Adyalayıcı

İSMAİL ISPARTA
Abone Ol

Bu sülüklerin, onun arkasından ne dümenler çevirdiklerini; ne kadar haysiyetsiz, karaktersiz, şeref yoksunu adamlar olduklarını; sürekli açığını kolladıklarını bir bir anlatmalıydı.Anlattı da… Müdür onu, bu emeklerinin karşılığı olarak grup amiri yaptı. Bir üst göreve atanacakken müdürü görevden aldılar. Onun yerine kendini ahlak zabıtası zanneden birini verdiler. O ise Cenabettin’i hiç sevmedi.

Beklediği fırsatı sonunda yakalamıştı. Uzun süredir bu anı kolluyordu. Koca bir kahkaha patlattı, pelteleşmiş gıdısı sarsıldı. “İşte bu kadar” diye söylendi. “Bundan sonrası çorap söküğü gibi gelir!”Bekleme Bakanlığında, grup amiri olarak görev yapan Cenabettin İşbilir’in bu makama gelmesi hiç de kolay olmamış; rakiplerini alt etmek için çevirmediği dümen, uygulamadığı taktik kalmamıştı. Ama ne yapabilirdi ki? Birilerinin yükselmesi için, birilerinin alçalması gerekiyordu. Bu dünyanın düzeni böyleydi. Olaya böyle bakmasa, bir baltaya sap olamazdı. Bunun önemini daha çocukken kavramıştı. Çok hareketliydi küçükken. Sürekli yaramazlık yapar, etrafı kırar dökerdi. Ancak her seferinde olayın içinden sıyrılır; kabak, küçük kardeşi Recep’in başına patlardı.

Tabak mı kırıldı: -Gel buraya Recep.

Masa mı devrildi: –Anne Recep yaptı, ben yapmadım.

Halıya yemek mi döküldü: -Recep yine mi?

Evi su mu bastı: -Boyun posun devrilsin Recep!

Cenabettin okula başlayınca, bu özelliği daha da belirginleşti. Öğretmenlerinin gözüne girmek için türlü şaklabanlıklar yapıyor, yalakalığı elden bırakmıyordu. Sınav zamanı, herkes harıl harıl ders çalışırken o, kendi kendine “Çalışın bakalım inekler! Belki adam olursunuz” diyerek onlarla dalga geçiyordu. Ancak her ne hikmetse, onun notları diğer öğrencilerin notlarından yüksek oluyordu. Bunda zeki olmasının yanı sıra; öğretmenlere hediye ettiği tereyağı, peynir, süzme yoğurt ve köy yumurtasının da etkisi vardı.

Bir gün, bayram dolayısıyla sınıfları süslemek için balon alınmıştı. Ancak balonlar bir süre sonra çalındı. Balonları Cenabettin çalmış, sonra bakkala satmıştı. Müdür bu olaya çok kızdı. Öyle ki okulun en haylaz on öğrencisini toplamış, eğer hırsız ortaya çıkmazsa hepsini de bir güzel döveceğini söylemişti. Bunların içinde Cenabettin de vardı. Cenabettin işlerin sarpa sardığını görünce, yanındakiSüleyman’a sokulmuş; suçu üzerine alması halinde, ahırda kuluçkaya yatan yeşilbaş ördeğin altındaki yumurtayı ona vereceğini söylemişti. “Düşünsene,” demişti gözleri parlayarak, “yeşilbaş ördek yavrusu!”

Süleyman önce teklifi kabul etmemiş ancak sonradan “Dişimi sıkar dayağı yerim ama bir yeşilbaş ördeğim olur,” diyerek kabul etmişti. Müdür, Süleyman’ı bir güzel dövmüş; Cenabettin’in verdiği yumurtaysa cılk çıkmıştı. Cenabettin tereyağı, peynir, süzme yoğurt ve köy yumurtasıyla işi liseden mezun olana kadar götürmüştü. Gençti, şekil şemail de yerindeydi. Bir kız sevmeyi düşündü. Babası müteahhit olan Nevin, tam onun seveceği bir kızdı. Nevin de onun sevgisine karşılık verdi. Artık iki kumru gibi kol kola geziyor, defterlerinin boş sayfalarına içinden ok geçen kalp çiziyor, okun sağ ve soluna da isimlerinin baş harfleri olan C ve N harflerini yazıyorlardı.

Zamanla Cenabettin, Nevin’den para istemeye, hatta gittikleri yerlerde hesabı ona ödetmeye başladı. Meseleyi anlayan kız, durumu abisine haber verdi. Katırdeviren lakaplı abi, bu duruma çok sinirlendi. Cenabettin’i sokak ortasında katır gibi devirerek üstüne çıktı ve gücünü hiç esirgemeden suratının ortasına bir yumruk indirdi. Burun kemiği eğri kalan Cenabettin, bu olaydan sonra evlenmemeye karar verdi. Cenabettin birçok işe girdi çıktı. Sonunda hatırlı kişilerin yardımıyla Bekleme Bakanlığında memur oldu.

