Yıldızdan kopmuş bir şule: Ali Ekrem Bolayır

TAHSİN YILDIRIM
Abone Ol

Çok yönlü bir aydın, gazeteci, muharrir, tiyatro yazarı, tenkitçi, tarihçi ve bütün bu kimliklerin üstünde siyasetçi Namık Kemal (1840-1888); Türk milliyetçiliğine esin kaynağı olmuş bir vatan şairidir. Namık Kemal’in büyük yazar, devlet adamı Recaizade Mahmut Ekrem’den dolayı Ekrem ismini verdiği şair, yazar, öğretmen ve devlet adamı oğlu Ali Ekrem Bolayır (1867-1937); Servet-i Fünûn edebiyatının öncüleri arasında gösterilmektedir. Öksüz olarak büyüyen Namık Kemal’in mücadelesi, oğlu Ali Ekrem’i de manen yetim bırakmıştır. Ömrü sürgünlerde geçen Namık Kemal’in oğluyla geçirdiği zamanlar çok sınırlıdır. “Namık Kemalzâde” olarak anılan Ali Ekrem babasının maddi gölgesine girmeden büyümüş ancak hep şöhretinin gölgesine sığınmıştır. Babasının mutasarrıf olarak görev yaptığı Rodos ve Sakız adalarında özel hocalardan dersler almıştır. Arapça, Farsça, Fransızca öğrenen şair, sanat ve edebiyatla küçük yaşlarda ilgilenmeye başlamıştır. Uzun yıllar devletin farklı birimlerinde görev alan Ali Ekrem Bolayır, babasından gördüğü ve öğrendiği vatan sevgisi, vatana bağlılık gibi millî hassasiyetleri bir Servet- i Fünûn mensubu olarak işlemiştir. Öncelikle üslup ve estetiğe dikkat ederek eserleri kaleme almıştır. Çanakkale ve İstiklâl Savaşı yıllarında millî kahramanlık şiirleri yazmıştır. Tevfik Fikret gibi nazmı nesre yaklaştırma çabasında olmuştur.

Yaşadığı evlat acısı: “Söyle Cezmi Bahar gelmedi mi?”

Ali Ekrem Bolayır, 1894’te Kavalalı Ahmet Celal Paşa’nın kızı Zeynep Celile Hanım (?-1953) ile evlenmiştir. Hüsrev Hatemi, ÇETO dergisinin Mart 2018 tarihli 2. sayısındaki “Çocukluğumun Rehberlerinden İki Kişi” yazısında çocukluğunun geçtiği İstanbul, Kurtuluş’taki Çobanoğlu Sokak’ta tek göz odada oturan aile dostları Kemal Özergin’in eşi Sahure Hanım’ı ziyaret ettiklerini yazmıştır. Hatemi’nin nakline göre Sahure Hanım’ın geçmişi yad ettiği dostlarından biri de Şişli’de mütevazı bir apartman dairesinde, acı, tatlı aile hatıraları ile baş başa yaşayan Celile Hanım’dır.

İnce duyguların şairi Kemalzâde Ali Ekrem Bolayır’ın ismi, dedesi Namık Kemal’in tarihi bir romanı olan Cezmi’den gelen oğlu Mehmet Kemal Cezmi (11 Mart 1896 - 6 Mart 1917) Şişli’de, eniştesi Menemenlizâde Rifat Bey’in evinde onun tabancasıyla intihar edip iki gün sonra vefat edince Ali Ekrem evlat acısının katmerlisini yaşamıştır. Cezmi, devlet erkânının da katıldığı cenaze merasimi ile defnedilmiştir. Cezmi, Selma Ekrem’in Peçeye İsyan’ında yazdığına göre rahiplerin yönettiği, disiplini ile maruf Fransız okulunda iyi bir eğitim almıştır. Ali Ekrem, Cezmi’nin ve kızı Ayşe Masume’nin vefatından duyduğu acıyı ve ona olan muhabbetini Suut Kemal Yetkin’e gönderdiği mektupta şöyle yazmıştır: “Oğlum Cezmi de müstesnâ bir fıtrat idi. Böyle evlâdı yetiştirmek; onları bütün kalb ü canla sevmek, sonra ikisini de kara toprağa gömmek senin genç kalbinle tasavvur edemeyeceğin kadar müdhiş, siyah bir belâdır.”

