Bütün kapılar kapandı dışarıdayım
Kitaplar arasında kaybolmak istiyorum. Ellerime alıp seviyorum onları, sonra incitmeden yerlerine koyuyorum. Duruşlarına, sıralanışlarına, ışıltılarına bakıyorum. Ama akşam oluyor, onlardan kopma zamanı. Nereye gidecek, nerede kalacağım? Bilmiyorum. Abimlere Şentepe’ye gidiyorum. Ama evde kimse yok, ev kapalı. “Bütün kapılar kapandı dışarıdayım.”
04.11.1984
Yağmur yağıyor ve Kamiller’den ayrılıyorum. On Dokuz Mayıs Stadyumu’na gidiyorum. Bunaldığım zaman hep buraya gelirim. Stadyumun hemen yanındaki sahalarda oynanan amatör maçları izliyorum. Yandaki stadyumda ise Gençler-Fenerbahçe maçı var. Gürültüler buraya kadar geliyor. Ben maça değil kendime bakıyorum. Kafam karmakarışık. Askerlik ve memuriyet, din ve sanat, gelecek tasarımları... Bir yığın doğru var kafamda Ama hepsi birbirinden kopuk. Beni kesinliğe götürecek bütüncül doğru anlayışından yoksunum. Hep bocalıyorum bu sebeple. İster istemez yolumu net bir şekilde çizemiyor ve kararsız bir yol izliyorum. Kısaca şu an istikrarlı değilim. Maçlar bitiyor maçlar başlıyor önümde. Bu gencecik futbolcuların umutları nerede bitecek acaba. Kimbilir nasıl bakıyor, ne bekliyorlar hayattan. Arkama iyice yaslanıyor, içli şarkılar söylüyorum, ıslıkla müzikler.
Sonra kalkıp kitap fuarına gidiyorum. İşte tam burada her şeyden kopuyorum. Kitaplar arasında kaybolmak istiyorum. Ellerime alıp seviyorum onları, sonra incitmeden yerlerine koyuyorum. Duruşlarına, sıralanışlarına, ışıltılarına bakıyorum. Ama akşam oluyor, onlardan kopma zamanı. Nereye gidecek, nerede kalacağım? Bilmiyorum. Abimlere Şentepe’ye gidiyorum. Ama evde kimse yok, ev kapalı. “Bütün kapılar kapandı dışarıdayım.” Yağmur geceyi güzelleştirirken ben Demetevler’e gidiyorum. Nihayet kapı açıldı. Arkadaşlar oradalar.
Yusuf Ziya Cömert romanını 17. sayfaya kadar yazmış, okuyorum. Sisli, her şey sisli. Önümü göremiyorum.
08.11.1984
Selim İleri’nin Yaşarken ve Ölürken bitti, şimdi Faulkner’in Döşeğimde Ölürken’i okuyorum. Okurken neredeyse kendimden geçiyorum. Müthiş bir anlatım. Akşam Mehmet Ali Tümer ile birlikte Ömer Lekesiz’in evindeyiz. Açıyorlar Aylık Dergi’yi benim öykümün sağını solunu çekiştiriyorlar.
09.11.1984
Arif Dülger ile telefonda görüşüyoruz, Rasim Abi’ye verdiğim yazılarım İstanbul’daki Mavera’da da yokmuş. Ne kötü, sanırım Rasim Abi’de kayboldu. Paltomun bir cebinde İrfan’a getirdiğim Şiir Sanatı kitabı, diğer cebimde Attila İlhan’ın şiirleri dolaşıyorum. İrfan evde yok. Kırıkkale’de başka ne yapılabilir, Ömer Lekesiz’e gidiyorum. Shakespeare seyrediyoruz.
