Bir Hayal Ola Meğer

BURCU BAYER
Abone Ol

Birincisi, edebiyatçılar, halkbilimciler ve tarihçiler için üzerinde akademik çalışmalar yapabilecekleri birer vesika olmaları. Bu kimesneler eserin sunuş bölümüne müracaat ederek tasnif, tahlil ve metoda ilişkin malumat edinebilirler. Ancak şüphesiz “Ya Kebikeç” çeken arşiv kurtları için bu eserler birer muamma değildi.

Bereket versin kültür hizmeti yapan, geleneğin bize perdelenmiş eserlerinin üzerindeki tülü kaldıran Büyüyenay Yayınları var. Hazırladıkları eserleri yakın takipte tutuyoruz ki tasavvuf klasiklerinden, siyasetnamelerden, masallardan, mesellerden, cenknamelerden haberdar olup kendimize agâh olalım. Büyük bir emek ve özveri mahsulü olduğu her halinden belli olan Aşk Gölünde Yüzen Canlar üst başlıklı klasik aşk hikayeleri külliyatı da 2016 senesinde payımıza düşenlerden.

Aşk Gölünde Yüzen Canlar, N. Ahmet Özalp, Büyüyen Ay Yayınları

Ahmet Özalp’in derlediği 3 ciltlik bu çalışma, aşk temalı klasik halk hikayelerini bir araya getirerek “demirbaş nüshalarını meydana getiriyor”. Tırnak içindeki ifade, halkbilime kendini vakfetmiş Eflatun Cem Güney’in nakıs kalmış büyük projesine işaret ediyor. Güney’in niyet ettiği bu külliyatı hitama erdirmek için elini taşın altına koyan Ahmet Özalp, klasik halk hikayelerinin yazma ve basma nüshalarına erişerek bunları tahkik etmiş ve özgün olay akışlarına müdahale etmeden, yalnız okunma ve anlaşılma kolaylığı sağlamak üzere dil üzerinden tasarruflarda bulunarak Türkçedeki halk hikayelerinin demirbaşını çıkarmıştır. Bu çalışmanın birkaç yönden önemli olduğunu söyleyebiliriz.

Birincisi, edebiyatçılar, halkbilimciler ve tarihçiler için üzerinde akademik çalışmalar yapabilecekleri birer vesika olmaları. Bu kimesneler eserin sunuş bölümüne müracaat ederek tasnif, tahlil ve metoda ilişkin malumat edinebilirler. Ancak şüphesiz “Ya Kebikeç” çeken arşiv kurtları için bu eserler birer muamma değildi. Basılan bu külliyatın esas işlevi, arşivleri arşınlayacak mecali olmayan biz bedbahtlara başka türlü ulaşmayacağımız ya da erişmekte tembellik edeceğimiz halk hikayelerini derleyip toparlayıp huzurumuza sunmaları. “Biz”den kastımız esasında geniş bir kitle: Klişeye düşmek pahasına söyleyelim, yediden yetmişe herkesin okumasında sayısız faydalar olan hikayeler bunlar.

O nedenle, Özalp’in biraz önce bahsettiğimiz tasarrufları neticesinde bir ortaokul çocuğunun da, emekli memur apartman yöneticimizin de kolaylıkla ve severek okuyacağı metinler çıkmış ortaya. Tabii ki bunların zaten halk hikayeleri olduğu, geçmişte köy kahvelerinde aşıklar tarafından söylendiği veya yine kıraathanelerde okunduğunu biliyoruz. Örneğin Özalp, muhtemelen karıştırdığı nüshalarda şöyle ibarelere rastlıyordu: “Bu kitap İstanbul’da Mahmud Paşa’da Câmî’-i Şerîf havlısında Kürd Habib Ağa’nın kahvesinde Soğuk Çeşme Rüşdiyesi’nden bâ-şehâdetnâme neş’et eden meşhûr hikaye ve tevârihcilerden Tatar Şa’ban Efendi, ikinci defa olarak kıraat eylemiştir ve dinleyen yârân safâyâb olmuşdur. Bu sene 1217 (M. 1803)”

Okunmasında sayısız faydalar var demiştik, açalım. Bu hikayelerin halkın ortak vicdanını, aşk ve sevgi kavramlarına, toplumsal normlara bakışını temsil etmesi ve yeniden üretmesi bakımından, Tahir ile Zühreler, Yusuf ile Züleyhalar ve tüm diğerleri geriye dönük bir zihin tarihi okuması sunacağı gibi ileriye dönük bir değer tesis etmesi potansiyeli bakımından ilham verici. Halk hikayelerinin ortak şablonu, mesneviler kadar ağır, ağdalı ve sembolik yapısı yalnız ehline açık, belirli bir ünsiyet kesbetmeyi gerektirecek nitelikte olmayıp; edebi lezzetini de, kıssadan hissesini de nazlanmadan verdiğinden, bu tip bir okumayı kolaylaştırıyor.

