Buzzati Hazretleri
Müridlerim. Dünyanın her tarafındaki mümin kardeşlerinizle tanışınız ve onlara hürmet ediniz. Şimdi size anlatacağım mümin odur ki İstanbul’da yaşamaktadır ve kendisine Buzzati denilmektedir. Allah onu melekler ile güçlendirmiştir. Allah denildiğinde sarsılır. Bazen bayılır.
“Ders çalışmam gereken zamanlarda aniden içimde beliren kitap okuma arzusunun şeytanla bir ilgisi olup olmadığını merak ediyorum. Eğer öyleyse şeytanın Buzzati hayranı olduğunu ya da beni ikna edebilmek için bir Buzzati hayranı kılığına girdiğini söyleyebilir miyiz?”
Soruyu sorarken sesim fark edilir şekilde titremedi. Bir kelimeyi yanlış telaffuz etmedim. Cümleler de gayet sağlıklıydı. Yani, korktuğum hiçbir şey başıma gelmemişti. Bunları düşünerek biraz olsun rahatladım. Fakat iki buçuk saniye kadar sonra rahatlamak için biraz erken davrandığımı anladım. Hepsi birbirinden boş bakan onlarca göz ve şaşkın şaşkın beni seyreden İlahiyat Profesörü yeniden stres denilen karanlık ve yer çekimsiz ortama girmeme neden oldu. Muhtemelen domates gibi kızardım. Böyle durumlarda kızarırım çünkü. Elim ayağım titrer. Şimdi de titriyorum.
Cevap yok. Beş buçuk saniye oldu, hâlâ bir tepki alamadım hiç kimseden. Ne oldu, yavaşlayarak zamanda yolculuk mu yapacağız? Hiç kımıldamazsak. Olur mu böyle bir şey? Bilmiyorum. BİLMİYORUM. Sık kullandığım ve kullanmaktan keyif aldığım büyüleyici bir kelime bu. Ama öylesine söylemedim. Hakikaten bilmiyorum. Neden kızardığımı, neden acıktığımı, nasıl olup da insanların bu zamana kadar havadaki oksijeni tüketemediğini, mutlu olmanın nasıl başarıldığını ya da ofsaytın pasif olma halini. Bilmiyorum.
Cevap yok. Hâlâ yok. Ama tepki var. Cık cık cık, diyor teyzeler. Amcalar çok ters bakıyor. Dik duruyorum. Dik dur eğilme diye bir bağırtı duyuyorum sanki. Nişantaşılı teyzelerin sesini andırıyor. Slogan atmak dışında kaydadeğer bir eylemi bulunmayan, farklı fikirlere karşı saldırgan, yaşlı ve somurtkan bir teyzenin sesi bu. İyice bakıyorum çevreme ama sesin kaynağını bulamıyorum. Belki bir hayali dinlemişimdir. Belki de daha acayip şeyler olmuştur. Olmadıysa da sanıyorum ilerleyen satırlarda olacak. Zira buradaki insanlar beni linç etmeye hazırlanıyormuş gibi. Zavallılar. Acıyorum onlara. Muhtemelen onlar da bana acıyor. Hayat böyle bir şey çünkü. Kimse kimseyi tamamen anlayamaz. Bu düşünce hoşuma gidiyor. Kafamda oyunlar oynayıp bu fikri bir temele oturtmaya çalışırken beklediğim hamleyi yapıyor cüsseli abiler.
“Ben de Müslümanım, beni bu salondan çıkarmaya hakkınız yok,” diye bağırıyorum.
Çok güçlü hissediyorum kendimi. Yanımda melekler varmış gibi. Melekler senelerdir namaz kılmayan, küfürlü konuşan ve Kuran okuyamayan bir adamın yanında olurlar mı? Bilmiyorum. Nasıl bilebilirim?
Heeeeeey...
Duyuyorsanız elma deyin. Duymuyorsanız armut. Ne lan bu böyle? Oyun mu oynuyoruz? Ayıp değil mi? Niye kimse beni umursamıyor? Varım ulan ben, varım. Ümmeti Muhammed’in gökdelenlerde yaşayan, faiz yiyen ve komşusunu tanımayan adamları. Siz kimsiniz ulan!
Allah yasaklamamış olsa kılıcımı çıkarıp teker teker...
Euzubillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim.
Salondan çıktığımda yıllardır çalıştığı şirketten saçma sapan bir sebep yüzünden kovulmuş 3 çocuklu bir baba gibi hissediyorum. Kötü. Berbat. Uzun süreli bir yolculuğun ertesindeyim sanki. Başım ağrıyor. Nasıl kendime gelirim diye düşünüyorum. Kitap okusam, zaten hayatımın geri kalanında yapacağım şey... Sinemaya gitsem iyi film izlemem gerekir. İyi. Yani benim hoşuma giden türde filmler. Fakat bu daha kötü sonuçlar doğurabilir. Zira bunu daha önce denediğimde salonda tek kişiydim. Başka bir bunalıma girdim bu sefer. Spor yapsam... Spor dallarını keşfedenler benim gibi diğer insanlar tarafından umursanmayan adamları hiç düşünmemişler. Gerçi ben boş kaleye gol atmaktan da hoşlanırım ama halı sahayı 1 saatliğine kiralayıp tek başıma futbol oynamam hoş karşılanmaz. Deli derler. Üstelik öyle bir edayla deli derler ki delirtirler insanı.