12.11.1984
İki gündür evden dışarı çıkmıyordum. Sokaklarda, gelişigüzel dolaşıyorum. Kafamda hep o öykü. Veli Korkmaz’ın ordayız, Ömer Lekesiz’e telefon ediyoruz evde yok. Akşam İrfanlardayım. İrfan’a bir ara “Pencereler açık mı İrfan?” diyorum. “Hayır,” diyor ciddi ciddi. “Peki öyleyse ilham perileri nereden girdi, öykü bütünüyle kafamda oluştu. Ben gidiyorum arkadaş, eve, öykü yazmaya,” diyorum. Ev yolunda öyküyü evirip çeviriyorum. Oldu işte.
13.11.1984
Derginin yeni sayısını önce rüyamda görürdüm. Büyülü bir nesne gibi dururdu karşımda. İsimler yukarıdan aşağı doğru akar, akardı. Ve o sabah kahvaltıyı yaparken içim içime sığmaz, telâş telâşa kitabevine koşardım. Kitabevinde derginin konduğu yeri bilirdim. Hemen oraya doğru yürürdüm. Önce derginin kokusu burnuma vurur, sonra içim kıpır kıpır, dergiye doğru uzanırdım. Hacmine bakardım, arka sayfasına. Şiirler, öyküler, yazılar. Dünyam o ay, yeniden kurulur ve beni içine alırdı. Daha yolda başlardım okumaya.
30.11.1984
Yarın resmen askerim. Ama henüz teslim olmadım. Üzeyir ile karşılaşıyorum Zafer’de. Demet’e gidiyoruz birlikte. Akşam evde Ahmet Şirin ve Ahmet Çiğdem de var. Yine mevzuu edebiyat, felsefe, kitaplar ve ağabeyler... Ahmet Çiğdem ile birlikte çıkıyoruz.
01.12.1984
Saat 05.30’da mahallenin hiçbir evinde tek bir ışık gözükmezken kalktım, buz gibi bir hava ve karanlık. Mamak’taki Muhabere Okulu’nun önünde tek başıma öylece saat 8’i bekleyeceğimi umarken bu saatte 82 numarayı zor buluyorum. Sonra kuyruk, kayıt, mülakat, test ve yemek. Öğleden sonra işimiz bitti yaşasın özgürlük.
Akşam Kırıkkale’de Ömer Lekesiz’in evindeyim. “Rasim Abi’yi yakında gördün mü?” diyorum. “Hayır,” diyor. “Ramazan görüşmüş.” “Neler konuşmuşlar?” diyorum. “Birazdan Ramazan gelir ve sana anlatır,” diyor. Yan odadan Ramazan Dikmen geliyor ve...
03.12.1984
Henüz hava karanlıktı. Tren garına yavaş yavaş yürüyerek giderim diyordum. Hem böylece birazcık vakit de geçmiş olur. Üstelik sabah kahvaltısını da yapmamışım. Ama yolda bir arabaya -dahası ne tür bir araba olduğunu kestiremiyorum bile, farları gözlerimi alıyor, tek elim havada ve duruyor araba- atlıyorum hemen. İçerisi buz gibi.
Saat 07 olmadan varıyoruz Ankara’ya. Oysa mesai 08:30’da. Bir buçuk saat ne yapacağım şu soğukta. Hava buz gibi ve ben tir tir titriyorum. Gelen ilk belediye otobüsüne atlıyor Kızılay’a gidiyorum. Sonra açık bir çay salonu, pastane, kıraathane arıyorum. Ama yok. Bir saate yakın dolaşıyorum. Birden önümden üstlerinde sadece iç fanilaları olan askerler koşarak geçiyor. İrkiliyorum. Atkımı ağzımdan indiriyor, üşümeyen insan görüntüsü vermek istiyorum. Ama üşüyorum, donuyorum. Bir süre sonra açık bir kahvehane görüyor dalıyorum içeriye. Sobası da gürül gürül yanıyor. Bir çay, bir çay daha. Kasette Orhan Gencebay çalıyor. Kalkmak istemiyor canım. Az kalsın geç kalıyordum işe.