Zamanla, mekânla, kadroyla sınırlandırılamayan yeni bir eğitim modeli

KÜBRA KURUALİ YAŞAR , SERAP KABAKÇI
Abone Ol

Bugüne kadar eğitim-öğretimle ilgili dönüp dolaşıp, durup düşünüp pek çok dosya yaptık. Birinde alternatif eğitim modellerine odaklandık, diğerinde çözemediğimiz yabancı dil sorununa ya da meslek eğitiminin ortadan kalkmış olmasına…

Yaz başında henüz okullar yeni kapanmışken bir toplantıda Ahmet Murat, kızları büyüdüğü için ilk defa bu yıl yaz okulu aramak zorunda kalmadığını ama etrafındaki pek çok ailenin bu konuda dertli olduklarını söyledi. Öğrencilerin hayatının neredeyse üçte birinin okulda geçtiğini, bununla birlikte bir zamanlar tarım ülkesi olduğumuz için mecbur kalınan uzun yaz tatillerinin ne kadar anlamsızlaştığını konuştuk. Hocamız ramazan ayında yazar söyleşisine davet edildiği Sakarya Adabilim Okullarının, yazın ortaokul ve lise öğrencileri için mesleki tecrübe edindirme projeleri yaptığını anlattı. Ayrıca okulun kendilerine ait eğitim modelinden, şubeleşmeye gitmediğinden, kitap okumayı ne kadar önemsediklerinden, öğrencileriyle şiir geceleri düzenleyen öğretmenlerinden bahsetti. Açıkçası muhabbetin sonunun ağustos sayısında bir dosyaya bağlanacağı aklıma bile gelmeden konudan asude oturuyordum. Ne yalan söyleyeyim çocukları için yaz okulu arayışındaki aileler de yazın eğitimlerine bir şekilde devam eden okullar da ilk başta hiç dikkatimi çekmedi. Bir hafta sonra Adabilim öğretmenleri ve öğrencileriyle röportaj yapmak için Sakarya’ya doğru yol aldığımızda günümüzün bu kadar güzel, geleceğe dair umut dolu ve eğlenceli geçeceğini hiç düşünmemiştim.

Adabilim Okulu Genel Müdür Yardımcısı Yaşar Şahin ve Lise Müdürü Samet Gürses bizi kapıda karşıladı. Okula adımımızı attığımızda genişçe bir salonda çok sayıda kitabın yer aldığı kütüphaneler ve hemen önlerinde öğrencilerin sanatsal ve eğitsel eserlerinin bulunduğu sergi alanı vardı. Son kattaki yemekhanede bizim için hazırlanan kahvaltıya doğru ilerlerken önce dil sınıflarının olduğu koridorlardan, sonra yetenek ve müzik atölyelerinden geçtik. Cevizli çöreklerden okul bahçesindeki eriklerle yapılmış meyve suyuna, anne eli değmiş bir kahvaltı sofrasında ne var ise hepsi masadaydı. Bu okula paket gıda girmiyor, aynı sofralar öğrenciler için de kuruluyor, çocuklar mutfak atölyelerinde bir yemeğin hazırlanışı ve sunuşuyla ilgili tecrübe ediniyordu. İlkokuldan liseye farklı yaş gruplarının bir arada olduğu bu binada öğrenciler hemen her işin mutfağındaydı.

Okula adımımızı attığımızda genişçe bir salonda çok sayıda kitabın yer aldığı kütüphaneler ve hemen önlerinde öğrencilerin sanatsal ve eğitsel eserlerinin bulunduğu sergi alanı vardı.

Okulun Genel Müdürü Ahmet Özen o günlerde hac vazifesi için Mekke’deydi. Kendisiyle ilk günden beri bu maceranın içinde yer alan Genel Müdür Yardımcısı Yaşar Şahin, adım adım nasıl bir eğitim modeli tasarladıklarını ilk günkü heyecanıyla anlattı. Henüz üniversite son sınıf öğrencisiyken bu maceraya dahil olan şu an Lise Müdürü Samet Gürses de aynı heyecanı paylaşıyordu. Hep birlikte yeni bir okul hayal etmişler ve adım adım hayallerini gerçekleştirmişlerdi. Bunu daha iyi anlamamız için tıpkı öğrencilerine yaptıkları gibi bizi masa başından kaldırıp sahaya davet ettiler. “Hayat Okulu” ve “Geleceğimi Seçiyorum” projeleriyle çocuklar hayallerindeki meslekleri yakından görme fırsatı yakalıyor. Aklınıza öyle seyirlik birkaç gün gelmesin. Okul bu sistemi uygulamaya başladığında lise öğrencisi olan Miray Cengiz hayalindeki mesleği öğretmenlerinin proje kapsamında kendisini gönderdiği avukatların yanında pek çok yaz tecrübe etmiş. O gün onu kendi avukatlık bürosunda ziyaret ettik. Henüz 11. sınıf öğrencisi Yaren Temiz de çocukluk hayali eczacılık mesleğini 8. sınıftan beri aynı eczanede tecrübe ediyor.

“Hayat Okulu” ve “Geleceğimi Seçiyorum” projeleriyle çocuklar hayallerindeki meslekleri yakından görme fırsatı yakalıyor.

Aralarında diş hekimi olmaktan kan görünce vazgeçen, bir doktorun muayenehanesinde boyun fıtığı hastasına vurduğu iğneden sonra böyle bir şeyi asla yapamayacağını düşünen, akademik dersleri sevmediğini okul bittiğinde ticarete atılacağını söyleyen öğrenciler de var. Maksat tam da burada hasıl oluyor! Adabilim Okulları bu eğitim modeliyle tüm öğrencilerini aynı potada değerlendirmekten kaçınan, herkesin bir seviyesinin olduğu ve bunun üzerine çıkabileceği ama bu yolculukta çocukların ne kadar yol alacağının yine onların kapasitelerine göre değişkenlik göstereceğini hem akademik olarak okulda hem de pratik olarak sahada kanıtlamış oluyor.

Ahmet Murat, 2017 Eylül’ünde alternatif eğitim dosyasında kaleme aldığı editörden yazısına “Yeni okullar hayal etmek” başlığını atarken henüz Adabilim Okullarından haberdar değildi. “Okullarımızı daha cazip, daha yaşanılır, daha etkili, daha yaratıcı kılmanın yolları üzerinde düşünmeliyiz. Ülkemizde bunun üzerine düşünen bir avuç kadar insan var.” dedikten yıllar sonra eğitimde tek tipleşmeye tüm zorluklara rağmen itiraz eden, yeni okullar hayal eden, yeni eğitim modelleri tasarlayan o bir grup insandan bazılarıyla tanışmış oldu. Bu dosya vesilesiyle de hepimizi bu tanışıklığına şahit tutuyor. Ben de sizi bu okulun müdürleri, öğretmenleri, öğrencileri ve mezunlarıyla yaptıkları güzel işleri anlatmaları için baş başa bırakıyorum. Onları ilk ağızdan dinlerken bir hayalin peşinden gitmenin pek çok yeni hayale kapı araladığını ve hayallerin kararlı, azimli, çalışkan insanlarla gerçekleştiğini görecek belki de kendi hayalleriniz için harekete geçeceksiniz. Buyursunlar…

Yaşar Şahin: Sorumluluk alan eğitim kadrosu ile sorumluluk sahibi insanlar yetiştirmeliyiz

Öğrencilerle gerçek hayat arasındaki sınırları kaldıran bir eğitim politikanız var. Yönteminizden bahseder misiniz?

