Bir Kış Gecesi Okuyacağınız Kitaplar
Osmanlı’nın son dönemlerinde ispritizma cemiyetleri zuhur edip ruh çağırma seansları başladığında, aklı evvelin biri de Bursevi Hazretlerini çağırın da bir hesap soralım der. Hazret geldiğinde o aklı evvel “Tefsirini niçin garip hikayelerle doldurdun?” der. Bursevi cevap verir: “Benim zamanımda halkta hikaye merakı vardı. Ben sizin o hurafe, masal dediklerinizle hakikati telkin ettim.”
1. Ruhu’l Beyan, İsmail Hakkı Bursevi
Tefsir hem rivayet hem dirayet ister. Bursevi’ye “Hangi bağın gülüsün?” diye soruldukda, “Celvetiyim, pirim İstanbul’da lalecilerin de piri olan Aziz Mahmud Hüdayi’dir,” derdi. Bursa Ulu Camii’nde halkı irşat ederken vaazlarında Kur’an-ı azimüşşan’ı tefsir etmeye koyulur. Tefsir hitama erdiğinde hatim merasimine büyük bir cemaat iştirak eder. Halkı fevç fevç Bursevi’ye çeken, tefsirinde menkıbeleri, kıssaları, masalları, ibretli hikayeleri kullanmasıdır. Osmanlı’nın son dönemlerinde ispritizma cemiyetleri zuhur edip ruh çağırma seansları başladığında, aklı evvelin biri de Bursevi Hazretlerini çağırın da bir hesap soralım der, niçin bu hurafeleri, masalları doldurmuş tefsirine diye. Hazret geldiğinde o aklı evvel “Tefsirini niçin garip hikayelerle doldurdun?” der. Bursevi cevap verir: “Benim zamanımda halkta hikaye merakı vardı. Ben sizin o hurafe, masal dediklerinizle hakikati telkin ettim.”
Hülasa, halkın hikaye merakı her dem devam etmekte, hakikati telkin edecek eserler de işte şurada.
2. Vesiletü’n Necat, Süleyman Çelebi
Allah adın zikredelim evvela.
“Yâradılmış cümle oldu şâdümân
Gam gidûp âlem yenîden buldu cân”
Beytiyle açılır Mevlid-i Şerif’in Merhaba Bahri, açıldığından beri de kapanmaz.
Yine Bursa’da, Ulu Camii’deyiz. Süleyman Çelebi imamlık ederken Farsî vaizlerden biri “Peygamberler arasında fark yoktur, o nedenle Risaletpenah Efendimiz, İsa aleyhisselam ve diğer peygamberlerden üstün değildir,” dediğinde Çelebimiz’in içine bir sıkıntı gelmiş oturmuş. Dilinden “Ölmeyip Îsâ göğe bulduğu yol / Ümmetinden olmak için idi ol” beyti saçıldığında ahali pek beğenecek, Çelebi de Sultan-ı Enbiya aşkıyla mevlidini tamam edecektir. O gün bu gündür mevlid divandaki tahtında oturur durur. Kendine has bestesiyle de özel günlerde, doğumlarda, ölümlerde, düğünlerde, derneklerde okunur durur. Mevlid-i Şerif’e gösterilen bu hürmet aşk içün, merhûm ve müellif Süleyman Efendi’nin ruhu içün, ve kaffe-i ehl-i imanın ervahı içün, Allah rızası içün el-Fatiha.
3. Muhammediye, Yazıcıoğlu Mehmet
Mevlid-i Şerif’in yanı başında vakarıyla duran, açınıp okunacağı günü sabırla bekleyen bir diğer kitap da Bayrami güllerinden Yazıcıoğlu Mehmet’in Muhammediyesi’dir. Ahalinin Fahr-i alem efendimizi vasfeden bir eser kaleme alması ısrar edildiğinde inzivaya çekilir Yazıcıoğlu, menba-ı himmet ü ilmi rüyasında görerek işareti de alır. Alır da yanar.
