonu” nam öykünün başkahramanından bahsediyoruz. Arda Arel, karakter oluşturmakta pek mahir. Güçlü, belirgin, nev-i şahsına münhasır, okurun hafızasında yer edinen karakterler her yazarın demirbaş listesinde bulunmalı. Bu karakterler yazma pratiği açısından yazarı farklı sesler duymayı, farklı seslerle düşünmeyi kolaylaştıracağı gibi, okurun dünyasını da o seslerle zenginleştirir. Yazarın sesi silinir, karakterin özgün sesi duyulmaya başlar. Biraz önce bahsettiğimiz yazarı metne haddinden fazla dahil etme hastalığına böylece şifa bulunur.
Yazarın sesiyle topyekun bir alıp veremediğimiz yok. Aksine seviyoruz. Şakacı, oyuncu, bazen romantik ve dahi çatlıycak kadar aşki bir yürekle yazıyor. Teklemeyen, aksamayan bir sesi var yazarın. Öyle olur, hikaye iyidir ama akmaz, tıkanır. Bakarsınız, akmayan yazarın üslubudur. Hafazanallah, kitap kapattırır, okumaya küstürür. Korkmayınız, Arda Arel, yazma insiyakını damarlarına değin hissettiğinden su gibi yazıyor. En gündelik cümleleri de, en epik ifadeleri de kendine yakıştırmayı biliyor. Bakmayın, büyük maharettir.
Nereden Bulursunuz Kuzum Bunları?
Üzerinize afiyet, biz biraz eski kafalı olduğumuzdan, kitapta en beğendiğimiz öykü “Selim, Amip ve Ben”. Bir yol hikayesi. Tadımlık bahsedelim: Çocukluk çağında üç arkadaş Bağlarbaşı’nda buldukları bir market arabasını Beykoz’daki markete götürüp, araba yerine yerleştirildiğinde çıkacak 1 lira ile eksik paralarını denkleştirip sigara alacaklar. Karlı bir havada, bu üç yoldaşın Beykoz’a yolculuklarını okuyoruz. Harika!
Bunun dışında, İp Cambazı Değil Silahşör ‘de kovboy şapkalı delikanlılar, silahşörler, ip cambazları, rahipler, yarışmaya Buenos Aires’ten katılan Bioy, Paris’ten katılan Ertuğrul Emin Akgün, sevgili Jack ve köpek kovalayan Jamaikalı, hikayelerindeki sır perdesi aralanamayan Azzam ile Namdar, elbette Walter Keeperson ve Adem’le karşılaşacaksınız. Bir de Burçak var tabii3.
Bu haliyle Arda Arel bize bir karakterler resmi geçiti sunuyor. Karakter zenginliği bu devirde önemli. Resmi geçitin şeref tribününde ise ustalar var. Başta Borges.Atay, Calvino, Cortazar, James Joyce, Chuck Palahniuk, Canetti, Vonnegut ve elbette Stephen King tribünde durmuş geçen alayın selamını alıyorlar. 12 öykülük, 104 sayfalık kitapta Borges aslan payını aldığından diğer ustalara yerleri biraz dar geliyor olsa da, selam faslını atlamamışlar, sağ olsun hazır bulunmuşlar.
Sözlerimiz nihayete ererken şunu hatırlatalım: Biçim ile öz birbirinin ayrısı gayrısı değildir. Biçim özü dönüştürmeye başlar, tersi de öyledir. O nedenle biçim üzerine bu kadar uğraşıp yoğunlaşıldığında, biçimle oynandığında özle de oynanır. Gollum’u hatırlayın. Yüzük zor zamanlar içindir. O yüzden, ilk kitabıyla müşerref olduğumuz Arda Arel’in postmodern anlatı tekniklerinden hevesini almış olduğunu umuyoruz. Nihayet, anlatının o efsunlu sesini duyurmak, bizce bütün teknik numaralardan daha kıymetli.
İp Cambazı Değil Silahşör, kelimenin tüm anlamlarıyla dumanı üstünde bir ilk kitap. Soğutmadan içiniz.