Okullarımızı daha cazip, daha yaşanılır, daha etkili, daha yaratıcı kılmanın yolları üzerinde düşünmeliyiz. Ülkemizde bunun üzerine düşünen bir avuç kadar insan var. Fotoğraf: Sedat Özkömeç.

Her alanda olduğu gibi “Eğitim meselesini nasıl inşa edeceğiz?” sorusunun cevabı da konuya nereden baktığımız ile alakalıdır. Sadece sınavlarda başarı kazanma odaklı bir eğitim sistemi insan yetiştiremez. Öğrencilerin hayatının neredeyse üçte biri okullarda geçiyor. Dolayısıyla kendilerine, kültürlerine, yaşadıkları coğrafyaya bakış açıları da okullarda şekilleniyor. Sınavlar da başarı kazanma uğruna gerekli gereksiz, faydalı faydasız ayır etmeden bilgi yüklemesi yapılıyor. Nurettin Topçu’nun ifadesiyle “Edineceği bilgileri seçmeyip her görüp işittiğini öğrenen insanın bütün bilgileri faydasız ve değersizdir.” Bunun farkına varıp buna göre bir eğitim modeli inşa gayreti içerisindeyiz.

Genel Müdürümüz Ahmet Özen ile on yıl önce ilkokul sınıf öğretmenlerini bu odada topladık. Dedik ki, “Arkadaşlar sistemi değiştiriyoruz. Bundan sonra sınav odaklı, test odaklı eğitimi ilkokuldan kaldırıyoruz. Ek kaynak kullanmayacaksınız, test çözdürmeyeceksiniz, sınav yapmayacaksınız, ev ödevi de vermeyeceksiniz.“ Öğretmenler itiraz etti: “Hocam o zaman biz nasıl öğreteceğiz!” Ne acı ki öğretmenler test olmadan, ek kaynak kitabı kullanmadan öğretemeyeceğine inanmış. Bunu kırmak için çok uğraştık. Eğitim modelini önemseyen veli profilini bir araya getirmemiz de üç sene sürdü.

Nurettin Topçu’nun ifadesiyle “Edineceği bilgileri seçmeyip her görüp işittiğini öğrenen insanın bütün bilgileri faydasız ve değersizdir.”

Her kademede farklı bir eğitim modeli oluşturduk. Ortaokul ve lisede çocuklar öğlene kadar akademik ders görüyor. Öğleden sonraları dil eğitimi, yetenek atölyeleri, beden eğitimi, müzik, Kur’an-ı Kerim dersleri oluyor. Çocuklar zihinsel olarak yoruldukları anda aktivite ve etkinlik derslerine geçiyor. Bu hem çocuklar hem öğretmenler açısından keyifli ve verimli oldu. Eskiden karşılaştığımız düşme, yaralanma, yaramazlık gibi problemler neredeyse %70 azaldı. Bizde klasik sınıf sistemi yerine her hocamızın kendi dersliği var. Öğrenciler teneffüste ilgili dersin sınıfına geçiyorlar. Sabah 09.00’dan öğleden sonra 16.10’a kadar hafta içleri, cumartesi günleri ise öğlene kadar okuldayız. Toplamda 300 öğrencimiz var. Klasik okulculuk yapsaydık bursluluk sınavları, pazarlama teknikleri, reklam yöntemleri ile sayıyı artırabilir, şubeleşebilirdik. Amacımız kaliteli insan yetiştirmek, biz niteliği önemsiyoruz.

Eğitim kurumunuzda farklı yaş gruplarından çocuklar var. Bu grupların aynı atölyelerde eğitim gördükleri oluyor mu?

Aynı seviyedeki öğrenciler bir araya geldiğinde daha verimli bir öğrenme ortamı oluşuyor.

Ortaokulda 5. sınıftaki öğrenci 7. sınıftakiyle aynı atölyede olabiliyor. Bu durum kur sistemiyle dil eğitiminde çok faydalı oldu. Dilde 5. sınıftan itibaren çocuklar Arapça ya da İngilizceden birini tercih ediyor ve onunla devam ediyor. Dil dersleri aynı saatte, birinden birini tercih etmek durumundalar. İlkokulda iki dili de alabiliyorlar. Özellikle ilkokulda çocuklar birbirlerini eleştirip yargılayabiliyor. Sınıfta iki üç tane iyi öğrenci varsa vasatın altındaki öğrenciler dalga geçilecek diye derse katılmak istemiyorlar. Bu durumu diğer kademeler içinde genelleyebiliriz. Kur sisteminde rahatlıyorlar. Aynı seviyedeki öğrenciler bir araya geldiğinde daha verimli bir öğrenme ortamı oluşuyor. Öğretmenler de ona göre etkinlik, aktivite yaptığında mesafe alıyoruz. Dil meselesi maalesef yıllardır toplumumuzda problem. Denemediğimiz yöntem kalmadı, hazırlık sınıfı da dahil olmak üzere şu ana kadar en verim aldığımız sistem bu oldu.

Çocuklar diğer atölyelerde neler yapıyor?

Seçtikleri alanlarda yeterli sayıya ulaştıklarında alanında uzman hocalardan ders alıyorlar.

Yetenek atölyelerinde öğrencilerin kendilerini ifade edebilmeleri için çeşitli alanlarda imkânlar sağlıyoruz. Bunun yanında tercih yapabilme şansı verdiğimiz spor branşı eğitiminde de çok verim aldık. Beden eğitimi için Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü ile protokolümüz var. Çocuklara tercih sunuyoruz basketbol, masa tenisi, badminton, okçuluk, geleneksel okçuluk, olimpik atıcılık gibi... Seçtikleri alanlarda yeterli sayıya ulaştıklarında alanında uzman hocalardan ders alıyorlar. Basketbol grubu gerçek basketbol salonunda basketbol antrenöründen eğitim alıyor. Diğer branşları tercih eden öğrencilerimizde aynı imkânlardan faydalanıyor. Şöyle düşünün, aileler çocukları normal okula gittiğinde ya onları bir yere spora gönderecek ya da emek, zaman ve para harcayarak kendi götürecek. Biz bunu okul saatinde hâlletmiş oluyor, velinin de çocuğun da sırtından bu yükü alıyoruz. Yetenek atölyelerinde ise haftada üç gün, toplamda ikişer saatten altı saat marangozluk, dikiş nakış, örgü bebek, radyo tiyatrosu, robotik kodlama, karakalem, geleneksel sanatlar, mutfak atölyesi gibi çeşitli alanlarda tercih yapabiliyorlar. Çocuk ilgili duyduğu ve öğrenmek istediği bir alanda eğitim alıyor. Bu sayede sıkıcı ve zorla girilen sanat dersleri yerine, verimli geçen sonunda ürün ortaya çıkan dersler yapıyoruz.

Çalışmak istediğiniz öğretmenlerde ne gibi özellikler arıyorsunuz?

Bir eğitim modelini sahada uygulayacak en önemli unsur öğretmendir. Çalışacağımız, birlikte yol yürüyeceğimiz arkadaşlarımızı buna göre tercih ediyoruz. KPSS bizim için ölçü değil. Tam aksine bizi sınırlandırıyor. Devlet “20 sene ben memur almıyorum.” dese, eğitim sistemindeki sorunların %60’ının kendiliğinden çözüleceğine inanıyorum. Toplum olarak garantici bir yapımız var. Herkes az çalışacak, çok para kazanacak, rahat edecek, ömür boyu garantisinin olacağı bir iş arıyor. Bu durum çalışma alanımızı daraltıyor. Bize de KPSS puanı olmayan ya da evlilik, yaşam koşulları, doğuya gitmem gibi sebeplerden dolayı Sakarya’da kalmak isteyen arkadaşlar geliyor. Okulumuzdaki eğitim felsefesine, sisteme, ruha, enerjiye, harekete uyum sağlayabilecek öğretmen bulmakta gerçekten zorlanıyoruz. Üç temel şeye dikkat ediyoruz: Asla sigara içmemeli, kitap okumalı, namaz kılmalı. Aslında öğretmenlerimizde aradığımız bu üç kriter, öğrencilerimizde olmasını arzu ettiğimiz özellikler. Peki neden öğretmenlerde bu özellikleri arıyoruz? Çünkü yapmadığımız hiçbir şeyi öğrencilerimize yap dememeye gayret ediyoruz.