BEKLEME BAKANLIĞININ TARİHÇESİ:

Müdür bey, o gün dışarı çıkarken, kapı önündeki bankların boyasının döküldüğünü fark etti. Hemen memurlardan birini çağırıp bankın boyatılmasını ve başına bir nöbetçi dikilmesini söyledi. Söylenenler hemen yerine getirildi. Bank kurudu ancak nöbetçi nöbet tutmaya devam etti. Hatta onun yanına, birkaç kişi daha verildi. Kimsenin aklına, müdürün, boyalı banka birinin yanlışlıkla oturmasını önlemek için nöbetçi diktiği gelmedi. Bir süre sonra müdür başka bir yere atandı. Onun yerine gelen müdür zamanında da bank nöbeti tutulmaya devam etti. Birkaç kişi laf arasında müdüre, orada nöbet tutulmasının sebebini sordu. O da “Benden önceki müdür düşünmüş; vardır bir bildiği” diye cevap verdi.

Zamanla bu işin hikmeti anlaşılmaya başlandı. Örneğin, kuruma gelenler işlerini halletmek için önce nöbetçilere akıl danışıyor; biraz soluklanmak için banka oturanlar, içini nöbetçilere döküyor; karşıdan karşıya geçemeyen ihtiyarlara nöbetçiler yardım ediyordu. Nöbetçi uygulaması, zamanla başka kurumlarda da görülmeye başlandı. Herkes takdirle karşılıyordu bunu. Artık her kurumun önünde hatta her sokak başında, bank nöbeti tutan nöbetçiler görülüyordu. Bu uygulamayı konuşmak için birçok etkinlik düzenlendi. Bilim adamları bu konuyu araştırdı. Bu uygulamanın sistemli bir bütünlüğe kavuşması gerekiyordu. Bu amaçla Bekleme Bakanlığı kuruldu. Cenabettin, bakanlığa girdikten sonra etrafındakilerle iyi ilişkiler kurmaya başladı. Önü açıktı. Pırıl pırıl bir gelecek onu bekliyordu. Ancak kariyer edinmek için, belli şartları göz önünde bulundurması gerekiyordu. Cenabettin, bu konuda kafasında şöyle bir liste oluşturmuştu:

KARİYER BASAMAKLARINDA YÜKSELME MADDELERİ:

1. HER ZAMAN DOĞRU ATA OYNAMAK:

Üstleriyle arasını sürekli iyi tutması, gönüllerini hoş etmesi gerekiyordu. Buna yalamak da denebilirdi. Yalama, ayak parmaklarının arasındaki – varsa eğer – mantarlardan başlayıp ense kılında son bulan zorlu bir işti. Dil iştahla yapışmalıydı. Başkasına bu zevki tattırmamalıydı. Öyle yalamalıydı ki, vahşi hayvanların sınırlarını idrarlarıyla belli etmesi gibi kendinden bir iz, bir koku bırakmalıydı üzerinde. Bu mesele Cenabettin’in uzmanlık alanıydı. Tam bir yalama ustasıydı. Hatta kendisine, bu makama nasıl geldiğini soranlara karşı, önce göbeğini hoplatarak güler, sonra “Bu dil bu ağızda olduğu sürece, Cenabettin’in sırtı yere gelmez!” derdi, “Kendi dilimle!” diye de eklerdi. Gerçi bu özellik sadece Cenabettin’e has değildi. Birçok kişi, bu işi ustalıkla yapıyordu. Harçlığını artırması için oğul, babasını yalıyordu. Bakkaldan veresiye mal alabilmek için vatandaş, bakkalı yalıyordu. İşçi amiri, amir, müdürü… Akademik kariyer yapmak isteyen öğrenci hocayı, doçent olmak isteyen hoca, akademik kurulu… Köşesini kaptırmak istemeyen yazar, patronu; patron siyasetçiyi…

2. AYAK KAYDIRMAK:

Bu da üzerinde önemle durulması gereken bir meseleydi. Ayak kaydırma, genellikle laf taşıma sonunda oluşan bir eylemdi. Bu yolla Cenabettin, rakiplerinin ayaklarını bir bir kaydırmıştı. Burada kilit noktada müdür bey bulunuyordu. Müdür beyin etrafı kan emici sülüklerle doluydu. Cenabettin, saygıdeğer müdürünü, bunlardan korumayı kendine bir vazife edinmişti.

