Acıdan Bahsetmemek Mümkün mü?

ONURHAN ERSOY
Abone Ol

Acı yok, cümlesi acının varlığının en büyük deliliyken acıdan kaçılabilir mi? “Acı Yok” öyküsünün, isim babası bir yan karakter. Ana karakter İhsan kendini teselli edemez. Yaşadığı acının karşısında ne yapacağını bilemeyip afallar. Onu en yakın arkadaşı Kerim teselli eder. Kendi kendini nasıl teselli ediyorsa İhsan’ı da öyle teselli etmeye çalışır.

Birbirimizi bu masaya bağlayan iki prangayız. Şu anda bu masadan kalkıp gitmeyişimizin başka bir nedeni olamaz. Olabilir mi yoksa?

Poşetli Bir Adam

ACI YOK - ÖMER ÇELİK İZ YAYINCILIK

Ömer Çelik’in ilk öykü kitabı Acı Yok, raflardaki yerini aldı. Elbette acı var. İnsandan söz açıp da acıdan bahsetmemek mümkün mü? Kitaba adını veren “Acı Yok” öyküsünden önce yazıya yukarıdaki alıntıyla başlamanın da elbet bir sebebi var. Öykülerin çoğunda karakterler birbirlerine prangayla bağlılar, görünmez prangalarla! Her öyküde bir kaçış isteği var. Acıdan kaçış mı? Belki. Prangaların dayanılmaz ağırlığından kaçış. Babasının gölgesinden kaçmak isteyenler, eziklikten kaçmak isteyenler, geçmişten, köyden kaçmak isteyenler... Acı yok, cümlesi acının varlığının en büyük deliliyken acıdan kaçılabilir mi? “Acı Yok” öyküsünün, isim babası bir yan karakter. Ana karakter İhsan kendini teselli edemez. Yaşadığı acının karşısında ne yapacağını bilemeyip afallar. Onu en yakın arkadaşı Kerim teselli eder. Kendi kendini nasıl teselli ediyorsa İhsan’ı da öyle teselli etmeye çalışır. “Acı yok rocky! Acı yok.”İhsan işe yarayıp yaramadığını sorduğunda ise Kerim’in verdiği “Ne işe yaraması oğlum?” cevabı, acıdan kaçılabilir mi sorusunun da cevabı aslında.

Öykülerin geneline baktığımızda sık sık köy hayatıyla karşılaşıyoruz. Bu demek değildir ki karşımızda durağan ve sıkıcı bir kitap var. Bilakis, bu öykülerin kimilerinin uçları fantastik denebilecek noktalara bile kayabiliyor. Yüksek lisans derslerinde, profesör odalarında, fabrikadaki isyankar işçiler arasında veya üçüncü dünya savaşı sonrasında da bulabiliyoruz kendimizi. Haliyle bu çeşitlilik metne muazzam bir hareket katıyor. Karakterler tekdüze değil, benzer mekanlarda benzer hayatlar yaşayan karakterler kurulurken dahi tipleştirmeye gitmemiş Ömer Çelik. Bu durum kurgusal açıdan da metne güç katıyor. Kitapta yer alan neredeyse tüm karakterler üzerinde çok fazla çalışılmış olduğu gayet açık kendini gösteriyor. Geçişli bir anlatım tekniği var. Öykülerin birçoğu iki veya üç farklı anlatımla ilerliyor. Aşina olduğumuz bu tekniği yazar başarılı bir şekilde kullanmış. Aynı anlatıcı bir paragrafta günümüzü anlatırken diğer paragrafta geçmişi anlatıyor ve biri geçmişi biri günümüzü anlatan iki farklı metnin iç içe geçmiş olduğunu görüyoruz.

