Altı kitap 6 öykü
Sarsılan dünyalara, kırgınlık dolu gözlere şahitlik ediyoruz aslında öykülerde. Yer yer verilen fazla ayrıntılar göze çarpsa da Arafta Uçan Kelebekler'le yazarın uzun soluklu bir yolculuğa başladığı anlaşılıyor.
Pruva Yayınları'ndan çıkan Arafta Uçan Kelebekler Ecem Tuba Hızarcı'nın ilk kitabı. Kitabın kapağını açmamızla birlikte çok çeşitli ülkeden karakterle karşılaşmamız yazarın farklı kültürlere olan aşinalığını hissettiriyor. İlk bölüm "Zehirli Çiçekler" başlığıyla okurunu selamlıyor ve başlığının da hakkını veriyor. Çünkü tedirginlik sayfaların arasından okurun içine bir zehir gibi akıyor. Hatta tedirginlik öyle ortak bir his ki tüm öykülerde kendini hissettiriyor. Hem sonu merak ederek hem de içinizi kemiren bir huzursuzlukla sayfaları çeviriyorsunuz. Birkaç öyküde yine dikkat çeken bir başka husus ise "küçümseme". Hor görenin aldandığını, bir de güzel aldatılarak sonlarına giden çukura adım attıklarını büyülü bir şekilde kaleme almış yazar. İkinci bölümün başlığı ise "Kırgın Kelebekler". Geç fark edilenlere, pişmanlıklara, ölenin ardında kalan olmanın yakıcılığına kulak kabartıyoruz bu bölümde. Anlatıcı "Bir çizgi yetermiş dünyayı sarsmaya." diyor "Çizgiye Bağlı Bir Nabız" öyküsünde. Sarsılan dünyalara, kırgınlık dolu gözlere şahitlik ediyoruz aslında öykülerde. Yer yer verilen fazla ayrıntılar göze çarpsa da Arafta Uçan Kelebekler'le yazarın uzun soluklu bir yolculuğa başladığı anlaşılıyor.
(Nursena Koç)
- Recep Kayalı'nın öykü kitabı Kamburuma Üç Sebep, Bilge Kültür Sanat Yayıncılık'tan çıktı. Öykülerdeki hâkim duygu, bir serçe narinliğinde merhamet ile kederli bir öfke arasında sallanan bir salıncak gibi. İçlerinde hüzün taşıyan, çoğunlukla yürek burkan hikâyeler anlatıyor yazar. Bu, yalnızca duygusal iç dökmelerle karşılaştığımız anlamına gelmiyor. Aynı zamanda iyi düşünülmüş başarılı kurgular da söz konusu. Yer yer gülümseten mizahi bir tonu olsa da, her öykünün hâkim bir duygusu olduğunu söyleyebiliriz. Bu duygu kimi öyküde öfke, kimi öyküde korku, kiminde merhamet olarak görünse de son kertede her öykü okuru kanatmaya yönelik bir hamle yapıyor. Kastını gerçekleştiren, anlatmak istediğini net ifade edebilen iyi öykülerden oluşan bir kitap Kamburuma Üç Sebep.
- (Onurhan Ersoy)
Öznur Yalgın'ın ilk kitabı Ağırküre Everest yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. Kitabı özel yapan ise tüm öykülerin merkezine insanı ve onun karmaşık duygularını yerleştirmiş olması. Anlatılarda duygu yoğunluğu o kadar fazla ki, öyküleri okurken yazarın sesinden dinliyor gibi hissediyorsunuz. Kitaptaki tüm konular güncel ve ayakları yere basan gündelik olayları anlatıyor, bu yüzden yapay bir kurguya yer verilmediği farkediliyor. Öyküler kompakt bir şekilde ilerlerken anlatılarda bazı parçalar okuyucunun zihnine ve hayal gücüne bırakılıyor. Bu sayede okur anlatıma dâhil ediliyor. Öykü sonlarında her şey açıkça söylenmiyor. Yazar derinlikli anlatımıyla okuyucuyu farklı bir sona sürüklüyor ve öykü bittiğinde çok katmanlı bir yapıyı okuduğunuzu anlıyorsunuz. İnsan ile ilgili tüm detaylar öyle insanca işlenmiş ki, kelimelerin arasında kâh kendinizi, kâh bir tanıdığınızı bulmanız mümkün.
