Ceset Karaborsacısı

İREM ERTUĞRUL
Abone Ol

Tülay, o günden beri bekliyordu. Şimdi de kapıda Cevriye vardı. Ölüm vardı. Dizleri titredi. Açmayacaktı kapıyı. Geri dönüp koltuğuna oturdu. “Belki de o değildir,” dedi kendi kendine. Tam inanacaktı ki Cevriye Hanım’ın sesi duyuldu: “İçerdesin biliyorum Tülay! Çetin Bey öldü. Yarın Büyük Cami’ye gel. Öğlenleyin kalkacak cenaze.”

Cevriye Hanım, sokağın köşesini döndüğünde onu gören ilk kişi, top oynayan çocukları dükkanının önünden kovalamakla meşgul Yılmaz Bakkal oldu. Öylece durakaldı.

“Oya mı yoksa?” diye telaşlandı. Karısı Keriman’ın her şeyi gören bakışlarından yıllarca saklayabilmişti de Azrail’den saklayamamıştı onu işte. Ah Oya, şaşkın bakışlı Oya… Kocasından dayak yemediği günler bakkala gelen, utana sıkıla salamları ince kesmesini rica ederken yanakları kızaran Oya. Bazen salam keserken, kendisini izleyen Oya’yla göz göze gelirlerdi. Yılmaz o anlarda Keriman’ın azarlarından, aşağılamalarından intikam alırdı kendince. Aldatılan kadın Keriman… Saf Keriman!

Cevriye Hanım elinde çantası dükkana yaklaşırken, Yılmaz Bakkal hızlıca bunları düşündü. Sebepsiz yere görünmezdi Cevriye Hanım. Tombul bacaklarından beklenmeyecek çeviklikte adımlarla gelir, bir cenaze haberi verir giderdi. Nerede yaşadığı, tüm o insanları nereden tanıdığı, kaç yaşında olduğu bilinmezdi. İşin garibi, kimse bunları ona sormamıştı da. Cenaze haberini verirken büründüğü yas, sorulara mahal vermeyecek kadar siyahtı. Konuşurken karşısındakine ölümün rengini, kokusunu, korkusunu geçirirdi. Soru sormak kimin haddine?

“Çetin Bey öldü, cenazesi yarın öğlen Büyük Cami’den kalkacak. Muhakkak gelmen gerek.”

Yılmaz, Oya’nın hâlâ bir yerlerde utandığını düşünüp rahatladı fakat yeni bir sorun vardı: Çetin Bey’in kim olduğunu hatırlayamıyordu. Bunu Cevriye Hanım’a söylemesi ise mümkün değildi. Neyse ki Cevriye Hanım Yılmaz Bakkal’ın çarpık suratından durumu hemen anladı. Şüpheye mahal vermeyecek bir ayrıntı ekledi haberine:

“Şükran Apartmanının ikinci katında otururdu, evde kalmış bir kızı vardı. 15 sene evvel, alacaklılarından kaçmak için taşınmışlardı mahalleden. Senden poşet turşu alırdı her gün.”

Yılmaz Bakkal, Cevriye Hanım “poşet turşu” dediğinde, bu ayrıntıyı nereden bildiğini merak dahi etmeden hatırlayıverdi Çetin Bey’i.

“Allah rahmet eylesin. Keriman’a sorarım, dükkanı Yıldıray’a bırakabilirsek geliriz.”

“Yaşın geçti artık Yılmaz Bey, ölüm ne zaman, kimin eliyle gelir belli olmaz. Bunu düşün de ona göre karar ver gelip gelmeyeceğine! Keriman’a da selam söyle benden.”

Cevriye Hanım, öldürücü darbeyi vurup gittiğinde bakkala bir çocuk gelip yarım kilo mercimek istedi. Yılmaz Bakkal eline ince poşetlerden alıp mercimeği kürekle doldurduktan sonra etrafı kolaçan etti. Keriman’ın ortalarda olmadığına emin olduktan sonra tartıda yazan rakamı sordu oğlana.

“450 yazıyor Yılmaz Amca.”

Poşete kürekle biraz daha mercimek eklemeye yeltenmişti ki Keriman’ın sesiyle irkildi.

“Kör Yılmaz! Yine çocuğa mı soruyon tartıyı?! Kaç kere dedim sana, bir şey tartma ben yokken, bereketini kaçırdın dükkanın be! Şu surata bak, alık! Vallaha elimde kalacan!”