Bir satranç maçı gibi hamle hamle ilerleyen ve her hamlede anlatıcının değiştiği öykülerle karşılaşmaya hazır olmalı okur. “Beş Perdelik Cinayet” ve “Aşık’ın Muradı” bu tekniğin başarıyla uygulandığı öykülere örnek olarak verebiliriz. Dikkatli bir okumayı talep eden öyküler. “Acı Yok” öyküsüne odaklandığımızda, adından da anlayabileceğimiz bir “ters köşe” durumu söz konusu. Acının inkarı, acının kanıtı oluyor. Bu ve buna benzer durumlarla sık sık okur şaşırtılıyor. Bunun karakter gelişimleriyle de alakası var elbette. Karakterlerin değişimlerine odaklandığımız öyküler, şaşırtmacadan çok merak duygusuyla okuru metne bağlıyor. Karakterlerin bir amaçlarının olduğunu örtük bir şekilde fark ettiriyor bizlere yazar, biz de öykü boyunca bu örtünün altındakileri merak ediyoruz. Bazen amaçlarına ulaşıp ulaşamayacaklarını, bazen amaçlarının ne olduğunu. Değişebilecek mi, diyoruz, kaçış başarılı olacak mı? İyilerin kötü çıktığı, güçsüzlerin güçlü olduğu, emekle inşa edilen süreçlerin yerle bir olduğu finaller görüyoruz.

Kitaptaki öyküler, türleri gereği kısa olsalar da birçoğu kısa romanlar gibi duruyor aslında. Belli başlı anlara ve duygulara odaklanan öyküler de var ancak bazı öykülerde karakterlerin hikâye zamanı açısından uzun dönemlerini, geçiş süreçlerini ve değişimlerini görüyor olmak kırpılmış romanlar okuyormuş gibi hissettiriyor. Bunu öykülerde görmeye pek alışık değiliz. Genelde metnin kısalığı hikâyenin kısalığına yansıyor ve kısa anlarla karşılaşıyoruz öyküde. Kitapta karşımıza çıkan karakterlerinin geçmişleri, soy ağaçları, tarihleri var. Anlatılan anlardan ibaret değil hiç biri. Halen yaşıyor, gezip tozuyor ve en önemlisi de acı çekmeye devam ediyorlar diyebiliriz. Bir ilk kitap olması hasebiyle gayet başarılı bir öykü toplamı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ömer Çelik’in gelecek öykülerini de merak ettiren bir kitapla karşı karşıyayız. Hayırlı olsun.

  • 2015 yılında Ay Ve Güneş Kumpanyası öykü kitabı ile Eskader hikâye ödülü ve Olay Berlin’ de Geçiyoröykü kitabıyla da 2017 Türkiye Yazarlar Birliği hikâye ödülünü kazanan Naime Erkovan çocukluk ve hatırayı birleştirdiği altıncı kitabı Akvaryum Fırtınası ile karşımıza çıkıyor. Akvaryum Fırtınası akışı yavaş, söze gelişi ise bir hatırlayış gibi kimi zaman kesik kesik kimi zaman hızlı geçişleri barındırarak okuru sessizliğin içine bırakıyor. Geçişlerin bu özelliği metni boşluklara düşürerek öykünün sonuna doğru merak unsurunu zayıflatıyor. Öykünün içindeki kısa başlıklar akışı hızlandırmaya gayret etse de karakterlerin kısaltılmış isimleri ritmik olarak okuyuşu aynı etkiyi veremiyor. Uzun zamandır kendisini dışarıya kapatmış, şehrin kalabalığının baş döndürücü etkisini korunaklı evinin penceresinden izleyen karakterimizin kapısı üç kez yavaşça çalınıyor. Bir anda hiç beklemediği ufak misafir hızlıca dahil oluyor hayatına, bu hız birçok yeni olayın habercisi olsa da ilk olarak çocuğun isimleri kısaltmasıyla başlıyor.
  • Tili ve Min. Tili’nin üzerini örttüğü çocukluğu Min tarafından teker teker sorgulanıyor ve yeniden anımsanıyor. Min ile birlikte bu anımsayış öykünün içinde küçük nidalara dönüşüyor. Her hatırlayış Tili’nin çocukluğu ile yüzleşmesine sebep oluyor çünkü çocukluk ilk “ben” inşasını var ettiği gibi ilk yıkımı da var ediyor. İnşa ve yıkım çocuğun kurduğu ilk oyunlarda gösteriyor kendisini. Çocuğun kendi dışında ötekiyle kurduğu ilk bağ daha sonra atacağı tüm adımların anahtarını oluşturuyor. Tili için bu adımlar sonraki hayatında kaygı ve huzursuzluğun habercisi olsa da Mini’yle birlikte yaşamaya başladığında adımları ürkek ve heyecanla dışarıya açılıyor. Dışarısıyla adım adım kurulan bağ öykünün ismiyle birlikte daha anlaşılır oluyor. Tüm bu hatırlayış çocukluğun kimse için halihazırda geçmiş olmadığını hatırlatırken okuyucuyu kendi hikâyesi kendi çocukluğu üzerine yeniden düşünmeye davet ediyor. Yazarın basit imgelerden yola çıkarak oluşturduğu başarılı bir hatırlayış öyküsü olarak okuyucusunu acı-tatlı sedayla selamlıyor. (Betül Yavuz)
  • AKVARYUM FIRTINASI - NAIME ERKOVAN ŞULE YAYINLARI

