Arzuhalci
Geçen arzuhal yazarken de hatırlayamadıydı. “Arz ederim”i başa mı yazacaktı sona mı? Yoksa “rica ederim” mi yazılacaktı? Hangisiydi? O an üzerinde durmadı yazdığının. Sonra arzuhalini yazdığı hanım gelip “Efendi, efendi biz size işimizi kolaylaştırın diye geliyoruz. Bak bak ne yazmışsın da kabul etmediler dilekçemi!” diye hırpalayınca aklı başına gelmişti.
Arzedici
Artık taşıması zordu. Ya daktilo ağırlaşmıştı ya da kendisi. 30 yıllık makine, onun ağırlaşması olmazdı; demek ki kendi ağırlaşmıştı. Yo, hayır, niye ben ağırlaşmış olayım, o ağırlaştı. Tak tak vur tuşlarına yavaş, yaylarının gidip gelmesi de yavaşlamıştı, zorlaştırıyordu işini. Geçen bir müşteri “Amca bunların dijitalleri çıkmış ondan alsana,” demişti. O kadar yavaş görmüştü ki müşterinin işini, adam dayanamayıp akıl vermişti. Demek ki emektar yavaşlamıştı. Emektar olduğuna göre onda vardı bir sıkıntı. Sıkıntı. Sıkıntı dendiyse yavaşlatan bir şeyler vardı demek ki. Neydi ki? Makine için pek bir şey bulamadı, kendisinde düşündü, düşündü. Kendinde biraz ağırlık aradı evet vardı da. Neydi? Haa geçen ayağı takılmıştı da düşmüştü ya belki ondandı.
Düşmek bir sıkıntı mı yahu, diye düşündü. Yok yok düştükten sonra yaşadığı bir sıkıntıydı. Ne olmuştu ki? Hatırlayamadı, hatırlayamaması da sıkıntıydı. Geçen arzuhal yazarken de hatırlayamadıydı. “Arz ederim”i başa mı yazacaktı sona mı? Yoksa “rica ederim” mi yazılacaktı? Hangisiydi? O an üzerinde durmadı yazdığının. Sonra arzuhalini yazdığı hanım gelip “Efendi, efendi biz size işimizi kolaylaştırın diye geliyoruz. Bak bak ne yazmışsın da kabul etmediler dilekçemi!” diye hırpalayınca aklı başına gelmişti. “Arz ederim” yazılacak yere “rica ederim” yazmıştı! Eskiden yazılana edilene çok karışılmazdı; ama bir beş on yıldır resmi kurumlar resmi yazılarda yanlış yazılmış dilekçelerle yapılan başvuruyu kabul etmiyormuş. Yahu ne vardı sanki “arz ettim” ile “rica ettim” arasında. “Ya doğrusunu yazarsın bu sefer ya da seni şikayet ederim bir daha bu işi yapamazsın.” Bu işi yapamazsın, demişti kadın.
Bu işi yapamazsa ne olur? İşsiz kalırdı. İşsiz kalsa ne olurdu? Bir şey olmazdı. Parasız mı kalacaktı? Yooo, emekli maaşı vardı ya zaten. Vakit geçsin diye çalışıyordu. Vakit geçirecek başka bir şey bulamam diye hanımın arzuhalini tekrar yazdı. İşi olmazsa bu sefer aylak olur düşe kalka yaşardı. Gene düşerdi. Haa, evet düşmüştü. Hatırladı, düşünce kolu acımıştı. Sonra dizi morarmıştı. Bir de çenesini çarpmıştı yere, üç beş kalan dişinden birinin de yarısı kırılmıştı. Sızım sızım sızlamaktaydı. Bunlar için doktora gitmeliydi. Neyse sıkıntı vardı, ağırlaşmanın getirdiği sıkıntı. Ee neden ağırlaşmıştı? Bunu bilemedi, nasıl olsa doktora gideceğim onu da bir gösteririm, dedi. Gerçi bu ağırlığı nasıl gösterseydi? Ağırlık daktilodandı ya. Yanında daktiloyu da götürmeliydi. Bir daktilolu bir daktilosuz yürüyeyim nasıl ağırlaştığımı doktor görsün diye düşündü. Evet evet, emektarı da yanında götürecekti. O zaman ağır ağır mı gidecekti doktora.