Bir eğitim modelini sahada uygulayacak en önemli unsur öğretmendir. Çalışacağımız, birlikte yol yürüyeceğimiz arkadaşlarımızı buna göre tercih ediyoruz.

Bir edebiyat öğretmeni adayına, “Hocam yaşayan 3 tane şair sayar mısınız?” dediğimiz zaman “Bilmiyorum.” diyebiliyor. Güzel Sanatlar Fakültesi’nden mezun olmuş “Ebru ile aranız nasıl?” diyorum, “Ben öyle birini tanımıyorum.” diyor. Namaz kılmaya gelince tabii amacımız kimseyi tahkir etmek, rencide etmek değil. Kendisine de izah ediyoruz. “Adabilim’e gittim, bana namaz kılıyor musun diye sordular.” desin diye soruyoruz. Bu durum Sakarya’da konuşulmaya başladığında zaten yapıyı benimsemeyenler gelmiyor. En başta dediğim gibi öğretmenliğe sadece bir iş olarak bakamayız. Hayatımızın her anını ihata etmesi lazım. Her an örneklik teşkil ettiğimizin farkında olmalıyız. Öğrencisi, öğretmeni ve velisi ile hep birlikte kendimizi yetiştirebileceğimiz öğrenme ortamları kurmanın gayreti içerisindeyiz. Bu yüzden ortaokul ve lise öğrencilerini de mülakat ile seçiyoruz.

Bir sınavdan değil de sözlü bir mülakattan mı bahsediyorsunuz?

Çocuğun akademik sürecine bakmıyoruz, o bizim işimiz zaten. Kimseye çocuğunuza şurayı kazandırırız gibi bir taahhütte de bulunmuyoruz. “Sizin çocuğunuz şu seviyede, biz bu çocuğu bu seviyenin üzerine çıkarırız.” diyoruz. Yeter ki öğrenci, veli ve öğretmen arasında bir senkronizasyon, bir iletişim bağı olsun. Çocuğun ne kadar yürüyeceği kendi kapasitesi ölçüsünde değişkenlik arz ediyor.

Öğrencisi, öğretmeni ve velisi ile hep birlikte kendimizi yetiştirebileceğimiz öğrenme ortamları kurmanın gayreti içerisindeyiz.

Ortaokul ve liseye mülakatla öğrenci alıyoruz. Öğrenci ile önce rehber öğretmen sonra okul müdürü görüşüyor, en son da ben görüşüyorum. Çocuğun sosyal medya hesaplarını kontrol ediyor, geldiği okuldaki öğretmen ve idarecileri arıyoruz. Çocukta tamirin artık mümkün olmadığı ya da çok uzun sürecek, etrafına zarar verecek bir durum varsa velisine “Siz burada mutsuz olursunuz, burası size uygun değil.” diyoruz.

Sözleşmede kitap okuma gruplarından okul kurallarına, sitemimizde ne varsa hepsi yazılıdır. Çocuk bunları okur hem kendi hem babası imzalar. İmzalamak istemeyen de okula kaydını yaptıramaz.

Çocuklarla mülakat yaparken de şöyle diyoruz: “Evladım burası farklı bir okul. Kurallarımız, usullerimiz var. Çok keyifli bir ortamımız var. Dergi çıkartıyoruz, şiir gecesi, tiyatro, sosyal etkinlik, sportif aktiviteler yapıyoruz. Bunları yaparken biz öğrencilerimizin parmağındaki ojeye karışırız, kulağındaki küpeye karışırız, sosyal medya hesaplarına karışırız, kız-erkek ilişkileri hususunda hassasız. Bu konularda bir ölçümüz var. Telefon kullanma usulümüz bellidir. Öğrencilerimiz telefonları sabah dolaplarına bırakır. Akşam çıkarken yine dolaplarından alırlar. Öğretmen öğrenci ilişkilerinde asla gayriciddiliğe müsaade etmeyiz diyoruz. “Tamam hocam, bunlar benim için sorun değil.” diyen öğrenciyle velisi, rehber öğretmeni ve okul müdürünün de olduğu yazılı bir sözleşme imzalıyoruz. Sözleşmede kitap okuma gruplarından okul kurallarına, sitemimizde ne varsa hepsi yazılıdır. Çocuk bunları okur hem kendi hem babası imzalar. İmzalamak istemeyen de okula kaydını yaptıramaz.

Genelde ülkemizde kullanılan alternatif eğitim modelleri yurt dışı merkezli uyarlamalardan oluşuyor. Etkilendiğiniz, örnek aldığınız bir model var mı?

Eğitim modelimizin bugünlere gelmesinde birçok düşüncenin, dünya görüşünün katkısı oldu.

Biz kendi sistemimizi oluşturduk. Bunu yaparken de Nurettin Topçu’nun Türkiye’nin Maarif Davası kitabını defalarca okuduk, kritiklerini yaptık. Takdir edersiniz ki canlı bir organizmayız. Yaklaşık on yıldır sistem üzerinde değişiklikler yaparak bugüne geldik. Öğretmenlerimizle on yıldır yerli yabancı 100’e yakın fikir adamının kitabını okuduk. Bu düşünceleri kritiğe tabi tuttuk. Bize faydalı olacağına inandığımız yönlerini sistemimize dahil ettik. Çocukların taleplerini dikkate aldık. Ayrıca velilerimizin fikirlerini de önemsiyoruz. Eğitim modelimizin bugünlere gelmesinde birçok düşüncenin, dünya görüşünün katkısı oldu.

12 yıllık kesintisiz eğitim olan bir ülkede yaşıyoruz. Çocukları 6 yaşından alıp 18 yaşına kadar anaokulundan lise sona eğitime tabi tutuyorsunuz. 20 milyon öğrenciyi, 2 milyona yakın toplumun en eğitimli olduğu iddia edilen öğretmenlere emanet ediyorsunuz. Çıkan ürünün %90’ı niye problemli? Çünkü herkes topu başkasına atıyor. Üniversite hocalarımızla konuşuyoruz “Çocuklar artık ortaokul mezunu geliyor.” diyor. Üniversite kazanmış çocuk, akademik anlamda başarı göstermiş çocuktur. İlahiyattaki hocalar “Çocuğa elifba öğretiyorum.” diyor. Mühendislik fakültesine gitmiş çocuk 3 cümleyi üst üste kuramıyor. Lisedeki hocalarla konuşuyoruz “Çocuklar ortaokuldan bomboş geliyor.” derken ortaokuldaki hocalar “Çocuklar ilkokuldan boş geliyor.” diyor. Çok dramatik ama ilkokul hocaları da çocukların ana oklundan boş geldiğini söylüyor. Anne babaya sorsanız onların hiçbir suçu yok. Peki kimin bu çocuklar? Kimse üzerine sorumluluk almıyor!