ARTIK ARANMAYANLAR GEZEGENI SEVINÇ ERBULAK - HEP KITAP

Yeşil bir palyaçonun sağ kolu ile ışığı sönmüş mavi bir gözün, Artıkaranmayanlar Müzesi’ndeki yolculuğunu anlatıyor kitap. İçinde binlerce yıllık günlüklerin saklandığı bu müzede defterlere yazılan satırlar, müzenin duvarlarına kazınmış. Girilen her odada ayrı bir dünyanın öyküsü anlatılmış. Acayip fantastik bir dünyada başlayan yolculuk, sinema perdesinin açılmasıyla birlikte şimdiki dünyayı anlatmaya başlıyor. Ama odaların duvarlarına yazılmış hikâyeler fantastik ve pek iç açıcı değil. Yazar şimdi, şu andaki dünyanın adaletsiz, zalim, düşman, hilekâr, düzenbaz, tecavüzcü ve daha birçok çirkin sıfatı taşıyan insanlarının, nasıl masum ve mazlum insanlarını tükettiğini ve kirlettiğini anlatıyor. Çocuk ölümü ve çocuk gelinlerden tutun da, hayvanların insan uzuvlarına maruz kalması, bir avuç toprak için çıkarılan savaşlarda katledilen insanların, yakın dönemde haberlere konu olan hayatları hikâye ediliyor. En çok çocukların dünyadan alacaklı olduğu gösteriliyor. Yazarın net ve kurallı cümleleri, sade ama şık bir üslupla kurguyu güçlendiriyor.

Her odanın öyküsü sonrasında iki karakterin halet-i ruhiyeleri şiirsel bir dille anlatılıyor. Yazar okuyucuya istediği duyguyu aktarabilmek için nefis bir yol bulmuş. Karakterler yeni odanın hikâyesine başlamadan önce bir nota ve yanında sanatçı ile parçasının ismi göze çarpıyor. Okurken dinlersiniz diye. Bunun hemen altında Murakami epigrafi ile metin içinde hissedilen etkisi, açıkça gösteriliyor. Biz Ursula kokusu da aldık. Kitabı okurken yazarın mekân, terim ve kavram türetme, benzetme kıvraklığında siz de Ursula’yı anımsayabilirsiniz. Ayrıca hayata dair soru(n) ları kendi perspektifi ile anlatması ve “Hayatın sonunda ne olacaksınız?” sorusunu sordurması da Ursula’yı hatırlatan başka bir yan. Ama yazar tüm bunlara rağmen ne onun gibi alternatif bir dünya kurguluyor, ne de düşünce biçimleri oluşturuyor. İnsanları ve onların değişimini yazıyor yazar ve de hayal kurmanın muhteşemliğini. (Betül Sezgin)

  • Tamahkâr çocukların fısıltıları. Şair yönü ile tanıdığımız yazarın, otobiyografik özellikler taşıyan öykülerden oluşan kitabı; kuramsal anlamda ve teknik açıdan çalışılmış bir öykü dünyasına taşımıyor okuru. Yazarın; çocukluğundan, kendisinde iz bırakmış yaşantılardan, taşra hayatından ve o hayatın sahip olduğu zenginliklerden, dostluklarından ve anılarından bahsettiği sıcak sahnelerden oluşan öyküler, yazarın akıcı dili ve sade anlatımı ile birleşerek, okuması son derece keyifli bir serüven sunuyor. Dil konusunda yazarın her zamanki özelliğini bu öykülerde de görmek mümkün. Okurken keyif veren, sürükleyici ve insanı geçmişe götüren bir dil, anlatım hakim. Öykülerin geçtiği zamanlarda etkili olan müzik, edebiyat ve alışkanlıklara dair detaylı bilgiler okuyucuyu öykünün geçtiği zamana doğru bir nevi seyahate çıkarıyor. Mustafa Akar, arada herkes gibi umutsuzluğa kapılsalar da asla vazgeçmeyen, hiç göremeyecekleri çiçeklerin adlarını ezberleyen tamahkâr çocukların fısıltılarına kulak veriyor; gardenya, karaçalı, zambak, akşamsefası, yediveren, camgüzeli, kasımpatı, müşkülüm, zülfüarus... (Uygar Atasoy)
  • GEZEGENIN TAMAHKÂR ÇOCUKLARI MUSTAFA AKAR - TURKUVAZ KITAP