Cezmi’nin acısını unutmadan kızı Ayşe Masume’nin (9 Ağustos 1899- 5 Haziran 1928) gelin gittiği Mısır’da henüz 28 yaşındayken tifodan ölmesiyle ikinci kez yıkılmıştır. Ali Ekrem, bu acının taze olduğu günlerde Suut Kemal Yetkin’e yazdığı mektupta durumunu şöyle anlatmıştır: “İki sene oluyor, Mısır’da validesinin akrabasından Ahmed Bey’le evlendirmiştik. Evvelki kocasıyla çok bedbaht olan bîçâre kızım Ahmed’le saâdet yüzünü görmüştü: Lâkin eyvah, bir ‘fievre typhoïde’ iki hafta içinde onu aldı götürdü. Hastalığını cumartesi günü haber almıştık, vefâtını dün öğrendik. Târîh-i velâdeti: 9 Ağustos 1889’dur.”

Ali Ekrem Beyin Şişli’deki evine gelmekte olan Fatma Beraat Hanımın kafatası (1905- 1984) İş Bankası hukuk bürosunun arabasının çarpması sonucunda kırılmıştır. Hemen kaldırıldığı, o günlerde yeni açılmış Amerikan Hastanesi’nde uzun süre bilinçsiz şekilde yatmıştır. Cezmi ve Ayşe Masume’yi kaybeden Ali Ekrem Bolayır ve Celile Hanım’ın hayatını hayır işlerine, fakir ve kimsesiz çocukların kültür hizmetlerine veren kızları Fatma Beraat Hanım’ın Şişli’de yaşadığı kaza neticesinde uzun süre hastanede kaldığı günlerde üçüncü kez evlat acısı yaşayacakları korkusu üzerlerine bir karabasan gibi çökmüş, onları boğmuştur. Allah’tan ümidini kesmeyen Ali Ekrem dualar edip, tıbbın imkânlarını kullanarak kızının tedavisi için çırpınmıştır. Uzun süren tedavi sonunda Ayşe Masume’nin yürüyerek eve gelmesi aileye rahat bir nefes aldırmıştır.

İki evladını kaybeden Ali Ekrem’in Amerika’daki kızı Selma’nın ameliyat olması üzerine kaygıları depreşmiştir. Metin Kayahan Özgül’ün yayına hazırladığı Ali Ekrem Bolayır’ın hatıralarında duyulan endişe şöyle dile getirilmiştir: “İki mel’un hançer darbesi yemiş olan yüreğime karşıdan bir üçüncü hançer uzanıyor gibi… Allah esirgesin. Fakat yalnız Allah’ın merhametine sığınmakla kalmayacağım: Selma’yı burada tedavi ve Amerika’da da uzaktan uzağa olsun sıyânet (koruma) için ne mümkünse yapacağım.” Kızının iyi olduğu haberiyle yüreğine su serpilen Ali Ekrem, onun zayıf bünyesini bildiğinden yüreği her zaman pır pır etmiştir.

Ali Ekrem Bolayır'ın el yazısı ve imzası.

Bir süre Amerika’daki Türk Büyükelçiliği’nin ticaret ataşeliğinde çalışan Hatice Selma Hanım’ın kendi talebi ile vatandaşlıktan çıkması sevenlerini üzmüştür. Vatandaşlıktan çıksa da, kız kardeşi Beraat’i görmek için yaklaşık 20 yıl sonra İstanbul’a gelmiş ve hiç beklenmedik bir olayla gazetelere haber olmuştur. Hürriyet gazetesinin 10 Haziran 1980 tarihli nüshasındaki başlık “Yurda Döndüğü Gün Dayak Yedi” şeklindedir. 78 yaşındaki Selma ve 75 yaşındaki Beraat, Şişli’de bir restoranda 300 lira olan hesabı ödemek üzere 1000 lira veren Selma’ya garson -para üstü getirmek için gidip döndüğünde- 100 lira verdiği iddiasıyla tartışma yaşanmıştır. Çıkan tartışmada restoranın müdürü, Selma’yı omzundan iterek düşmesine sebep olmuştur. Teşvikiye Sağlık Yurdu’na kaldırılan yaşlı kadının kalça kemiği kırılmıştır. Bu hadise üzerine “İstanbul çok değişmiş. Yazık.” diyerek uğradığı bu şiddet ve hayal kırıklığı ile Amerika’ya dönmüştür.

Hatice Selma Ekrem Bolayır (1902 - 7 Haziran 1986), kardeşi Fatma Beraat’ın ölümü üzerine yine Türkiye’ye gelmiş, onun eşyalarını bir kuruma bağışladıktan sonra son nefesini verdiği Massachusetts’e dönmüştür.

Selma Ekrem’in Peçeye İsyan adlı hatıratının girişini kaleme alan Mehmet Atay’a göre son günlerinde gözleri görmeyen Selma’nın yanında Türkçe mektuplarını okutacak kimsesi yoktur. Amerika’da 7 Haziran 1986 tarihinde vefat etmiştir.