Yılmaz Bakkal, tartıyı bırakıp kafasını öne eğerken, o cenazeye muhakkak gitmesi gerektiğini düşünüyordu.

***

Cevriye Hanım bu sırada, giriş kattaki pencere pervazına koyduğu mindere dirseklerini dayamış sokağı izleyen Hesna Teyze’nin yanına yaklaşmıştı. Hesna Teyze 78 yaşındaydı ve yarım asırdır hayata bu pencereden bakıyordu. Cevriye’yi gördüğünde evin içine dönüp seslendi:

“Kız gelin! Koş gel, Cevriye burada. Kesin senin anan ölmüştür!”

50 yaşında hâlâ “gelin” olmasına mı yansın, bir türlü kurtulamadığı lanet olasıca kaynanasının sözlerinin doğru olma ihtimalinin içine oturmasına mı yansın Yurdagül?! Sesi çıkmayan, pısırık Yurdagül… Pencereye koşarken ayetel kürsi okudu hızlıca.

“Çetin Bey öldü Hesna Hanım. Cenazesi yarın öğlen. Büyük Cami’de. Aman diyeyim, gelmemezlik etme.”

Yurdagül, derin bir oh çekti, Hesna Teyze’nin ise yüzü düşmüştü. Çetin Bey’i hemen hatırlamıştı, kendisiyle yaşıttı. Çetin Bey’in kızını pek bir severdi Hesna Teyze. Oğluna âşıktı, bilirdi. Ama oğlu ona yüz vermezdi. Salak oğlan, güzelim kız dururken Yurdagül’ü kaçırmış getirmişti eve. Ablak Yurdagül…

“Bacaklarım gitti iyice Cevriye Hanım, nasıl geleyim? Bu mendebur gelin de götürmez beni hiçbir yere. Oğlan desen, öyle…”

“Söylemesi benden Hesna Hanım, senin cenazene geleceklerin de bahanesi çok olur, unutma! Kalırsın teneşirde bir başına!”

“Ağzından yel alsın!” derken bir de baktı ki Cevriye koşar adım Şükran Apartmanı’na yollanmış bile. “Nasıl ölmüş Çetin Bey acaba, soramadım bak!” diye söylendi. Yurdagül, “Eceliyle ölmüştür, yaşı geldiydi artık,” diye cevapladı kaynanasını safça. Lafın hemen ardından Hesna Hanım’ın korkunç bakışlarına maruz kalınca yanlış bir şey söylediğini fark etti. Ama artık çok geçti:

“Gideceğim yarın o cenazeye, götürmezsen cehennem azabı olurum başına!”

***

Cevriye Hanım, Şükran Apartmanı’nın kapısına geldiğinde en üst katın ziline bastı. Mukaddes Hanım “Kim o?” diye cızırdadı beşinci kattan.

“Kim o mu olduk şimdi Mukaddes, senin anahtarın kapının üstünde dururdu be!”

“Tanıyamadım?”

“Cevriye, Cevriye. Allah’ım sabır ver! Aç kız!”

Mukaddes Hanım otomatiği zortlattı zortlatmasına ama içine karanlıklar bastı kapıda beklerken. Cevriye’nin ayak sesleri, ölüm gibi yankılanıyordu apartman boşluğunda. Ömer’i düşündü. Oğlunun yakın arkadaşıydı bir zamanlar. Anası babası yoktu, Mukaddes Hanım’a “anne” derdi. Biraz belalıydı ama iyi çocuktu. Bir gün oğluyla Ömer bir adamı sıkıştırmışlar bir meseleden, oğlu adamı bıçaklamış, adam oracıkta ölüvermiş. İkisi de kaçıp Mukaddes Hanım’a sığınmışlar. Mukaddes Hanım kapıya dayanan polislere Ömer’i vermiş, oğlunu kayırmış. Gariban Ömer, ne dese polisleri inandıramamış. “Mukaddes Hanım yalan mı söyleyecek?” demişler, yirmi yıl yemiş Ömer. Hükümet kadın Mukaddes…

Üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen Ömer, Mukaddes’in kabuslarına girmeye devam ediyordu. İki elini birden göğsüne bastırarak, “Öldü mü yoksa?” diye hayıflandı. Az kalsın kalp krizi geçirecekti ki Cevriye Hanım nefes nefese son basamağı da tırmandı.