“Sizin çocuğunuz şu seviyede, biz bu çocuğu bu seviyenin üzerine çıkarırız.” diyoruz. Yeter ki öğrenci, veli ve öğretmen arasında bir senkronizasyon, bir iletişim bağı olsun.

Çocukları biyolojik ve fiziki olarak en sıkıntılı dönemlerinden geçerken LGS gibi bir sınava tabi tutup sıralama yapıyoruz. 100 kişiden ilk 5 kişiye sen niteliksin nitelikli okullara git, diğerlerine sen niteliksizsin evine en yakın okula git diyoruz. Kavramlara bakar mısınız nitelikli-niteliksiz! Herkes Finlandiya eğitim sistemini övüyor. Haritaya baktığınızda yüzölçümleri üzerinden bile iki ülke kıyaslanamaz. Finlandiya’da kişi başına düşen gelir 45.000$. Finlandiya’da ne çıkıyor acaba diyorum ne üretiyor da bunlar bu parayı kazanıyor. Hiçbir şey. Bu ülkeler Rusya ile Batı arasında tampon ülkeler. Ekonomik olarak finanse edilirler zaten nüfuslarının üçte ikisi Almanya’da, Fransa’da, İspanya’da çalışır. Böyle bir ülkenin eğitim sistemini getiriyoruz; bir ucu Hakkâri bir ucu Edirne olan ülkemizin eğitim sistemi ile mukayese ediyoruz.

Ondan sonra da sürekli kendimize hakaret ediyoruz PISA sınavlarında şu kadar net yaptık diye. Biz çocuklarımızı 100 m engelliye hazırlıyoruz, adamlar maraton koşucusu ile 100 m engelli koşucusunu mukayese ediyor. Sonra Bakanlık İl Milli Eğitim Müdürlerine, onlar İlçe Milli Eğitim Müdürlerine, onlar da okul müdürlerine “Biz sınavlarda neden buradayız, puanları yükseltmemiz lazım.” diyor. Okul müdürleri de gidiyor, öğretmenlerle konuşuyor. Kimse de şu köşede oturan çocuğun bir derdi var, bu çocukla bir çay içelim “Ne yapıyorsun, hayat nasıl gidiyor? Seni biraz üzgün görüyorum, olur böyle şeyler canını sıkma.” demiyor. Mesele aslında tam olarak da burada düğümleniyor.

Samet Gürses: Optik formdaki boşlukları doldururken hayattaki boşlukları ıskalamayalım

Eğitimi dört duvar arasından dışarı çıkaran, öğrencilerle gerçek hayat arasındaki tüm sınırları kaldıran bir politikanız var. Bu neden önemli?

Samet Gürses. Fotoğraf: Sedat Özkömeç.

Mantık olarak üç tane temel felsefeyle yola çıktık. Bir, eğitim mekânla sınırlandırılamaz. İki, eğitim hoca ile sınırlandırılamaz. Üç, eğitim zamanla sınırlandırılamaz. Akademik anlamda çocuğu tabii ki yetiştirmeliyiz ama öğrenciler optik formdaki boşlukları doldururken hayatındaki boşlukları ıskalamamalılar. İşini hakkıyla yapan bir kunduracının da dünyaya ve hayata dair söyleyecek sözü olduğuna inanıyorum. Eğitim dört duvar arasında hayata dokunmadan yapılamaz. Öğrencilerimizi hayatın künhüne vakıf insanlarla buluşturmak da en az akademik eğitim kadar önemli.

Diğer okullardan en önemli farkınız nedir?

Bir ay boyunca 6-7 bin kitabın olduğu en az 7-8 yazar ağırladığımız, onlarla söyleşi yaptığımız, kitaplarını tahlil edip imzalattığımız bir program yapıyoruz.

Okulun içinde kitap satışı yapan bir büfemizin olması… Bu Ahmet Özen hocamızın ilk yıllarda başlattığı bir uygulamadır. Yayınevlerinden kitap getiren ve bu kitapları öğrencilerimizin hizmetine sunan bir ekibimiz var. Öğrenciler iki haftada bir kitap alıyor. Aldıkları bu kitapları okuyor ve sonra da tahlillerini yapıyor. Burada öğrencilerimize kazandırmaya çalıştığımız üç husus var: kitap almak, kitabı yanında taşımak ve kitabı okumak. Her sınıfın okuma gruplarından sorumlu kızlar için hanım, erkekler için erkek hoca belirliyoruz. Bu hocalar yıl boyu yapılan tüm etkinliklerde öğrencilerini âdeta yaşam koçu gibi takip ediyor. Ayet, hadis, şiir ezberlerinden, değerler eğitimi çalışmalarına, adab-ı muaşeret eğitiminden örnek şahsiyet tanıtımına birçok takip kalemimiz var. Öğrencilerle sadece kitap tahlili yapmıyoruz, onların dertlerini dinliyor, sinema-tiyatro gibi kültürel etkinliklere gidiyor, doğa yürüyüşü ve çadır kampları yapıyoruz, aileleriyle iletişimde oluyoruz. Bu eğitimlerin tamamında mümkün olduğunca başından sonuna öğrencilerimizin sürecin içerisinde etkin olarak yer almasını önemsiyoruz. Mesela değerler eğitiminde yardımseverlik konusunu ele alıyorsak mahalledeki bakkala gidiyor, ondan borç listesini alıyoruz. Çocuklar ailelerinden para topluyor. Zimem defterini ödüyoruz. Bunu yaparken çocuklara şunu söylüyoruz: “Sağ elin verdiğini, sol el görmeyecek.” Biz bunu yaptık ve bitti, bu kadar.

Öğrenciler tüm etkinliklerde kendilerinden sorumlu olan öğretmenlerle birlikte mi hareket ediyor?

Evet ama her işin mutfağında asıl öğrenciler var. O mutfaktan çıkanları sunan da yine onlar. Ocak ayında projelerini sergiledikleri ve sundukları bir ilim şenliği ile etkinliklerimize başlıyoruz. Bu şenliğin sonunda Kilittaşı dergimizi yayınlıyoruz. Sonra kitap günlerimiz başlıyor. Bir ay boyunca 6-7 bin kitabın olduğu en az 7-8 yazar ağırladığımız, onlarla söyleşi yaptığımız, kitaplarını tahlil edip imzalattığımız bir program yapıyoruz. Kitabın yazarını görmek onunla muhabbet etmek öğrencilerimizde okuma kültürü üzerine yeni açılımlara sebep oluyor. Okumayı bir boş zaman ekinliği olarak görmüyoruz. Tam tersi hayatın her alanını ihata eden kişiliğimizi inşa eden bir yapı söküm faaliyeti olduğunu hissettirmeye çalışıyoruz.

Kitabın yazarını görmek onunla muhabbet etmek öğrencilerimizde okuma kültürü üzerine yeni açılımlara sebep oluyor.

İlerleyen aylarda Mind Works programımız var. Okulumuzda 5-6-7-8-9 ve 10. sınıf öğrencilerimiz her gün öğleden sonra Arapça ve İngilizce sınıflarımızda 2 saat dil eğitimi alıyor. Her gün dile maruz kalmaları öğrenmelerini de kolaylaştırıyor. A1, A2, B1 olmak üzere kur sistemiyle dil eğitimi veriyoruz. Çocuklar dönem boyunca öğrendiklerini sene sonunda programda sergiliyor. Bu sene Mind Works’te Kudüs’ü ele aldık. Çocuklar İngilizce ve Arapça olarak yaklaşık 1 saat boyunca Kudüs’ü anlattılar. Bununla hem Kudüs’ü anlatmış hem Kudüs’ü öğrenmiş oldular. Bunun da bir kitapçığı var. O kitapçığı da üç dilde Türkçe, İngilizce ve Arapça olarak yayınlıyoruz.