Evet, gene ağır ağır gitti doktora. Zaten sonra işe gidecekti. Doktora gitti. “Bi ağırlığım var,” dedi. “Bu da bende bi sıkıntıya neden oluyor. Yavaşlatıyor beni.”“Neymiş bi anlat bakalım amca sıkıntın,” dedi doktor. Daktiloyu gösterdi. “Bak oğlum. Bi daktiloyla yürüyeceğim bi daktilosuz,” dedi. Yürüdü. “Gördün mü?” dedi. “Neyi amca?” “Daktilo ile yürüyünce yavaş, daktilosuz yürüyünce daha az yavaş yürüyorum,” dedi. “Sıkıntı bu.” Doktor amcaya baktı, ağzında üç beş diş, çökmüş yanaklar, kılları uzamış kaş, kirli beyaz saç, sakal, bıyık. Gözaltları kırış kırış. Sonra “Amca, dedi “başka bir sıkıntın var mı?” “Bir de düştüm geçen.” Acıyan kolunu gösterdi, moraran dizini. Doktor amcaya baktı biraz daha uzun. Sarkmış deri, kırış kırış, balık pulu gibi olmuş parlıyor kirden.
“Başka var mı amca bir şeyin?” diye sordu doktor. Dişini gösterdi amca. Neredeyse boş olan ağzında kırılan dişini gösterdi. “Acıyor,” dedi. “Sadece burası mı?” diye sordu doktor. “Evet,” dedi “geçen su içerken bi sızladı amma tüm canım sanki orda idi.” “Tamam amca,” dedi neredeyse tamamı yara olmuş ağzının dişsiz yerlerine bakarken. “Başka bi derdin var mı?”“Başka... başka, bi şey daha vardı ama unuttum,” dedi. Düşündü düşündü.
“Haaa, evlat bir de unutuyorum.” “Ne unutuyorsun amca?”“Ben arzuhal yazarım. Geçen bi hanımın arzuhalini yanlış yazmışım. Hatırlayamadımdı başa mı yazılır arz ederim sona mı. Ya da rica ederim mi yazılırdı bilemedim. Yanlış yazmışım. Bi de eve giderken zorlanıyorum, evin yolunu hatırlayamadığımdan. Zaten ondan düştüm ya. Dön Allah dön, dön Allah dön evin yolunu bulamadım. Dedim bu yokuşu bi daha çıkarım daha da çıkmam. Ev mi? Kalsın artık ötede. Zaten sıkıntım var ağırlaştım. Makine yavaş çalışıyor, ağır iş görüyor beni de ağırlaştırıyor. Son kez çıkarken iyice bi ağırlaştım. Baktım döne döne evi ararken başım dönmüş de haberim yok. Geçivermişim kendimden. Acık geçmiş kendime gelmişim. Evi karşımda gördüm meğer yokuşun başında duruyormuş.”“Yaa,” dedi doktor, “Sana bir iki ilaç yazalım.” “Sıkıntım neymiş evladım, ağırlığımdan değil mi? Hep daktilo beni böyle yaptı. Bırakamıyorum da emektarı.” “Kimsen yok mu amca?” “Yok evladım.” “Sen bir iki dakika dur burada. Ben bir şey halledip geleceğim, bir kimliğini ver.” Yalnız kaldı doktor odasında yanında emektarıyla. Masanın arkasındaki dolaba baktı baktı. Bir bayan fotoğrafı yanında bey olan. Bey doktordu.
Ah Müzeyen doktora mı giyecektin gelinliği? Aldı eline fotoğrafı. Kadının dalgalı saçlarına gerçekten dokunuyormuş gibi dalgalar oluşturdu elini fotoğrafın üzerinde gezdirirken. Daktilosuna baktı. Kapağını bir açtı. Beş on dakika sonra odasına, amcanın hastaneye yatış evraklarıyla gelen doktor amcayı bulamadı. Yerde cam kırıkları, düğün fotoğrafı yere çalınmış. Doktor telefona elini uzatırken masasının üzerindeki kağıt gözüne çarptı.
Hastanenize,
Müzeyen beni doktorunuzla aldatmış bir de nikah kıymış. Sevdiğimi çaldığı için doktorunuzdan şikayetçiyim.
Bilgilerinize rica ederim.
Arzuhalci