Bırak Yansın Nohut Canan

KENAN BİBERCİ
Abone Ol

An’anem üzerime eğilmiş gülümsüyor, başımı ılık ılık okşuyor... Parçalar uçuyor, bazıları an’anemin eline çarpıyor, sonra o mübarek sütreyi de delip geçiyor, ön camı tuz buz ediyor, amansız bir kreşendo... Aaah boynum… Kollarıma, göğsüme, kar gibi cam parçacıkları yağıyor...

Geniş gövdeli, gösterişli siyah araba solundan geçti. Epey hızlıydı, kullanan delikanlıyı o esnada göremedi. Sonra o melanet slalom başladı... Kinetiğin şaşmaz ve insafız bağıntıları çalıştı, derken kıçı koptu... Tamamen yanlamış halde karşıdan gelen kamyonun altına girmeden saliseler önce uzaktan göz göze geldiler; güzel delikanlıydı. Hani eşya bilmezdi... Kopup gelen şeyler, asfalta vurup sıçrayan parçalar an be an büyüyerek kesişecekleri noktaya şehvetle nasıl koşuyor?

*

“Bağda gezer bağcı baba / arkasında yeşil aba / himmet et yavrum uyusun / zindandaki Cafer Baba.” An’anem üzerime eğilmiş gülümsüyor, başımı ılık ılık okşuyor... Parçalar uçuyor, bazıları an’anemin eline çarpıyor, sonra o mübarek sütreyi de delip geçiyor, ön camı tuz buz ediyor, amansız bir kreşendo... Aaah boynum… Kollarıma, göğsüme, kar gibi cam parçacıkları yağıyor... An’anem sesini çıkarmadan, “Korkma yavrum,” diyor.

Uğultular, çatırtılar kulak zarımı lime lime ediyor. Kallavi bir bıçak etrafımı saran nebulayı çiziyor, “carrrrt cırrrt…” uzaktaki yekpare karanlıktan ansızın çıkıp ışık hızında gelen görüntüler içime girmek için gözbebeklerimi zorluyor... N’olur yeter, bu hengame kafama sığmıyor... Durmuyor, bu defa tavan kağıtmış gibi kolayca yırtılıyor. Omzum çok acıyor, elim kötürüm, omzuma gidemiyor... Taşla eziyordum koni yapacaktım gazoz kapağını, okumun ucuna takacaktım, kesildi başparmağımın kenarı. Pıhtı kabuk olacak, iyice sertleşince oralar kaşınacak… Ben kabuğu kopartacağım ve dişlerimin arasında kıt kıt kıt ezeceğim. “Yapma çocuğum,” diyecekler. Yeniden kanayacak, daha küçük bir kabuk bağlayacak. ben onu da kopartıp dişleyeceğim. O yara küçülürken yerine birkaç taze yara açılmış olacak, böyle böyle... An’anem kanamaya başlayan omzuma nihayet giden elime kadife parmaklarıyla hafifçecik vuruyor, “Oynama şunla evladım, ufun iyileşmeyecek sonra... Hay Allah, boynun da ağrıyacak öyle.”

Ön kaput buruş buruş oldu. Bir yerlerden yağ fışkırdı, tavanın yerinde kalan kısmına kapalı bir yay çizdi: “C”Medihanım Teyze annemin akranı, denk gelirse belki öğretmenim olacak. -Yine de sadece Canan’ın annesi olarak kalsaydı, denk geldi.- Tavandaki “C”ye bakıyoruz, “Başka nerde var? Can’da var, Cemil’de var, Cahit’de var, değil mi? Bir de öğrenemedi, diyorsunuz, hemen öğrendi işte. Sınıfının en çalışkan talebesi olacak, aferin.” “C” bir sağa bir sola esniyor, toplanıyor, yayılıyor, büzüşüyor... Göğsüm çok acıyor. Direksiyon kan kırmızısı. Şeker gibi bir uyku bastırıyor...