Çocuklara kültürümüzün önemli şahsiyetlerini anlatırken kullandığınız bir yöntem var mı? Mesela Itrî ile Mimar Sinan ile nasıl tanışıyorlar?

Her ay bir örnek şahsiyet, bir adabımuaşeret, bir değerler eğitimi konusu işliyoruz. O ay örnek şahsiyetimiz Itrî ise önce bunu merak uyandıracak şekilde sunuyoruz. Okulun her yerine “Dinlemeyi biliyor musun?” yazıyoruz. Bir hafta boyunca çocuklar bunu görüyor ve ne kastettiğimiz üzerine düşünüyor. Sonra varsa isim yazmadan fotoğrafını asıyoruz. Bu kim diye araştırmaya başlıyorlar. Diğer hafta yine eğer Itrî’den bahsediyorsak teneffüslerde salavat-ı şerifini çalmaya başlıyoruz. Çocuklar dinlediklerinde “Biz bunu camiden biliyoruz.” diyor. Şunu anlatmış oluyoruz: “Bir musikinin herkes tarafından söylenebilme kudretini sağlayan adamdır Itrî!” En sonunda Itrî’nin hayatı hakkında videolar izletiyoruz.

Müziklere ve şiirlere ait bölümlere uygun fotoğraflarla öğrencilerin sahnede İsmet Özel’den, Necip Fazıl’dan, Erdem Beyazıt’tan şiirler okuduğu bir program…

Mimar Sinan’ın estetik kaygısını konuştuğumuzda Ahmet Murat’ın Taşı Taşırmak kitabı çıkmıştı. Bir insanın İstanbul’da gezerken o tepenin üstünde kanatlarını açmış bir kartal edasıyla duran Süleymaniye’yi görmesi bile Sinan’ı anlamak için yeterlidir. Bizim yapmaya çalıştığımız tam olarak bu! Yine öğrenci “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiirini bilmeli, bir kısmını da muhakkak okumalı. Çünkü ülkemizin kültürel kodları buradan geçiyor.

Şiir akşamları programınız olduğunu ifade etmiştiniz.

Şiirin insan ruhunu sağaltıcı etkisi olduğuna inanıyoruz.

Üstat Sezai Karakoç’un “Masal” şiirinden mülhem adını verdiğimiz bir şiir gecemiz var: Yedincioğul Şiir Akşamları. Benzeri programlar daha evvel İstanbul’da Gönül Harmanı adı ile yıllardır yapıldı, onun öncesinde İstanbul Edebiyat Fakültesi öğrencileri yıllarca şiir gecesi yapmışlar. Biz bu şiir kültürünü devam ettirmeye çalışıyoruz. Şiirin insan ruhunu sağaltıcı etkisi olduğuna inanıyoruz. En son programımızı Sakarya Ünivesitesi’nin Kültür ve Kongre Merkezi’nde icra ettik. Ekip üyelerinin tamamının öğrencilerimizden oluştuğu bir orkestramız var. Sahneye LED ekran kuruyoruz. Müziklere ve şiirlere ait bölümlere uygun fotoğraflarla öğrencilerin sahnede İsmet Özel’den, Necip Fazıl’dan, Erdem Beyazıt’tan şiirler okuduğu bir program… Yıl boyu yaptığımız tüm etkinlikleri de ya kitaplaştırıyoruz ya da dergilerimizde yayınlıyoruz. Böylece öğrenciler her etkinlikte işin içinde oluyor, derslerde öğrendiklerini bizzat sahnede ya da sahada deneyimleyebiliyor. Çocukları çok yönlü yetiştirmeye önem veriyoruz.

Hayat Okulu ve Geleceğimi Seçiyorum yaz okulu programlarınızdan bahseder misiniz?

Öğrencilerimiz tercih ettikleri bir meslek grubunda yaz tatili döneminde çalışarak gelecekte yapmak istedikleri meslekler hakkında bilgi sahibi oluyorlar. Bu sayede öğrencilerimizin çalışma hayatına dair yeni deneyimler kazanmasının yanı sıra kendilerine uygun olan meslek dalına dair bilinçli bir seçim yapmasını amaçlıyoruz. Öğrencilerimizi tanıdığımız, bildiğimiz insanların yanına vermeye çalışıyoruz. Meslek öğrenme olayına ahilik sistemi gibi bakıyoruz. Öğrenciler hiçbir mesleği sıralarında oturarak öğrenemezler. Teorisini öğrenebilirler ama sahadaki karşılığı her çocuk için farklı olacaktır. Çocuklar kuşaklar üzerinden tanımlanarak etiketleniyor. Öncelikle bu tanımlamaları değiştirmeye çalışıyoruz. Onlara “Z kuşağı mısınız?” diye sorduğumda beni tanıyanlar bu kavramı benimsemediğimi bildiklerinden şaşırıyor. Sonrasında cevaben öğrencilerime şöyle diyorum: “Zarafet kuşağısınız ondan dolayı Z kuşağısınız.” Tanımlamaları nasıl, neye göre yaparsak öğrenciler ona göre şekil alır.

Böylece öğrenciler her etkinlikte işin içinde oluyor, derslerde öğrendiklerini bizzat sahnede ya da sahada deneyimleyebiliyor. Çocukları çok yönlü yetiştirmeye önem veriyoruz.

Ne kadar idealize edersek edelim bu çağın çocukları çok çabuk sıkılıyor. Bu onların suçu değil. Çocukların izlediği filmler ve oynadıkları oyunların tamamı hız ve haz kültürüne dayalıdır. Âdeta sanal bir dünyada yaşamaya başladık. Maalesef tatil kültürümüzde bu zihniyetin hayatımıza yerleşmesine kolaylık sağlıyor. Ülkemizde hâlâ değişmeyen bir gerçek var: 3 aylık yaz tatili. Tüm eğitimcilerin hayali bu uzun yaz tatilinin kaldırılıp 2-3 haftalık devridaim yapan tatiller koymaktır. Kâinatta duran hiçbir şey yokken biz en durmaması gereken sistemimizi durduruyoruz. Takdir edersiniz ki eskiden tarım toplumuyduk ve bu uzun tatil o zaman anlamlıydı ki orada bile Adana’daki tarım hasadının vakti Karadeniz’deki ya da İç Anadolu’daki ile aynı değil. Geleceğimi Seçiyorum ve Hayat Okulu projelerimiz “eğitim zamanla, mekânla ve kadroyla sınırlandırılamaz” felsefesinin en güzel şekilde ifade edildiği uygulamalar. Herkesin tatil dediği bir dönemde biz en önemli projelerimizden bazılarını yapıyoruz. Yöneticimiz Ahmet Özen hocamızın ifadesiyle asıl hedefimiz, Türkiye’deki eğitim modelini dönüştürmek. Bunun gayreti içerisindeyiz.

Yaz okulu uygulamanızın öğrenciler ve veliler üzerinde nasıl bir etkisi oluyor?

Topluma hayat boyu aktif olma bilincini aktarmanın yolu okul binalarının dışında eğitim yapılabileceğini göstermekten geçiyor.