“Senin vasfın kitabını yazarken Yazıcıoğlu
Yanar canı ider ahı elünde tutuşur evrak”
Beytinin bulunduğu yaprağın rengi kahveye dönüp kavrulmuş, yer yer de çatlayınca, müellif nüshasına işaretle Muhammediye’lerin bu sayfalarına yanık görüntüsü verme geleneği de başlamış olur.
Yazıcıoğlu, eseri Şeyhülislama imzaya gönderirken yanına bir de mühürlü bir kağıt ekler. Kitaba dahlederse bu kağıdı veriver diye de tembihler. Malum, Yazıcıoğlu o sırada Gelibolu’da ikamet etmektedir. Şeyhülislam, Gelibolu ahalisi balığı çok yediğini, çok balık yiyenin de aklının noksan olacağını söyleyince kitabı götüren mühürlü kağıdı Şeyhülislama vermiş. Ne yazsa beğenirsiniz: “Vallahi, ekl-i semek itmedim.”
4. Hazreti Ali Cenknameleri
Şu kadarını söyleyelim: “Ali güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar kahraman.”
İnanmış insanların övüncüyle, geceleri sabırla bekleyenlerin kitabıdır Cenknameler. Köy konaklarından saraya, medrese ve mekteplerden asker ocaklarına kadar her muhitte Bedir, Hayber, Kan Kalesi gazveleri aşkla, şevkle dinleniyordu. Tekke ve dergahlarda, köy odalarında, kahvehanelerde kaleler kuşatılıyor, fetihlerde bayram yapılıyordu. Bir mümin ölse ağlayan yalnız çocuklar mıydı sanırsın? Divanda lambanın ışığı bile titrerdi. Ansızın kapı çalsa Ali gelmiş sanırdın binip de kır atına. Her çocukta Ali olmak hevesi. Bütün tahta kılıçlar Zülfikar, bütün kapılar Kan Kalesi. “İslam bir sevinçti, kaplardı içimizi.” Cenknameler kapanırsa dağılır kalelerin önündeki askerler. Mangalın altında uyuyan kedi huzursuz, kıpranır. Cenknameler kapanırsa kim alacak sancağı eline, kim aşacak hendeği, kim öldürecek Mağrib’in Ejderini?
Şu kadarını söyleyelim: La feta illa Ali, la seyge illa Zülfikar.
5. Hamzaname
Râviyân-ı ahbâr, nâkılân-ı âsâr ve muhadisân-ı rûzigâr şöyle rivayet eder ki: Nam-ı diğer Sahipkıran önce Arabistan’da eşkıyalara ve oranın güç sahiplerine karşı gücünü gösterir, sonra Yemen hükümdarı ve bölgenin kahramanlarına karşı gücünü gösterir. Nuşirevan bu gücü görmek ister. Fakat yanına gelen Hamza’yı Bahtek’in yanlış yönlendirmesiyle Hindistan’a Lendühâ’ya karşı gönderir. Hamza Hindistan’ın büyük kahramanı Lendüha’yı yakalayıp gelirse kızı Mihrbânû’yu Hamza’ya verecektir. Fakat Hamza’yı ve Büzürcmihr’i hiç sevmeyen ve sürekli onlarla uğraşan Bahtek’in aldatmasıyla kızını vermekten kaçınır bir yandan da sürekli Hamza’yı zor mücadelelere yönlendirir. Sahipkıran bir sonraki yolculuğuna çıkadursun, kıssahan kahve ahalisinden bir nefeslik istirahat istirham eder.
Fransız seyyah Antonia Galland da buna şahit olur: “Bedestende bu kitapları dört yahut beş akça mukabilinde okutmak üzere iare etmekten başka bir işleri olmayan bazı kitapçılar mevcuttur ve bunlara bilhassa kışın, geceleri uzayınca çok kalabalık gelir. Çünkü Türklerin bu mevsimdeki âdetleri, pek ziyade sevdikleri bu masalları dinlemek üzere toplanmaktır” diye yazacaktır günlüğüne.