Kitap ilerledikçe okur aslında anlatılanın basit bir kurgudan ziyade kendi hikâyesi olduğunu özümsüyor ve anlatıyla farklı bir bağ kurabiliyor. Tıpkı hayatta olduğu gibi, tüm öyküler hüzün ve karamsarlık içerse bile, hepsinin sonunda bir umut unsuru göze çarpıyor. Hüznün ve umudun bir arada harmanlanması da eseri duygusal yönden güçlü kılıyor. Kitapta bilinçli bir şekilde sade ama etkili bir dil tercihi var, konu insan olması dolayısıyla anlatılarda diyalogları yoğun bir şekilde görmek mümkün. Yazar anlatımda yeni teknikler denemek yerine konun özüne odaklanarak anlatımı sade ama vurucu bir hale getirmeyi başarıyor. Çok farklı mekânlarda, çok farklı zamanlarda, çok farklı insan öyküleri okuyacağınız bu eser, şüphesiz hem konu anlamında hem de edebi anlamda ilk kitap acemiliğinden uzak duruyor.
(Murat Öztürk)
- Modern öyküye dair özelliklerin hemen hemen hepsini gördüğümüz öyküleri ile dikkat çeken Sema Bayar'ın, geleneksel anlatının imkanlarından yararlanarak kaleme aldığı öykülerden oluşan Kuklalar İçin İplerden Sonra Yaşam kitabının merkezinde insan var. İnsana ait dertleri ve yaraları kendine özgü bir anlatım ile aktarıyor Bayar. Yaşamın tam da ortasından karakterleri ile dikkat çekiyor öyküler. Hayatın içinden ama fark etmediğimiz kişilikler, insani yönleri ön plana çıkartılacak şekilde hayat bulmuş yazarın kaleminde. Kaderine hapsolmuş kadınlar, geçmişiyle kıran kırana mücadeleye girişen erkekler, ölümün gölgesinde biriktirilen kırgınlıklar, iyileşmeyen çocukluk yaraları... Dile getirilmesi hiç de kolay olmayan duygular bir bir dökülüyor ortaya. Yazarın kullandığı cesur anlatım dili en önemli etken. Sorgulayan, isyan eden, yüzleşen ve haykıran karakterlerin yaşam telaşını anlattığı kurmaca dünyasını akıcı ve şiirsel bir dille inşa ediyor.
- Hayalle gerçeğin iç içe geçtiği öykülerde yer yer gerçeküstü, gotik bir havaya bürünen atmosfer ile okuru metne daha da bağlamayı başarıyor yazar. İmgesel anlatımın da yer aldığı öykülerde ölülerin, durmuş saatlerin, patikaların, fotoğrafhanelerin, istasyonların ve elbette kuklaların imgesel bir hüviyetle canlanıp hayata karışması hiç de alışık olmadığımız türden. Bireyselleşme sancıları çeken kahramanlarını varoluşsal sorgulamalar eşliğinde kurguya yerleştiren yazar, hayatımızdaki birçok karşıtlığı da işleyerek insanın cevaplamakta ve adlandırmakta zorlandığı konuları usta işi bir anlatım ile kaleme almayı başarıyor. Tanıtım yazısında da dendiği gibi: "bunları toz kaldırmadan, ortalığı velveleye vermeden, camı çerçeveyi indirmeden, usulca, tam bir öykücü ihtimamıyla" gerçekleştiriyor.