Aslında hem çocukların hem de ailelerinin üzerinden bir yük alıyoruz. Çocuk bütün gün evde olduğunda tablet, bilgisayar vs. sürekli sanal ortamda vakit geçiriyor. Dünyanın en problemli şeyi boşlukta kalmaktır. Çocuğu evden alıyorsunuz bu aileyle olan tutumunu değiştiriyor ve onu toparlıyor. Para ile olan ilişkisi değişiyor çünkü anne-babasının nasıl para kazandığını öğrenmeye başlıyor. Toplumumuzdaki en büyük problemlerden biri eğitimde çocuklarımıza bedel ödetmiyor oluşumuz. Bedel ödemeyi bilmeyen bir çocuk cesur olur, kolay konuşur. Öğrencilerimiz bu projeler ile meslek tecrübesi edinirken her davranışımızın bir bedeli olduğu gerçeğinin de farkına varıyorlar. Bir öğrencimiz “Ben diş hekimi olacağım.” dedi. Kendisine bir diş hekimi bulduk. Yanında tecrübe edinmeye başladı. Diş çekim esnasında kanı görünce “Bu meslek bana göre değil hocam.” diye başka bir meslek seçmek istedi. Bu projeler ile öğrencilerimiz ilgili meslek dalları hakkında detaylı bilgi sahibi oluyorlar. Bu çok önemli. Yapılan tüm araştırmalar gösteriyor ki ülkemizde üniversite mezunlarının %60’ı kendi okudukları bölümlerle bağlantılı mesleği icra etmiyor. Çok yüksek bir oran. Günde 8-10 saatinizi geçirdiğiniz bir işte mutsuzsanız eve geldiğinizde gerginliğiniz ister istemez ailenize yansıyor. Mutlu olduğunuz, huzurla yaptığınız bir işte çalıştığınızda hem siz hayattan keyif alıyorsunuz. Hem de yaptığınız iş kaliteli ve güzel oluyor. Tabii ki öğrencilerin hepsi bu projede seçtikleri mesleklerin aynısını okumak zorunda değil. Hayatın inişleri çıkışları var. Yapmaya çalıştığımız şey tecrübe etsinler, bir fikirleri olsun.

Olumsuz geri dönüşler aldınız mı?

Zaman zaman dönüşler oluyor. En basit örnekle öğrenci şunu diyebiliyor: İş yeri sahibi beni su almaya gönderiyor veya iş yerini temizletiyor.” Bunu da normal karşılıyoruz. Maalesef çocuklarımız her türlü sorumluluktan uzakta büyümeye başladı. Sürekli çocuklara evde ailesi, okulda öğretmenleri “Sen iyisin, kendini ezdirme.” dediğinde o çocuk bir süre sonra hem kendisine bir şey söyletmiyor hem de kimseyle geçinemiyor. Eyvallah diye çok kıymetli bir kavram var hem biz söyleyebilmeli hem de çocuklarımıza öğretebilmeliyiz.

Öğrencilerinizi mezun olduktan sonra da takip ediyor musunuz? Staj deneyiminde ilerlemek istediği mesleği seçip o alanda eline ekmeğini almış örnekler var mı?

Mutlu olduğunuz, huzurla yaptığınız bir işte çalıştığınızda hem siz hayattan keyif alıyorsunuz. Hem de yaptığınız iş kaliteli ve güzel oluyor.

Eğitimi, öğrenmeyi okul sıralarına hapsetmek büyük bir yanlış. Topluma hayat boyu aktif olma bilincini aktarmanın yolu okul binalarının dışında eğitim yapılabileceğini göstermekten geçiyor. Yaşadığımız dönem göz önüne alındığında okulların görevinin 12 yıllık bir eğitim ile sona ermediğine inanıyoruz. “Anabilim Gelişim Enstitüsü” ile mezun öğrencilerimize ulaşmaya başladık. Amacımız sadece mezunlarımıza tecrübe aktarımında bulunmak değil, onlarında üniversite de ve sosyal ortamlarında edindikleri tecrübeden faydalanmaktır. Karşılıklı bilgi ve tecrübe aktarımının ortak bir gelecek kurma imkânını sağlayacağına inanıyoruz. Bu amaçla Gelişim Enstitüsü’nü kurduk. Her ayın ilk cumartesi günü mezunlarımız ile bir araya gelerek toplantı yapıyoruz. Mezun olan öğrencilerimize istihdam sağlamak, lise öğrencilerimize meslekler hakkında tecrübe aktarımında bulunmak, meslek disiplinleri arasında çalıştaylar düzenlemek ve daha birçok konuyu toplantılarımızda gündem ediyoruz. Proje ilerledikçe sadece okulumuza ve mezunlarımıza değil ilimize de ciddi katkılar sağlayacaktır.

Mezun olan öğrencilerimizi ziyaret ediyoruz. Eğer işleri yoksa onlara iş bulabilir miyiz diye bir havuz kurduk. Avukat bir öğrencimize ziyarete gittik. Genel Müdürümüzün ilk söylediği şey “Evlat, artık mesleğe başladın ama riskli bir meslek yapıyorsun. Helal kazanman lazım.” Düşünsenize 5-6 sene sonra üniversite bitmiş, askerlik bitmiş, iş yerinizi açmışsınız ve sizi öğretmenleriniz tekrar ziyarete geliyor. “Aman ayaklarını yere sağlam bas, senin yanındayız, seçerek iş yap.“ diyor. Öğrencilerimizi şurayı kazandırdım diye reklam yapmak yerine; benim öğrencim şu mesleği kaliteli bir şekilde yapıyor diyebilmemiz gerekiyor.

  • Sema Tetik, Adabilim Ana Okulu Müdürü

  • Okulda üçüncü yılım bitiyor. Ekibimiz okulun mezun öğrencilerinden oluştuğu için daha verimli ilerliyoruz. Burada neyi, nasıl, hangi yolla vermek istediğimize vâkıflar. 3-6 yaş aralığına hitap ediyoruz, eğitimimiz 12 ay devam ediyor. Velilerimiz bize değerler eğitiminin kaç saat olduğunu soruyorlar. Onlara okul öncesi eğitimle değerler eğitimini harmanladığımız bir sistemimizin olduğunu söylüyoruz. Mesela okul öncesi eğitimde “Keşfederek Öğreniyorum” adlı bir etkinliğimiz var, değerler eğitiminde bir konuya dayanıyor. Bir hafta sebzelerden, bir hafta meyvelerden örnekler veriyoruz. O hafta elmayı örnek veriyorsak çocuklar elmanın yetişme sürecinden elma ağacı olmasına kadar çocuklar tüm süreci gözlemliyor. Elmanın şeklinden başlayarak “Elmaya renk nasıl verildi?” ye dayanan süreçte değerler eğitimine değiniyoruz. Bunun haricinde elmanın dilimlerini sayarken de matematiğe girmiş oluyoruz. Esma-ül Hüsna’da El Müsavvir ismini öğretirken çocukların parmak izlerini yapıyoruz ve hepimizi ayrı ayrı yaratan Allah’ın ismini oradan öğretmeye çalışıyoruz.
  • Aleyna Horoz 2019 Mezunu, Ana Okulu Öğretmeni

  • Liseyi Adabilim’de okudum, 2019 mezunlarındanım. Sakarya Üniversitesi Çocuk Gelişimi Bölümünü bitirdim. Okuldan iş teklifi gelince burada çalışmaya başladım. Adabilim Okulu’na adım attığınız anda çok güzel karşılanırsınız, kendinizi gerçekten özel hissedersiniz. Öğretmenlerimizle aramızda çok güzel bir ilişki vardı. Onlarla her şeyimizi paylaşabiliyorduk. Adabilim benim ikinci evim. Bana ilk defa şiir okumak isteyip istemediğini sorduklarında kesinlikle olmaz demiştim. Sonra yapabileceğime dair cesaretlendirdiler. Bu tarz etkinliklerle öğrencilerine cesaret verip içimizdeki potansiyeli ortaya çıkarmaya çalışıyorlar. Lise ikinci sınıftayken doktor olmak istiyordum. Geleceğimi Seçiyorum projesiyle bir doktorun yanında tecrübe edinmeye başladım. Doktorun boyun fıtığı hastasına iğne yaptığını gördüğümde kendimi çok kötü hissettim, asla doktor olamayacağını anladım. Sonra çocuk gelişimi bölümünün bana daha uygun olacağını düşündüm.