Öyle ki, Hamzaname nüshalarının hitamında şöyle ifadeler görmek vaka-ı adiyedendir:
“Bu kitap İstanbul’da Mahmud Paşa’da Câmî’-i Şerîf havlısında Kürd Habib Ağa’nın kahvesinde Soğuk Çeşme Rüşdiyesi’nden bâ-şehâdetnâme neş’et eden meşhûr hikaye ve tevârihcilerden Tatar Şa’ban Efendi ikinci defa olarak kıraat eylemiştir ve dinleyen yârân safâyâb olmuşdur. Bu sene 1217 (M. 1803)”
6. Kitab-ı Dedem Korkut
Hanım hey! Oğuznameler ile birlikte Dede Korkut’un destanlarını koyduğun yeri divanda kaybetme. Boyu boylanan, soyu soylanan Türk’ü cenkten cenge yollayıp kara donlu kafirin yüreğine korku salan, aman dileyene el uzatmayan atalarının civanmertliklerini dinlemeye pek düşkündür ahali. Gördün mü fesatçıların hileyle oğlanı babaya kırdırdıklarını? Duydun mu geçenden 30 geçmeyenden 40 akçe alan Deli Dumrul’un canının bağışlandığını? Basat’ın Tepegöz’ün o tek gözcüğünü nasıl kör ettiğini de işitmişsindir. Bamsı Beyrek’in Banıçiçek’le güreş ettiğini dinlemeyen mi kaldı? Dedem Korkut da kopuz çaldı, hikayeler anlattı. Dara düşen canını Korkut Ata’ma zor attı. Korkut kötüleri kargışladı, beyleri alkışladı. Kopuz’unun telleri Alplerin kanını kaynattı. Hanım hey! Dedem Korkut türküsünü söylediği süresince ölüm ona yaklaşamadı. Halen de onun türküsünün yetiştiği yere ölüm yaklaşamaz. Dede Korkut’un âdetidir, hikayelerin sonunda ortaya çıkıp hayat kıssasının hissesini vermeye bayılır, biz de ona uyalım:
“Onlar da bu dünyaya geldi geçti
Kervan gibi kondu göçdü
Onları da ecel aldı yer gizledi
Fani dünya kime kaldı?”
7. Ferhad ile Şirin
“Can yine bülbül oldu hâr açılıp gül oldu,
Göz kulak oldu hep bir her ne ki vâr ol oldu”
O divana kuruldun mu, bir aşk hikayesi anlatmadan kalkamazsın a divane! İster Leyla vü Mecnun söyle, ister Tahir ile Zühre. İster Kerem ile Aslı’dan hikaye eyle ister Yusuf ile Züleyha’dan. Arzu ile Kanber de bizimdir, Men u Zin de. Kays olup çöllere düşen de biziz, Yusuf olup kuyuya atılan da. Köroğlu olur Ayvaz’ı kaçırırız, Kerem olur dağları deleriz. Ne diyor Niyazi Mısri “Ferhad bugün ben oldum varlık dağını deldim/ Şirin’ime varmaya her cânibim yol oldu.” İster mesnevi söyle ister koşma, nesir de anlatsan nazım da, biz dinleyenler Ferhad olur varlık dağını deleriz. Zira, “Ferhad bugün ben oldum” demeleri, aşk-ı hakikide bir tane olmaya delildir. “Varlık dağını deldim” buyurmaları, mahv-i vucud etmeye, nefs ile mücahedede galebe gelmeye işarettir. “Şirin’ime varmaga” demeleri, canan-i hakiki ile vuslat neş’elerinin zuhuru izhar eder. “Her yanım yol oldu” buyurmaları, “Ne tarafa yönelirseniz, Allah Teâlâ’nın veçhi oradadır” sırrının tecellisidir. O divan da aşk divanıdır ki, “her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter”.