Heeeeeey! Ümmeti Muhammed. Ben ne yapacağım? Benim derdimin sizi de ilgilendirmesi gerekmez mi? Böyle olmuyor muydu bu işler? Nasıl bilmezsiniz? Kuran Kursu’na da mı gitmediniz? Yoksa siz de mi benim gibi sadece Sübhaneke’yi öğrenebildiniz?
Yürümeye devam. Nereye gittiğimi bilmiyorum. Melekler de benim yanımda yürüyormuş gibi. Acaba belli aralıklarla alkol alan, bir kere arkadaş tavsiyesiyle esrar kullanmış ve devamında da...
Nasıl bilirdiniz?
İyi bilirdik.
Nah iyi bilirdiniz. Günlerce kitapların içine gömüldüm, evden çıkmadım. Yaşayıp yaşamadığımı kontrol etme ihtiyacı bile hissetmediniz. Hiç bilmediniz ki siz beni. Bilseydiniz de iyi bilmezdiniz zaten. Kimseye hiçbir iyilik yapmadım. Yaşamım günahın her şekline girdi. Ama sanki... Sanki... Melekler benim yanımda yürüyormuş gibi...
Heeeeeey!
Kaçıncı yüzyıldayız? Evet. 21 olmadığını ben de biliyorum. Elbette Hz. İsa’dan önce de yaşayan insanlar vardı. Fakat konu bu değil. Demek istediğim... Çamaşır makinesi icat olundu. Klima icat olundu. İnternet icat olundu. İnternet diyorum, internet.
İnterneti yaratan Allah’a şükürler olsun.
Abdest nasıl alınır?
Abdest nasıl alınır? Bunu mu demek istediniz?
Evet. Bunu demek istedim.
225.567 sonuç bulundu.
Önce eller, sonra ağız ve burna üçer kere...
Yer sarsılıyor. Vıcık vıcık bir şey çözülüp gidiyor içimden. Görüyorum. Benim göğsüm titrerken gök bölünüyor. Bu yağmur o yağmur. Ve bakışlarım beyaz bulutlara karşı obur...
Ayaklar topuklarla birlikte...
Ezan okumak üzere camiye giriyor müezzin.
Bir şeyler oluyor, bir şeyler. Nasıl anlatsam...
En başa mı dönsem... Ders çalışmam gereken zamanlarda içimde aniden beliren kitap okuma arzusu. Ve Buzzati hayranlığım. Bazı öykülerini 10 15 kere okudum. “Yedi Kat” öyküsünü 27 kez. Arkadaşlarımın telefon rehberinde Dino Buzzati olarak kayıtlıydım. Herkes öyle sesleniyordu artık. Ve bir süre sonra da asıl ismim unutuldu. Buzzati’ye çıktı adım.
Ve bir gün rüyamda... Melekler vardı. Melekler... Bulutlar vardı bir de. Beyaz. Bembeyaz bulutlar. Ezan okunuyordu. Sabah uyandığımda farklı bir insandım. Farklı hissediyordum.
Babası bir alkolik, annesi de hayatında hiç namaz kılmamış biri olan ben... Biri Allah, dese yere yığılacak gibiydim.
Her sabah bir otobüs geçiyordu bizim mahalleden. Sabah kuşağı programlarına götürüyordu mahallenin emeklilerini. Dini bir programı izlemek üzere bindim bir otobüse. Tir tir titriyordum. Biri Allah, dese bayılacaktım sanki. Ama oraya gidince ve İlahiyat Profesörü Allah, deyince... Bayılmadım.
Meğer hoca değilmiş o adam, sonradan öğrendim. Daha doğrusu, yüzlerce kişiyi dolandırıp yurt dışına kaçtığında ülkece öğrendik. Sorumu aklımda kurdum ve sordum.
“Ders çalışmam gereken zamanlarda aniden içimde beliren...”
“Allahuekber Allahuekber”
Vıcık vıcık bir şey gördüm diyorum. Kötü kokulu bir şey döküldü gitti içimden. Rüya diyorum, rüya... Melekler... Titriyorum. Sarsılıyorum. Bayılmak üzereyken tekrar görüyorum.
Yer sarsılıyor. Gök bölünüyor. Göğsümün titreyişini hissediyorum. Yağmur yağıyor. Bu yağmur o yağmur.
Ve bakışlarım beyaz bulutlara karşı obur.
“Allahuekber Allahuekber”
Yerdeyken duyduğumu hatırladığım son ses...
“Muhterem cemaat, yardım edin. Bir kardeşimiz yere yığıldı.”
***
Bu bölüm, Şeyh Hazretlerinin müridleriyle yaptığı konuşmalardan oluşan Sohbetler adlı kitaptan naklolunmuştur:
“Şeyhimiz şöyle buyurdular:
Müridlerim. Dünyanın her tarafındaki mümin kardeşlerinizle tanışınız ve onlara hürmet ediniz. Şimdi size anlatacağım mümin odur ki İstanbul’da yaşamaktadır ve kendisine Buzzati denilmektedir. Allah onu melekler ile güçlendirmiştir. Allah denildiğinde sarsılır. Bazen bayılır. Kendisini hiç görmememe ve tanımamama rağmen gönül bağıyla birlikte olduğum Buzzati Hazretlerini ziyaret ediniz ve ona hürmet ediniz.”