Basma bu eşikte
Gördüğümüz kadarıyla öykülerinde suya sabuna dokunmayan biri değil Ceylan. Toplumsal meseleleri öykülerinin kıyısına köşesine iliştiren, bazen temeline alan bir düsturla ilerliyor gibi görünüyor. Bir yazarın yaşadığı topluma, toplumun içinde bulunduğu duruma, sıkıntılara, dertlere uzak durmaması takdir edilmesi gereken bir nokta.
Eşik kelimesi Türk edebiyatında birçok şahsiyetin ve onların eserlerinde bulunan karakterlerin durduğu yeri karşılıyor şüphesiz. Araftakilerin, bazen gidenlerin bazen kalanların, hiçbir zaman idiyet duygusu yaşamayanların, tutunamayanların durduğu bir eşik. Sercan Ceylan'ın Eşikte ve Eksik'i de yukarda saydığım eşikteki kimselerin hikâyelerini içinde barındırıyor diyebiliriz. İlk öyküden son öyküye kadar okuru dış dünyadan soyutlayıp yalnızca kurguyla ilgilenmeye zorlayan bir anlatım biçimine sahip metinler var kitapta. Bu yüzden anlatılar zaman zaman anlaşılması oldukça güç hâle geliyor bile denilebilir. Yalın bir anlatım tercih edilmemiş. Sembollerin, alegorinin oldukça yoğun olarak kullanılması bunun başlıca sebeplerinden biri olarak sayılabilir. Sembolizmin sezildiği metinlerinde dili de "ağır" olduğunda okur sık sık anlatıdan kopabilir. Nitekim kitaptaki öyküler okunurken kopmalar yaşıyor, cümlelerin başına tekrar dönme isteği duyuyoruz.
Alegori, kendisinde içkin bulunan şiirselliği de beraberinde getiriyor. Şiirselliğin bir getirisi olarak da öykülerin genelinde arkadan akıp giden bir tını, ses, melodi duyuyoruz denilebilir. Altını çizme isteği duyacağımız, bazen aforizmaya kaçan cümlelerle karşılaşmak mümkün. Tek başına bir anlam ifade eden bu cümleler, kendisinden sonra gelen cümlelerle birleşince anlamlı ve akıcı bir bütüne dönüşüyor mu? Sorunun ucunu açık bırakalım. Öykülerin ritmi zaman zaman değişiklik gösterse de dil için şu söylenebilir: kallavi. Uzun, bol tasvirli ve bol sıfatlı. Kurguya, olaya dayalı olan kısma ağırlık verilmektense dile ağırlık verilmiş. Bu "teknik" kısım apaçık kendisini gösteriyor. Öykülerde bulunan soyut hava, "hikâye"nin anlaşılmasını güçleştiren bir diğer unsur olarak sayılabilir. Her hikâye anlaşılmalı mı? Yahut menfi bir husus olarak addedilmeli mi? Yine bu soruların ucunu da açık bırakıyorum.
Yazarın, herhangi bir yazarın, mesleği, ilgi alanları, uğraşları, yaşam tarzı, kısaca biyografisi metne bir şekilde yansıyor. Biz, okurlar, metnin içinde bunun tezahürleriyle zaman zaman karşılaşıyoruz. Sercan Ceylan'ın tahsilinin Türk Dili ve Edebiyatı olması, edebi alandaki donanımı da öykülerinde izi sürülebilir bir husus diyebiliriz. Bir mühendisin metinlerinde hissedilebilecek "teknik" dizilim, bir edebiyatçının metinlerinde de şair, yazar isimleri, onların metinlerine yapılan atıflar, edebi bazı teknik unsurlar sayesinde hissedilebilir hâle geliyor denilebilir. Nitekim, arkakapak yazısında "Homeros'tan, Shakespeare'den, Marquez'den, Kafka'dan, Faulkner'dan, William Blake'den gelen izler var metinlerde. Arayanlar, Attila İlhan, İsmet Özel, Turgut Uyar, gibi şairlerin sesini de duyabilirler." denilmiş, bu da yukarıda yaptığım tespiti destekler nitelikte belirtilebilir.
"Kız Kardeş Masalı" isimli öykü, diğer öykülere nispetle öne çıkıyor zannımca. Diğer hikâyelerdeki puslu hava burada daha az, bazı deneyesellikler, teknik anlamda yenilik çabaları... Gördüğümüz kadarıyla öykülerinde suya sabuna dokunmayan biri değil Ceylan. Toplumsal meseleleri öykülerinin kıyısına köşesine iliştiren, bazen temeline alan bir düsturla ilerliyor gibi görünüyor. Bir yazarın yaşadığı topluma, toplumun içinde bulunduğu duruma, sıkıntılara, dertlere uzak durmaması takdir edilmesi gereken bir nokta. Toplumu oluşturan insanları yazarken, onların "gerçekliğinden" uzak durmaktansa bunu öykülerine taşımak bir yazar için ayrıca kıymetli olsa gerek. Sercan Ceylan'ın Eşikte ve Eksik'i bütün insanlarıyla, hâliyle ve tavrıyla öykü literatüründe kendisine bir yer bulacaktır, diyebiliriz.