KAPATTIK KARDEŞIM - ÖZGÜR AKKAYA KÜSURAT YAYINLARI

Kitaba başlar başlamaz sizi acılı, sancılı, yoksul, serseri, kırık dökük hayatlara sahip karakterler karşılıyor. Hayatın kendisini mesele edinen hikayelerin hemen hepsinde farklı bir pesimist konu ele alınmış ama olayların geçtiği yerler aynı; arka sokaklar. Hayatın eksi taraflarındaki insanların yaşadığı zorluklar ve acıların gerçekliği damarlarınıza kadar hissettiriliyor. Karakterler yaşam mücadelesi içinde ve yaşadıkları kayıpların üzüntüsü ile boğuşuyor. Hiçbir hikâyede karakterler uzun vadeli planlar ya da geçireceği bir ayın hesabını yapmıyor, günü nasıl kurtarırım derdindeler. İşler hiçbir zaman yolunda gitmediği için de hayal kırıklığı veya ölüm tüm hikâyelerdeki ortak tema olarak kendini gösteriyor. Öyküleri baştan sona okuduğunuzda, sonun nasıl biteceğini tahmin ediyor gibisiniz.

Ama öyle değil. Hikâyenin başında belirtilen küçük bir ayrıntı, aslında finalin nedeni olabiliyor. Bu yüzden şaşıracağınız, önceki sayfalara geri dönüp bakacağınız sonlar var. Hikâyenin sonunu merak etmiyorsunuz ama bitirdikten sonra olaylar nasıl bu noktaya geldi şaşkınlığını yaşıyorsunuz. Kitap bitince yolda gördüğünüz pejmürde yaşamların acısına farkındalığınız daha da artabilir, yüzünüzde buruk mimikler oluşabilir, kimsenin aslında rastgele ölmediğini düşünebilirsiniz. Ayrıca en çok annenizi sevmeye devam edip(!), bir babanın eksikliğinin ne acılar yaşatabileceğini açık seçik okuyabileceksiniz. Ölümün ise her an içinizde olduğunu ve onunla nefes alıp verdiğinizi daha derinden hissedeceksiniz. (Betül Sezgin)

  • Hayatın içinden, içimizi köz gibi yakan meseleler Şiirleri, öykü seslendirmeleri, dergiler ve gazeteler için yaptığı söyleşilerden tanıdığımız Zeynep Kahraman Füzün’ün ilk öykü kitabı Köz Yanılması, dikkatimizi dağıtabilecek birçok faktörün bulunduğu yeni medya çağında hemen tüketebileceğimiz kısa ve küçürek öykülerden oluşuyor. Çarpıcı sonları ve bu sonlara okuyucuyu adım adım hazırlayan kurguları ile hayatın içinden öyküler sımsıkı sarıyor bizleri. Acı, yalnızlık gibi kadim konuları ele aldığı öykülerini gerçekle kurgunun iç içe geçtiği bir zeminde devam ettiriyor ve yazarın oluşturduğu duygusal atmosferin devamında etkileyici final ile son bulduruyor. Öykülerinde göze çarpan en belirgin ortak yön ise okuyucuyu tedirgin etmeyi başarıyor olmaları. Kitabımız ikinci bölümü, günümüz dünyasında teknolojinin de etkisiyle anlatılmak isteneni en az kelime ile anlatma, okuru sonuca en çabuk biçimde götürme çabasının başarılı bir şekilde vücut bulduğu küçürek öykülerden oluşuyor. İkinci bölüm öykülerinin sonunda okuyucuyu hayal dünyası ile başbaşa bırakarak amacını başarıyla yerine getiriyor. (Uygar Atasoy)
  • KÖZ YANILMASI - ZEYNEP KAHRAMAN FÜZÜN - İZDIHAM KITAP