“Çetin Bey öldü, Mukaddes. Yarın öğlen cenazesine gel Büyük Cami’ye.”

Cevriye Hanım’ın sesinde beş kat merdiven çıkmış olmanın en ufak bir belirtisi bile yoktu.

Mukaddes Hanım tam Ömer’in ölmediğine rahatlamışken Çetin ismini algılayıverdi birden. O da az bir yara değildi Mukaddes’e… Alacaklılarına adres gösterip Çetin Bey’i apartmandan def eden kendisiydi sonuçta. “Başımıza bela açacaktı gitmeseydi,” diye diye vicdanını rahatlatma çabaları bir yıl sürmüş, sonra tamamen unutmuştu onu. Şimdi bir de cenazesine mi gidecekti?

“Yarın Kuran’ım vardı, bana gelecekler; o kadar insana haber de veremem bu saatten sonra. Nasip…”

“Vallaha ben bilmem. O Kuran’lar kurtarır mı insanı belli olmaz? Komşuluk hakkı bu, başka bir şeye benzemez. Hepimizin bir ayağı çukurda.”

Mukaddes Hanım, “Biliyor mu yoksa? Yok canım, nereden bilecek?” diye düşünürken Cevriye Hanım merdivenlerden inmeye başlamıştı bile. Cevriye’yi durdurmak, Çetin Bey’in neden öldüğünü sormak istedi, sonra vazgeçti.

Kendi kendine “Hepimizin bir ayağı çukurda…” diye tekrarlarken Azrail dürtmüş gibi titredi, kapıyı kapattı ölümün yüzüne.

***

Cevriye Hanım, iki kat merdiveni hızlıca inip Çetin Bey’in eski kapı komşusu Tülay Hanım’ın kapısını çaldı.

Tülay Hanım, sessizce kapıya yaklaştı. Senelerin alışkanlığıydı bu sessizlik. Gelmiş mi, diye kapı deliğinden bakar, sonra da salondaki koltuğuna geri dönüp evde yokmuş gibi davranırdı. Beklediği, on beş yıldır gelmiyordu.

Yine, hayalet sessizliğiyle baktığı kapı deliğinden Cevriye’yi görünce irkildi. Çetin ölmüş olabilir miydi?!

Kırkında dul kalmış, çocuksuz, kimsesiz Tülay… Kocasından kalan aylığı almaya bankaya gitmek ve ufak tefek alışveriş yapmak dışında evinden çıkmazdı. Yalnız hayatında bir tek Çetin vardı selamlaştığı. On beş yıl önce bir gün, tüm cesaretini toplayıp onu kahve içmeye davet etmişti evine. Olur, demişti Çetin, bir ara gelirim.

Tülay, o günden beri bekliyordu. Şimdi de kapıda Cevriye vardı. Ölüm vardı. Dizleri titredi. Açmayacaktı kapıyı. Geri dönüp koltuğuna oturdu. Sessizce. Örgüsünü eline alıp telaşla kaldığı yeri bulmaya çalıştı. Gözleri doldu. Ölüm tekrar vurdu kapıya bu defa daha sert… Hıçkırmamak için kendini zor tutuyordu. Gidene kadar kıpırdamamaya karar verdi. “Belki de o değildir,” dedi kendi kendine. Tam inanacaktı ki Cevriye Hanım’ın sesi duyuldu:

“İçerdesin biliyorum Tülay! Çetin Bey öldü. Yarın Büyük Cami’ye gel. Öğlenleyin kalkacak cenaze.”

Tülay tuttuğu nefesini kısık bir ah sesiyle bıraktı. Örgü elinden düştü. Olduğu yere yığıldı. Sessizce…

***

Ertesi gün Büyük Cami’nin avlusunda, bir sonraki ölüm haberi olabilecek, bir ayağı çukurda onlarca insan vardı. Korkulu, aciz, ölümlü kalabalık…

Cevriye Hanım hepsini memnun bakışlarla süzdükten sonra sağına dönüp tısladı:

“Tülay öldü. Yarın cenazesi buradan kalkacak. Muhakkak gelmelisin.”

  • Güray Süngü
  • - Yazma ritüeliniz var mı?
  • Yok.