- (Uygar Atasoy)
Arzu Alkan Ateş'in çıkan son öykü kitabı Mahir Efendi'nin Papağanı, gündelik hayatın kıyısında köşesinde kalan karakterlerin isimsiz bir başkarakter üzerinde bıraktığı izlenimleri anlatıyor. Birbiriyle bağlantılı 26 hikâyede karakterlerin iç dünyasında yaşadıklarının dış dünyaya taşması ile meydana gelen olaylara yer veriliyor ve bunlar okuyucuyu metnin içerisine çekiyor. Anlatıda yazarın gözlem gücü ve hayal dünyasının derinlikleri, okuyucunun zihnine fırça darbeleri ile dokunmakta ve görsel bir dünya oluşturmakta. Öyküde şiirsel esintilere rastlanılsa da hiçbir zaman gerçeklikten tam anlamıyla bir kopma yaşandığı görülmüyor. Kasabada meydana gelen olaylar, yarım kalan hisler, kurulan sıkı dostluklar: ‘'Kuş Ev'', ‘'Yusuf Masalı'', ‘'Üç Hayalbaz'' ve diğer öykülerin temel temaları.
Kitapta yer yer baş karakterin dostunun gönderdiği mektuplara da yer verilmiş. Kızgınların Kemal, Rüçhan Öğretmen ve Lal gibi silik karakterlerin soluk yaşamlarının başkaları üzerinde bıraktıkları izler, ana hikâyenin akışına yön veriyor. Hayatın acelesine kapılmayan ve hep dinginlikle olaylara yaklaşan başkarakterin büyüyüşüne, gelişimine sayfalar ilerledikçe tanık oluyoruz. Kasabanın kendine özgü atmosferi, kasaba insanının o topraklardaki idealini ortaya koyuyor. Yaşam mücadelesi, gelenekler ve insanların hep bir arada bulunuşu, yalnızlıktan kaçınılması bu idealleri okuyucuya göstermekte. Kitapta, kasaba hayatının durgunluğunun karakterlerin seslerini yükseltmeleriyle yok olmaya yüz tuttuğundan ve bir hareketliliğin başladığından söz edebiliriz. ‘'Aramak, daima...Bir başına!'', diyerek kitabı sonlandıran öykücünün hikâye arayışına devam ettiği seziliyor.
(Nilüfer Bülbül)
- Hece Yayınları'ndan çıkan Unutma Sancısı, insan ilişkilerine aralanan kapının insanların yüzüne tek tek çarpılmasını anlatıyor. Yazar Zeynep Sati Yalçın, imgelerden de yararlanarak kimi zaman insanın kendi içine dönüşünü anlatıyor. Öykülerinin çoğunluğunda insanların birbirinden kaçışından fakat eninde sonunda birbirine doğru koşmalarından, kucaklaşmalarından bahsediyor. Öykülerdeki şiirsel anlatım zaman zaman gerçekliğe ket vurup, okuyucuyu birden hayal dünyasına çekerken, okuyucuya karakterle arkadaş olma, onun hissettiklerini paylaşma ve o anda yaşama fırsatına erdiriyor. Daha sonra karakter birden hayatın gerçekleriyle karşılaşıyor ve hayal dünyasından ani bir düşüşle yere çakılıyor. Bu düşüşün verdiği ağrının sancıya dönüşüşüne tanık oluyoruz.
- "Ardımdaki Ses"te insan olmanın verdiği ağırlığı yazar şöyle ifade etmiş: "Şimdi öyle dardayım ki insan olmanın çaresizliğini sırtımda yük gibi taşıyorum." İnsan olmak ve insanlarla bir arada olmak hikâyelerde başarılı bir şekilde kurgulanmış. Öykülerdeki karakterler genellikle dikbaşlı ve tuttuğunu bırakmayan, daima mücadele içinde olan insanlar. Bazen pes etmiş, hayat mücadelesini kaybetmiş ve bunu kabullenmiş karakterlere de rastlıyoruz. Yazar, "Göğe Bakan Sevgili" ve "İçimin Şehri" gibi öykülerinde insanın toplumdaki yeri ve kimliği hakkında önemli konulara değiniyor. Kitaptaki mekânların genellikle şehir olduğunu, insanların sıkıntılarını yaşadıkları yerlerin tasvirlerinden ve hayat tarzlarından anlıyoruz. Şehir yaşamının insan üzerindeki etkisine, şehir insanının eğilimlerinin neler olduğuna kitapta yer yer rastlıyoruz.
- (Nilüfer Bülbül)