Taha Toros’ta bulunan hatıra defterinde şair babanın yaşadığı bu acılar şöyle kaleme gelmiştir

“Yavruların annesine dedim ki, İki kalbe az gelirdi bir mezar. Yalnız kalsın Cezmi senin kalbinde, Kalbimde de Masume’nin kabri var...”

İki evladını da yitiren Ali Ekrem Bolayır’ın acısı dayanılmaz bir hâl almıştır. Özellikle Cezmi’nin erken kaybı hem Ali Ekrem Bolayır hem de eşi Celile Hanım için büyük bir depresyona sebep olmuştur. Beşir Ayvazoğlu Türk Edebiyatı dergisinin Ekim 2010 tarihli 444. sayısında yayınlanan “Cezmi’nin İntiharı” başlıklı yazısında Ali Ekrem’in evlat acısıyla büsbütün yıkıldığını ve rakı şişesini cebinde gezdirecek kadar kendini içkiye verdiğini, zaman zaman alkol komasına girip hastaneye kaldırıldığı yazmıştır. Kötü günlerde kendini alkole veren Ali Ekrem Bey tedavi için Dr. Mazhar Osman Bey’in başhekim olduğu Şişli Lape Hastanesi’nde yatmıştır.

Sıkıntılar içinde bir ömür

Hayatında paraya önem vermeyen, bu yüzden bir birikimi olmayan Ali Ekrem ömrünün son demlerinde bile çalışmak zorunda kalmıştır.

Ali Ekrem Bolayır ve oğlu.

Ali Ekrem, oğlu Cezmi’yi, kızı Masume’yi hazin bir şekilde kaybedince kendisini toplayamamıştır. Ailesine, dostlarına, talebelerine sevgisi ve hürmeti ziyadece olan Namık Kemalzade Ali Ekrem ömrünün son yıllarını acı ve mahrumiyetle geçirmiştir. Halit Ziya Uşaklıgil’in Kırk Yıl’ında “iyi adam ahlâkının taşıyabileceği bütün evsafı haiz” biri olarak anlatılan Ali Ekrem Bolayır, bir babanın çekemeyeceği ağır bir yük olan evlat acısını yaşamış, en ağır matemlere uğramış bedbaht bir babadır. Evlat acısı yaşayan bir baba olmasının yanında yaşadığı maddi müzayaka ile geçim sıkıntısı çeken Ali Ekrem, Halit Ziya’nın Sanata Dair’inde anlatıldığına göre: “Yaşı artık bir köşeye çekilip istirahat etmek mecburiyetini verirken, maişet derdi onu Şişli’de ikametgâhından karanlıkta uyandırıp, kışın zalim şiddetlerine rağmen surlar dışında, Maltepe Askerî Mektebinde edebiyat dersi vermeye” gitmiştir. Suut Kemal Yetkin’e yazdığı 22 Kanunisani [Ocak] 1931 tarihli mektuptaki şu cümleler Ali Ekrem’in karamsar ruh halini ifade etmiştir: “Ben böyle elifbe okutacak bir insan mıyım? Göğsümde kronik bir anfizem, midem zayıf, romatizmam var, yaşım altmış dört. Yine her gün berbad havalarda mektebden mektebe koşuyorum, ısınamayan odalarda çalışmayan arsız talebeye lisan dersleri veriyorum.”

Hayatında paraya önem vermeyen, bu yüzden bir birikimi olmayan Ali Ekrem ömrünün son demlerinde bile çalışmak zorunda kalmıştır. Emekliliği olmayan bunun neticesi olarak da para sıkıntısı sebebiyle yaşlı ve hasta olmasına rağmen çalışmaya devam etmesinin bile yeterli olmadığı zamanlar da olmuştur. 29 Haziran 1930 tarihli mektubunda “Ömrümüzde ilk defa olarak tek hizmetçi ile kalacağız ki yemeğimizi de o pişirecek. Celile, Selma ev işlerini görecekler. Elbette rahatımız daha ziyade olacak lâkin Kemalzade’nin âhir ömründe düştüğü hâle bak!” demiştir.

Hastaneye giderken kalabalıktan dolayı mecburen bindiği taksi parası için bile kılı kırk yaran Ali Ekrem’in o günlerdeki düştüğü durumu kızı Selma Ekrem Peçeye İsyan başlıklı hatıratında şöyle anlatmıştır:“ Günlük su ihtiyacımız için karları eritmek zorunda kaldık. Her zaman eşeğin iki yanında asılı büyük küfelerde taşıdığı ekmekleri ev ev dolaşarak satan ekmekçi, o günlerde gelemedi. Babam tipiye karşın ders vermeye gidiyordu; arabalar çalışmadığı için bütün yolu yayan yürüyordu.”