  • Ecrin Nur Başoğlu 11. Sınıf Öğrencisi

  • Çocukları çok seviyorum ve çocuk gelişimi okumak istiyorum. Sema hocam da bu konuda bana destek oldu. Geçen yaz da Adabilim Çocuk Akademisi’nde tecrübe edindim. Bu yaz tekrar gelmek istedim. Burada çocuklarla vakit geçirmek, etkinlikler yapmak çok keyifli… Üniversite de bu bölümü tercih edeceğim.

Miray Cengiz 2016 Mezunu, Avukat

Adabilim okuluna ne zaman başladınız?

Miray Cengiz 2016 Mezunu, Avukat.

Ortaokulda basketbol oynuyordum ve okulumuz turnuvalarda hep birinci oluyordu. Adabilim “Oyuncularınız öğrenci bursuyla okulumuza gelsin eğitim alsın.” diye bir teklifle o zamanki okulumuza gelmiş. Ben de bu sayede sporcu bursuyla Adabilim’le tanışmış oldum. İlk yıllarımda şimdiki yönetim okulu henüz devralmamıştı. Eğitim sistemi tamamen ders üzerineydi. Spor ve benzeri etkinliklere önem veriliyordu ama müfredat dışında herhangi bir faaliyet yapılmıyordu. Ben 9. sınıftayken yönetim değişti, eğitim sistemi de değişti.

Nasıl bir değişiklik?

İlk yaptıkları okuma grupları oluşturmak oldu. En çok kitap okuyan sınıf birinci olacak ve sene sonunda Güneydoğu gezisine gidilecekti. Okumamızı istedikleri bir liste vardı. Ben de zorunlusun dediklerinde o şeye karşı direnç oluşuyor. Hiçbir kitabı okumuyordum, sınıfın ortalaması sürekli düşüyordu. Okuma grubundan sorumlu hocamız maddi durumun yetmiyorsa kitapları sana alabiliriz demişti. Ben de kitapları alabilecek durumda olduğumu fakat okulun verdiği kitapları okumak istemediğimi söylemiştim. Sınıf arkadaşlarım benimle konuşmamaya başladı. Olay büyüyünce Genel Müdürümüz Ahmet Özen Hocamız benimle konuşup ikna etti. Okuduğum kitaplar ufkumu genişletti. Arkadaşlarımla da aramı düzelttim, Güneydoğu gezisine de gittik.

Geleceğimi Seçiyorum projesinde hangi meslekleri deneyimlediniz?

Bu projenin ilk kez uygulandığı öğrencilerdenim. Küçüklükten beri avukat olmak istiyordum. Bir avukatın yanında tecrübe edinmeye başladım. Avukatlığın tam olarak ne olduğunu, nasıl yapıldığını 9. ve 10. sınıf yazında görerek öğrenmiş oldum. Sonrasında kararımdan çok daha emin oldum. Bu meslek tam bana göreydi.

Sizi avukatlığa ne çekti?

Projeye dahil olduğum bir gün adliyede duruşmaya girdik. Avukat hanım hep çok kritik noktalarda devreye giriyor, kendisini ifade edemeyen bir kadını savunuyordu. Bu durum da benim ilgimi çekmişti. Adliye ortamını sevdim, bana hiç soğuk bir yer olarak görünmedi. Ben bir jandarma arabası gördüğümde ya da herhangi bir yerde münakaşa olduğunda heyecanlanırdım, kaosa ilgim var. Tecrübe edinirken bu heyecanımın sebeplerinden ve bu mesleğin bana ne kadar uygun olduğundan emin oldum. Bu bölümü de sadece İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde okumak istiyordum. Hocalarım da beni İstanbul Hukuk mezunu avukatların yanına göndermişti. Bu durum da fakülteyle ilgili merak ettiğim her şeyi sorup öğrenmeme ve tercihimden emin olmama fayda sağladı.

Üniversitede eğitim görürken Adabilim’in farkını hissettiğiniz zamanlar oldu mu?

2020 senesinde İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldum. Adabilim’in dersler dışında çok fazla faaliyet yapan bir okul olması üniversitenin farklı kulüplerine, etkinliklerine ilgi duymamı sağladı. Adabilim yapısı itibari ile aynı fikir ve düşünce doğrultusunda ilerleyen insanların olduğu bir kurum. Fakat üniversite öyle bir yer değil, çok daha farklı ve çeşitli insanların olduğu bir ortam. Bu aslında farklı düşünce yapısındaki insanları tanıma ve onlarla beraber vakit geçirme anlamında beni ilk yıllarda zorladı.

Lisede yaptığımız münazaralar bana bu mesleği yaparken çok yardımcı oluyor. İnsan inandığı şeyi kolay savunurken, inanmadığı şeyin arkasında duramaz. Okuldaki münazaralarda kura çekerek belirlenen gruplarda ben hep inanmadığım, savunmak istemediğim konuya düşerdim. O konuda da çalışıp başarılı olurdum. Genelde benim olduğum grup kazanırdı. Avukat olduğunuzda kendi istediğiniz davayı alma özgürlüğünüz varken bazen de devlet görevlendirmesiyle kendinizi hiç inanmadığınız bir davanın içinde de bulabiliyorsunuz.

Şiir Gecesi de benim için özeldir. Bu gecenin başladığı ve nasıl büyüyerek her yıl devam etti hepsine şahidim. Bizi profesyonel bir şekilde sahneye alıştırdılar. Bu da kendimizi her ortamda ifade etmemizi kolaylaştırdı.

  • Emirhan Azaklı 12. Sınıf Öğrencisi

  • Benim Adabilim serüvenimin başlangıcı 2. sınıfa dayanıyor. Şu an 12. sınıf öğrencisiyim. Adabilim benim için güzel ve inişli çıkışlı bir yoldu. Müziğe, edebiyata ve hayata dair çok şey öğrendim. Ortaokulda, Hayat Okulu projesi kapsamında yazın bir fırında tecrübe edindim. Benim için çok eğlenceliydi, orada sadece işi değil, iş ortamında aile olmayı da öğrendim. Fırından yeni çıkmış bir ekmeği rafa götürürken ellerimin yanmasını hatırladığımda hâlâ çok etkilenirim. 11. sınıfta Boğaziçi Üniversitesinde psikoloji okumak istiyordum ama sonrasında planım değişti. Arkadaşlarımla birlikte dil sınıfına geçtim. İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı’nda okumak istiyorum. Kurslarda veya okullarda öğretmenlik yapabilirim. Şu an bir Mütercim Tercümanlık bürosunda tecrübe ediniyorum. Buraya geldiğimden beri de dile ve tercümanlığa daha çok ilgi duymaya başladım. Adabilim’in bize kattığı insani ve dinî eğitimler bizi çok geliştirdi. Buradan öğrendiğim şeyleri internetten ya da videolardan öğrenemezdim. Şiir gecelerimiz çok güzel oluyor. Orada orkestrada perküsyon çalıyorum. 5. sınıftan beri de gitar öğrenmeye çalışıyorum.