“Ninni ninni İğci Baba / arkasında yamalı aba / benim yavrum uyuyacak / gelme bize Bekçi Baba.” Kim korkar bekçiden? Beyaz köpek bile korkmuyor, ısırdı... Yüzlerce köpek hep birden bacaklarımı ısırıyor. Canan’ın “C”leri birbirine karışıp ayrılıyor, uzaklaşıyor, yaklaşıyor, “C”ler “C”ler zonkluyor... Divan örtüsünün fırfırlarla birleştiği ayrıttaki fitile takıyorum parmağımı, “Şşşt yapma evladım.” Elimi eline alıyor. “Dandini dandini donatmış / Allah oğlumu yaratmış / çenesi çukur yavrumun / kaşları keman yaratmıı-ış.” Dudakları nasıl bir büyülü temasla birbirine değip şıpırdıyor, hafif ve yapışkan o tatlı ses içime giriyor; sesiyle benim içimde, benim de onun dışına çıkmak gibi bir niyetim yok.

“Ninni derim sallarım / artık tutuldu bacaklarım / uyumazsa yaramaz oğlum / Gürgür Baba‘ya yollarıı-ım.” Gürgür Baba iğne deliğinden geçiyor eşşoğlueşşek. Avazıyla geceyi yırtıyor. Hoop an’anemin kokusuna, o zaten teşne, yorganı açıyor, “Gel gel gel uyku bahçesine,” diyor... Halam annemle an’aneme, “Nedir o öyle?” dedi. “Uyku bahçesi, Güneş Kardeş, Gürgür Baba… Çocuğun gerçeklik duygusunu oluşturması lazım. Yapmayın Allah aşkına, yanlış.” Halamlar gitti, an’anem bütün gece çorap ördü. Yattık, Gürgür Baba bağırıyor, “Yatağında uyu bakalım,” dedi an’anem. Gürgür Baba gürül gürül söyleniyor, evimizin bütün camlarına tükürüyor, babamın fakir kalacak olmasına aldırmadan ellerimi bacaklarımın arasına sıkıştırıyorum, pipimi tutuyorum... Karanlıkta ışıldayan gözlerini görüyorum an’anemin, yorganını açıyor, “Gel bakalım, koş koş koş,” diyor; an’anemin kollarının arasında süblimleşiyorum.

“Du bakalım, nohutumuza bakalım, suyu bitip yanmasın.” Bedenimi hafifçe ve özenle kaldırıp duvara yapışık duran yastıkların tarafındaki bacağını aldı, beni yeniden yarı uykuma yerleştirecek... “Durun, dikkat edin! Sarsmayın! Önce boyunluk!” Kayan yastığı ensemden aldı, düzeltti... “Sedyeyi getirin! Yavaş, aynı anda!” Ağzımdan, burnumdan içime akan hava göğsümü acıtıyor. “Yaaa.. .Gitme an’ane…”

Alacakaranlık bir boşluğun kapısında... Sevdiği kadının sevdiği şarkıyı söylediğini işitiyor: "If you’re leaving close the door. / I’m not expecting people anymore.”1* O böyle işte, diye düşünüyor… Bir kez olsun yekten “Gitme,” demedi. Kuyruk hep dik, hep “Gidersen,” dedi... Boşluğun nüvesine inen yolda bilmediği renkler, biçime sıkışmamış bir geometri, dingin bir yokluk gitgide yoğunlaşıyor...

**

Medihânım Teyze’yle annem doktora gittiler, Canan bizde. O hemen uyudu, an’anem beni sallıyor. “Bir kalkayım ayaklarıma kan gelsin... Of of of...” Divana dayarken sağ elini yakalayıverdim, “Gitme, ben korkarım,” diye baktım. “Korkma evladım korkma. Nohutumuza bakayım, hemen geleyim. Yemeğimiz yanarsa akşamleyin ne yiyeceğiz değil mi ama? Bak Canan da burada.” Ellerini hafifçe açmış mırıl mırıl fısıldadı, incecik dudaklarından yüzüme üfledi. Battaniyeyi üzerime çekti, gitti.

Gümüşi pullarla donanmış sisten bir tül yavaaaş yavaaaş çekiliyor. Arkasında şıpırdayan serumun şişesi. Canan üzerine eğilmiş, gözleri kızıla kesmiş... “No... hut... Ca...naan... yansın... bırak... yan... sın...”Canan, “Çok korktum,” diyor, “...gideceksin diye.”

  • * When a Blind Man Cries / Deep Purple / Never Before, 1972