Bu sülüklerin, onun arkasından ne dümenler çevirdiklerini; ne kadar haysiyetsiz, karaktersiz, şeref yoksunu adamlar olduklarını; - bu kaba sözleri yanında ağzına aldığı için bağışlasındı ama işin vahametini ortaya koymak için bunları söylemesi gerekiyordu – işi gücü bırakıp, her gün akşama kadar onu çekiştirdiklerini; ağza alınmayacak hakaretler ettiklerini; hatta ölmüş anasını bile işin içine kattıklarını; bir an önce ölmesi için – Tanrı gecinden versin – dua dua yalvardıklarını; - Tanrı dualarını başlarına çevirsin – sürekli açığını kolladıklarını bir bir anlatmalıydı.

Anlattı da… Müdür onu, bu emeklerinin karşılığı olarak grup amiri yaptı. Bir üst göreve atanacakken müdürü görevden aldılar. Onun yerine kendini ahlak zabıtası zanneden birini verdiler. O ise Cenabettin’i hiç sevmedi.

3. BİR YUMURTLAMAK AMA BİN GIDAKLAMAK:

Cenabettin’in bir diğer uzmanlık alanıydı.

4. SER VERİP SIR VERMEMEK, SIR ALMAK:

Üzerinde önemle durulması gereken bir maddeydi. Cenabettin, kariyer için fiziksel özelliklerin de önemli olduğuna inanıyordu. Kariyer yapmak isteyen birinde, bulunması gereken fiziksel özellikleri şu şekilde formüle ediyordu:

GÖBEK (Hatırı sayılır bir göbeği vardı.) + KEL KAFA (Üzerinde sinek bile duramıyordu.) + KALIN ENSE (Standartların biraz altındaydı.) = İDEAL TİP

Önündeki gazeteyi kapatırken çaycının getirdiği çayı içiyordu. Ahlak zabıtası müdür nihayet gitmişti. Yeni müdüre bir hoş geldin ziyaretine gitmeliydi. Aynanın karşısında üzerine çeki düzen verdi. Dışarı çıktı. Akşam olmak üzereydi. Pis bir hava vardı dışarıda. Fabrikalar duman geğiriyor; eğlence yerlerinden vıcık vıcık müzik sesleri yükseliyor; her yan, buram buram lağım ve şarap kokuyor; akşam mesaisine çıkmış sapına kadar fahişeler, delikanlı travestiler ve parlak yüzlü gaylar ortalıkta fink atıyordu. Şehrin altı da adeta üstüne gebeydi. Lağımlar koltuk altı ve kasık kılı, prezervatif, boğulmuş cenin, zevk çığlığı ve şeref kusmuklarıyla tıkalıydı. Yine o iğrenç sıvıyla kaplıydı sokaklar.

Nereden geldiği belli olmayan bu yapış yapış, pis kokulu sıvıya yetkililer bir türlü çare bulamamıştı. Özellikle resmi kurumlara ve iş yerlerine yaklaştıkça daha da artıyordu. Son zamanlarda insanlar bu nedenle sokaklarda yürüyemez olmuştu. Cenabettin, müdür beyin kapısını nazikçe tıklatıp içeri girdi. Parlak bir çehresi vardı müdürün. Kendini tanıttıktan sonra oturmak için izin istedi. “Müdürüm, kaç zamandır sizi bekliyorduk!” diyerek söze başladı.

“Kurumda işler gerçekten çığırından çıkmıştı. Siz gelmeden haberleriniz gelmeye başladı gerçekten takdire şayan bir geçmişiniz var eli öpülesi bir insansınız öteki müdürden çok çektik illallah ettirdi ama siz eşsizsiniz emrinize amadeyiz siz yeter ki bir şeyin olmasını isteyin hiç üzmeyeceğiz sizi kalbinizin temizliği yüzünüze vurmuş sizin gibi temiz bir yüzüm olsaydı artık sayenizde işimizi daha istekli yapacağız siz siz siz siz siz siz siz siz siz siz…"

Anlatırken…

Cenabettin’in ağzı bir anda kocaman açıldı ve dili bir süpürge gibi dışarı çıktı. Müdürü ayaklarından başlayarak yalamaya başladı. Belli ki bu, müdürün de hoşuna gitmişti, ses etmiyordu. Yaladıkça yaladı. Salyaları etrafa saçıldı. Küçük bir dere haline geldi. Kendinden geçmiş gibi yaladı yaladı. Durduramıyordu kendini. Neredeyse boğulacaktı salyalarının içinde. Salyalar içeri sığmaz oldu, kapıyı kırarak Cenabettin’i de önüne katıp sürükledi, diğer kişilerin akıttığı salyalarla, patlayan lağımlarla birleşti ve dışarıda kocaman bir sel oluştu. Önüne gelen her şeyi alıp götürüyordu. Dalgaların arasında bir ara Cenabettin görüldü.

Hala “Kendi dilimle, kendi dilimle!” diye bağırıyordu.