Hikayelerdeki ahlaki ögelere dair bir misal vermekle yetinelim: Varaka ile Gülşah’ta, Varaka’ya vefat eden babasından yüklüce bir miktar miras kaldığında, mirasyedici asalaklar takımı türlü türlü hilelerle Varaka’yı baştan çıkaracak, işret alemleri yapacak, Varaka’nın parasına konacak, sonra da çekip gideceklerdir. Anlatıcımız da araya girip şöyle diyecektir: “Zamanımızda asla gerçek dost yoktur. Benim de başıma geldiği için bunları yazma gereği duyuyorum. Her neyse, biz yine hikayemize dönelim.”

Halk hikayelerindeki ortak şablon oldukça belirgindir. Bu ortak şablona bakıldığında şöyle bir manzara görülecektir. Aşık ile maşuk, aynı aileden ya da kardeş olduklarını sanırlar. Bu hal onlarda bir gerilime neden olacak, birlikte olamayacaklarını gösterecektir. Ne var ki, ardından aslında akraba olmadıklarını öğrenip, ellerine sazlarını alıp karşılıklı söyleşip aşklarını izhar etseler de araya türlü türlü sebepler girecek, bir türlü kavuşamayacaklardır. Aşığımız kendini dağlara vuracak, maşuk kızımız acısından al kanlar dökecek, ah sonra ya bir padişaha ya bir beye gelin edilecektir. İlginçtir, halk hikayelerinde mutlu sonlara pek yer olmadığı gibi aşıkla maşuğa bu dünyada kavuşmak da yoktur.

Aşığı söyleten de bu firkat ve ayrılıktır. Tam da burada, hikayelerin dil ve anlatım zevkine geçebiliriz. Nitekim, hikayelerdeki ortak şablonun bir ögesi de, aşık ile maşuğun karşılıklı söyleştikleri manzum kısımlardır. Genelde mani ve atışma tarzında olan bu bölümlerde halk edebiyatının tadını çıkarabilirsiniz. Manzum, heceli ve uyaklı hikayeler okumayalı uzun zaman olduğundan, bu dil zevki basit ve sade gelse de, kalabalık bir nüfusun ortak zevkini temsil etmesi bakımından dikkate değer.

Tabi bir noktayı da unutmamak gerek. Bu hikayelerin özgün halleri saz aşıkları tarafından söyleniyordu. Bizim belki bir saatte okuduğumuz metin, kahvedeki ya da köy odasındaki aşığın dilinde saatler sürecekti. Gözümüzün on saniyede taradığı bir dörtlük muhtemelen iki üç dakikada söylenecekti. Buraya dikkat çekmekteki muradımız, bu okunması basit görünen ve hece ve uyağıyla bugünün estetiğine sade, eskimiş ve banal gelecek bu manzumelerin özgün halleriyle karşılaşmadan peşin hükümlerde bulunmaktan çekinmeyi tavsiye etmek.

Son olarak, Post Öykü ekibi olarak bizler ve bugün öyküyle iştigal edenler için bu külliyatın önemine dikkat çekelim de yazımız nihayet bulsun. Geleneksel formları tanımak ve yeniden üretmek, söylemek derdine düşünler için bu hikayeler, bizzat hikayeleriyle değilse bile anlatım teknikleri, söyleyiş özellikleri bakımından ilham verici olacaktır. Bunlardan bazılarını sayalım: Söze kendilerinden önce gelen büyük aşıkların deyişleriyle başlamaları bakımından ustalara saygı kuşağı, hikayenin çeşnisini artırıp gelenek vurgusunu güçlendiriyor.

Aşık anlatıcının hikayeye dahil olması, hikayeyi kesip dinleyenle söyleşmesi bakımından, postmodernlerin pek sevip saydığı büyük anlatıcı müdahalesinin farklı yöntem, tavır ve neşvelerine örnekler sunuyor. Hikayenin anlatıcı değişikliklerine müsait yapısı ve bu yapıyı “Onlar eğleşedursun bakalım Gülizar ne söyledi?” gibi kırılmalarla aktarması da yine öyküdeki geçişler için kullanılabilir bir taktik. Külliyatı inceleyenler bunun gibi nice söyleyiş güzellikleri bulacaklardır. Şimdilik bize bir hayal ola.