“Ben Postmodernistim” diyebilmek
Seçki, okura postmodernizmin ne olduğunu örnekler üzerinden daha iyi kavrama imkanı dışında her edebiyat okuru tarafından sevilebilecek, hepsi aynı seviyede olmasa da belirli bir çıtanın üstündeki dokuz öykü okuma fırsatını da sunuyor.
9 Postmodernist Öykü, postmodernizm üzerine daha fazla kafa yormaya başladığımız bugünlerde önümüze düştü. Dokuz ayrı yazarın katılım sağladığı seçki, kimliğini saklamayan, hepsi “sanal teması” işlenerek yazılmış dokuz öyküden oluşuyor. Kitabı okumaya başlamadan önce bu dokuz öykünün dergi ve kitaplardan alınıp seçki haline getirildiğini tahmin etmiştim. Fakat seçkiyi hazırlayan Arda Kıpçak’ın sunuş bölümünde anlattığı üzere durum farklı.
Öyküler bu seçki için özel olarak yazılmış. (Bu bakımdan seçki demek de ne kadar doğru bilmiyorum.) Sunuş bölümünü okurken bu durumun riskli bir tarafının olduğunu düşündüm. Nihayetinde postmodern olsun diye yazılmış öykülerdi bunlar ve dolayısıyla çoğumuzun çözemediği bir yığın postmodern teknikle süslenmiş olabilirdi.
- Bu teknikler araç olmaktan çıkıp amaç haline geldiyse, hikayeyi görünmez kıldıysa ya da hikaye bizzat yazar tarafından arka plana itildiyse ortaya bir hayal kırıklığı da çıkabilirdi. Fakat öykülerin bu tehlikeyi atlattığını söyleyebiliriz. Kullanılan teknikler ya da bu tekniği özgürce kullanan parlak zeka, gözümüzü almıyor.
Ekseriyetle postmodern teknikler iyi bir hikayeyi anlatan araç konumunda bırakılmış. Şekil itibarıyla en “acayip” görünen öykü “Fazla Mesai” bile “bu numaraya gerek var mıydı şimdi” minvalinde bir tepki verdirtmiyor bize. Yani seçki, okura postmodernizmin ne olduğunu örnekler üzerinden daha iyi kavrama imkanı dışında her edebiyat okuru tarafından sevilebilecek, hepsi aynı seviyede olmasa da belirli bir çıtanın üstündeki dokuz öykü okuma fırsatını da sunuyor.
Güncel edebiyatı takip edenler için yabancı olmayan isimlerin öykülerinden oluşan seçkideki dokuz öykünün teması da sanal ve dolayısıyla her öyküde medyalararasılık tekniği kullanılmış. Göndermeler postmodernist metnin doğası gereği hayatın birbiriyle en alakasız alanlarına, Kanal 7’de yayınlanan İyi Aile Robotu adlı diziden David Bowie’nin ilk filmlerinden “The Man Who Fell to Earth” a kadar yayılırken, absürdlükleri ironik bir dille anlatan eğlenceli anlatıcılar da bize öykü boyunca eşlik ediyor.
Seçilen tema dolayısıyla göndermelerin birçoğu da bilgisayara, Instagram’a, sanal dünyaya. Seçilen temanın yerinde olduğunu söyleyebiliriz zira postmodern bir öykü her konuda yazılabilen bir şey olsa da sanal temasının metnin özgürlük alanını geniş tuttuğu da bir gerçek. Fakat 9 Postmodernist Öykü, bu alanın uç noktalarına temas etmek için kendini zorlamamış. Elbette bunun ilk paragrafta bahsettiğim durumla bir ilgisi var. Ama başka bir perspektiften bakmayı denersek postmodernizmin edebi otoriteye olan inançsızlığı ve her metnin aynı zamanda bir edebi metin olduğu kabülünün yazarları sınırları zorlamaya itmediğini de söyleyebiliriz.
- Postmodernizm deyince aklımıza gelen ve “Ne şimdi bu?” dedirten öykülerle, söz gelimi üç sayfalık bir yazılım programıyla ya da sadece video linklerinden oluşan ilginç bir metinle karşılaşmıyoruz. Fakat yine de postmodernizmin pek bilinmediği, bilenlerin de pek hazzetmediği malumken sanıyorum postmodern öykülerden oluşan bir seçki hazırlamak bile başlı başına “ürkütücü ve “rahatsız edici” bir iş.
Özetle, çok kısa sürede bitilebilecek, keyifli bir seçki olmuş 9 Postmodernist Öykü. Klasik formdan hoşlanan bir okurun da anlamsız bulmayacağı hatta seveceği bir kitap. Tabii postmodernizmi önyargısız bir şekilde anlama yolunda edebiyat okuruna yardım etmesi ve cesurca ben postmodernistim diyerek ortamımıza ürkütücü bir giriş yapması bakımından bir saatte bitirilecek keyifli bir öykü seçkisi olmak dışında farklı bir anlam da taşıyor. Sanıyorum 9 Postmodernist Öykü’ye bu anlam sebebiyle, hatta en çok bu anlam sebebiyle kütüphanemizde bir yer ayırmalıyız.