“Yıldızdan Kopmuş Bir Şule”- nin son günleri ve vefatı

Ömrü tahammülfersa acılar ve maddi sıkıntılar içinde geçen Ali Ekrem, genç yaşta ölen oğlu ve kızının yanında ölüm haberi beklenen diğer kızının uzun tedaviler sonrası şifa bulmasına rağmen yaşadıklarından dolayı hayatı zindan olmuştur. Ömrü boyunca “Kemalzâde Ali Ekrem” olarak kabul görse de muallim, şair, yazar Ali Ekrem Bolayır olarak devlet ve toplum nezdinde beklediği hürmeti görmemiştir. Bu yıllarda üniversite ve liselerde öğretmenlik yaparak geçimini sağlamaya çalışmıştır. Kendini avutmak, meşgale bulmak için kültür, sanat, edebiyat, müzik, sinema gibi uğraş alanlarına yoğunlaşmış, talebeleri ile daha fazla vakit geçirmeye başlamış, onların mektuplarına tıpkı babası gibi her şart altında cevap yazmıştır. Şiir, hikâye, eleştiri, mektup, hatıra, ders kitabı gibi alanlarda ürünler vermiştir.

Ali Ekrem Bolayır'ın oğlu Cezmi'nin II. Mahmud Türbesi haziresindeki mezarı.

Dr. Mazhar Osman Usman’ın İstanbul Seririyatı dergisinin Eylül 1937 tarihli 9. sayısındaki “Namık Kemâlzâde Ali Ekrem” yazısına göre ömrünün son günlerinde evinin nerdeyse her yerinde asılmış kaybettiği evlatlarının fotoğrafları içinde zavallı Celile Hanım’la bir türbedâr hayatı yaşamıştır.

Ömrünün son yıllarında kıt kanaat geçinen Ali Ekrem Bolayır yaşlılık döneminde sık sık hastalanmıştır. Hasta hâliyle hem geçinmek hem de görevini aksatmamak için araçların dahi çalışmadığı soğuk günlerde titreyerek okula gitmiştir.

Yaşadığı evlat acısı ve maddi sıkıntıların tesiriyle başı hastalıktan bir türlü kurtulmayan Ali Ekrem gırtlak kanserinden dolayı büyük acılar çekmiştir. Bir süre Radyoloji Enstitüsünde tedavi edilen şair daha sonra Fransız Hastanesine yatırılmıştır. Bu hastanede iken özlemini her zaman yüreğinde hissettiği Amerika’daki kızı Selma’yı sayıklamış, hatta kendisi ile ilgilenen hasta bakıcılardan birini Selma Ekrem sanarak onunla sohbet etmiştir. Ulus gazetesinin 28 Ağustos 1937 tarihli sayısında imzasız yayınlanan “Namık Kemal Oğlu Ali Ekrem Vefat Etti” başlıklı yazıda onun son zamanlarına şahitlik eden bir kişiden şu cümleler nakledilmiştir: “Uykusunu uyuyor, muntazam yemeğini yiyordu. Üç gün evvel hastahaneye gideceğim diye tutturdu. Mani olamadık. Çok zayıflamıştı. Hastanede çok kalmadı. Dün gece sabaha karşı şiddetli bir kriz geldi. Vücut mukavemetsiz, kalp zayıftı. O sırada hasta bakıcılardan birini kızı Selma’ya benzetti.

Kızım geldin mi? diye sordu. Biraz yanıma gel de bakayım…

Hastabakıcı ile uzun uzadıya tatlı tatlı konuşarak son nefesini verdi. Tekrar ettiği başlıca vasiyeti şu idi.

Cenazeme kimse çiçek getirmesin.”

Hayatının son yıllarını maddi sıkıntılar içinde geçiren şair, yakalandığı kanserden kurtulamayarak 27 Ağustos 1937 günü hayata gözlerini yummuştur. Zincirlikuyu Mezarlığında, “Amcam” diye hitap ettiği Abdülhak Hamit’in yanına defnedilmiştir.

Cumhuriyet gazetesinin 28 Ağustos 1937 tarihli sayısındaki “Büyük Bir Ziya Namık Kemal’in Oğlu Ali Ekrem’i Kaybettik” başlıklı yazının tanımıyla: “Ali Ekrem, ışığı hâlâ sönmeyen bir yıldızdan kopmuş bir şuleydi. Namık Kemal’den bir parçaydı.”