  • Ersel Karabulut 12. Sınıf Öğrencisi

  • 8. sınıftan beri Adabilim’deyim. Çocukluğumdan beri özgür bir ruhum var. Gezmeyi, yeni insanlarla tanışmayı çok seviyorum. Bazen bir yere gitmeyince öğreneceğim şeylerden eksik kalacağımı hissediyorum. Pilot olmak istiyordum ama maalesef renk körü olduğum için bu mesleği tercih edemeyeceğim. 10. sınıfta okulumuzun sağladığı bir imkânla Estonya ve İspanya’ya gittik. Yurtdışına çıkmak bana çok şey kattı. Farklı kültürlerden ve ülkelerden insanları görüp onların yaşantılarını izleyince ufkum açıldı. Estonya’da, Müdürümüz Ahmet Hocayla birlikte Gülistan dersleri yaptık. Bizim çok ilgimizi çekti, ardından Ahmet Hoca bu ilgimizi görünce bununla alakalı bir de atölye açtı ve biz Gülistan’ı sene sonuna kadar bitirdik. Sonrasında Mesnevi’ye geçtik. Bu seyahatten sonra 10. sınıfın sonunda dil bölümüne geçmeye karar verdim. Bana en çok yakışan bölümün çeviri bilim/tercümanlık olduğunu fark ettim. Okuldaki Dil hocamız Zeynep hanım tecrübe edinmem için buraya yönlendirdi. Semih abinin yanına her gün 2 saatliğine gelerek bir şeyler öğreniyoruz. Çok can bir insan Allah ondan razı olsun. Sadece tercümanlık konuşmuyoruz, farklı konularda da sohbet ediyoruz. Konsolosluklarda ve elçiliklerde tercüman olarak görev almak istiyorum. İşin bir nevi özünü burada gördüm diyebilirim. Geleceğimi Seçiyorum projesi tercümanlığa olan ilgimi daha yüksek bir noktaya taşıdı. Aynı zamanda okulumuzun orkestrasında gitar çalıyorum. 10. sınıfta tiyatroya başladık, Kudüs hakkında bir tiyatro yazdık ve oynadık.

  • Eyüb Ensar Karal 12. Sınıf Öğrencisi

  • Yaklaşık 5 yıldan beri Adabilim okullarındayım. Şiirle uğraşıyorum, okudukça ve yaşadıkça yazmaya çalışıyorum. Şu an Geleceğimi Seçiyorum projesi kapsamında tercümanlık bürosundayım. Semih abi mütercim tercümanlık alanında geleceğe dair nasıl bir yol izlememiz gerektiğini yavaş yavaş öğretiyor, özellikle yeminli tercümanlık alanında da ufkumuzu açtı. Yanında iş öğrendiğimiz insanları sadece mesleki açıdan değil, insani açıdan da örnek alıyoruz. Semih abi bizimle farklı konularda da sohbet ediyor. Mesela insan olmak, bu çağda Müslüman olmak üzenine de konuşuyoruz. Yaptığımız staj hem akademik anlamda hem de insani olarak bize çok fazla şey kazandırıyor.

  • Hasan Budak 12. Sınıf Öğrencisi

  • Bir yıldır Adabilim okullarındayım. Bu okulu tercih etmemdeki sebep hem dinî hem de sosyal aktiviteleri... Yazılımcı olmak istediğimi söylediğim için beni bu yaz tecrübe edinmem için bu şirkete gönderdiler. Buradaki abiler bana öncelikle yazılım ve programlamayı öğretiyor. Makine mühendisliği ya da yazılım mühendisliği okumayı düşünüyorum. Okulda robotik kodlama atölyesinde de ders almıştım. Burası iyi bir şirket ve güzel bir eğitim veriyor. Değerlendirebilirsem ileriki tercihime de etki edebilir. Benim için böyle bir şirkette deneyim kazanmak çok avantajlı ve anlamlı oldu.

  • Ömer Fatih Bölükbaş Yazılım Mühendisi

  • Bilgisayar mühendisiyim ve bir yazılım şirketimiz var. Burada yerli yazılımlar geliştirmeye çalışıyoruz. Benim de iki çocuğum Adabilim’de okuyor. Bir tanesi önümüzdeki sene üniversite sınavına girecek, diğeri ortaokulda. Çocuklarım anaokulundan itibaren bu okula devam ediyor. Şimdiki çocuklar bir meslek hayal ediyorlar ama hayal ettikleri meslekle gerçek hayatta karşılaştıklarında fikirleri değişebiliyor. Hayal ettikleri mesleği gerçekte yaşayabilmeleri açısından bu proje çok önemli bir adım. Şirketimize Adabilim öğrencileri bu proje kapsamında geliyor. Geçen yıl 3-4 öğrenci gelmişti, bu yılda 5-6 arkadaşımız gelecek. Nasıl çalıştığımızı görüyorlar, nasıl çalışması gerektiğini algılayabiliyor, hangi program dillerini kullanıyoruz, hangi yazılımı neyle yapıyoruz bunlara karşı hakimiyetleri oluşuyor. Bazen müdür seviyesindeki arkadaşlarla da aramızda konuşuyoruz; bir personel alımında mühendis istemiyorlar, üniversiteye iki yıllık bitirmiş ya da liseden sonra kendini yetiştirmiş insanları daha çok tercih ediyorlar. Çünkü 4 yıl okuduktan sonra hele ki eğitimi boyunca hiç staj yapmayan bir mezun iş yerinde sıfırdan başlayıp bir şey öğrenmek istemiyor. Verilen pozisyonu beğenmiyor. Bu sebeple özellikle lise ve üniversite yaşlarında gençlerin ilgi alanlarında tecrübe edinmelerini önemsiyorum.

  • Yaren Temiz 11. Sınıf Öğrencisi

  • Anaokulundan beri Adabilim okullarındayım. Okulum bizi sadece üniversiteye değil dışarıdaki sosyal hayata da hazırlıyor. Okul bana hayalimin peşinde koşmayı öğretti. Çok sayıda etkinlikte görev aldım: Yedincioğul Şiir Akşamları, Mindworks Programı ve İlim Şenliği… Geleceğimi Seçiyorum projesi kapsamında 8. sınıftan bugüne kadar her yaz eczanede tecrübe ediniyorum. Eczaneye öğleden sonra geliyorum çünkü öğleden önce okulumuzda matematik kampı var. Küçüklükten beri eczacı olmak istiyordum, burada tecrübe edinirken eczacılığın tam bana göre bir meslek olduğunu anladım. Eczacılığı mutfağını öğrenmeye başladığımda daha çok sevdim. Ne istediğimden artık eminim. İlk geldiğimde daha çok gözlem yaptırıyorlardı ama şu an bir reçete yapabilecek duruma geldim. İlaçlara hakimim. Bu yıl sınavda iyi bir puan alıp, eczacılık fakültesine yerleşmek istiyorum.

  • Enes İslam Yüzücü 11. Sınıf Öğrencisi

  • Geleceğimi Seçiyorum projesi kapsamında buraya kendi isteğimle geldim. Ahşap oymacılığına ilgim var. Burada karavan tarzı şeyler ve siparişe özel mobilyalar yapıyoruz. Akademiye ilgim olmadığı için kendime öğrenebileceğim bir meslek seçtim, bu doğrultuda ilerlemek istiyorum.

  • Yusuf Duman 12. Sınıf Öğrencisi

  • Ben de 10. sınıfta ahşap atölyesine gitmiş, çok sevmiştim. Şu an karavan ve tiny house yaparken matkap ile çalışıyorum. Hangi üniversiteyi okuyacağıma henüz karar vermedim. İlahiyat olabilir.