Yeni şehirler kurmamız lazım

MERVE AKBAŞ
Abone Ol

Kiracı ve ev sahipleri arasındaki tartışmalar her gün günlük gazetelerde yerini almaya başladı. Mağdur olan çok sayıda kiracı olduğu gibi bir hayli sıkıntı yaşayan ev sahibi de var. Peki bu sorunun temeli nereye dayanıyor? Dr. M. Sinan Genim’le şehir planlamacılığının bugün yaşanan problemlerle alakasını ve tarihsel süreci konuştuk.

Son dönemde kiracılar ve ev sahipleri arasında ciddi anlamda problemler ortaya çıktı. Haksız kira artışları, zorla tahliye davaları veya tam tersi haklı gerekçeleri olan ev sahiplerinin evi boşaltmayan kiracıları... Bu sıkıntının mevcut ekonomik durumla olduğu kadar şehir planlamasıyla da alakası var mı?

Bu problemin temel nedeni ahlaktır. Pandemiden ötürü bir sıkışıklık oldu. İnşaatlar yavaşladı, maliyetler yükseldi. Mahalle arasında inşaat yapan insanların elinde bir stok oluştu ve bu stok eritilemedi. Bu stoklar piyasada bir daralmaya, yeni inşaat yapımının durması neden oldu. İktisadın prehistoryadan beri değişmez kuralı arz talep dengesidir. Arz azalınca, talep yüksek olunca bu sorunlar ortaya çıktı. Bir de tabii fırsatçılar var. Bugünkü gazetede bir kiracının kendisinden üç kat daha fazla kira isteyen ev sahibini öldürdüğü yazıyordu. Bu konuda gelmiş geçmiş tüm hükûmetler, yani devlet suçludur. Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya kitabında “Bir Şehir Yaratmak” diye bir bölüm var. Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde nasıl spekülasyonlar yapıldığını, Atatürk’ün bile buna mâni olamadığını veya onun haberi varmış gibi işler yapıldığını, sonra kendisine intikal ettiği zaman müthiş sinirlendiğini, yapılmışları bile yıktırdığını, buna rağmen bu tür işlerin devam ettiğini anlatıyor. Hatta şöyle bir tespiti var, diyor ki “Bizim polisin elinden bir yankesici kaçamaz fakat bir ev, bir mahalle ama bir şehri mahvedenler kaçabilir.”

Yetki tek kişide toplanıyor

O hâlde şehirlerimizin bozulması yeni bir mesele değil. Yüz yıllık bir konu bu.

Ben, Kuzguncukluyum. Nakkaştepe’de büyüdüm. Ailenin büyükleri Nakkaştepe Mezarlığı'nda gömülüdür. Ama bugün Kuzguncuk'a gitmek istemiyorum.

Gelecek sene tam yüz yıl olacak. Dünyanın en muhafaza edilmiş, denetimli, bugün imrendiğimiz şehirlerinde de bozukluklar var. Eğer nüfus sürekli büyüyorsa ona yetişmen veya onu planlaman mümkün değil. National Geographic’te bundan 4-5 sene önce yayımlanan bir makalede Hindistan’ın en büyük probleminin şehir planlamacılarının şehirleri 4-5 milyon olarak planlamaları olduğu söyleniyordu. Şehrin nüfusu 20 milyon olmuşken sen istediğin kadar 5 milyon için planlama yap. Gerçeklere dayanmayan, gerçekleri görmezden gelen çözümler, çözüm değildir. Batı ülkelerinde “şehir mimarı” diye bir insan var. Yetki tek bir kişide toplanıyor. Bizde ise bu işler anonimleştirildi. Belediye meclisleri imar planı yapıyor. Sakın kimse, “Hayır, belediye meclisi plan yapmaz, onaylar” demesin, fiilen plan yapar ve yönlendirir. Bu planlar büyük sorunlara, spekülasyonlara neden oluyor. Yirmi yıl meclis üyeliği yaptım. Spekülasyonlar nedeniyle yirmi yılda Beşiktaş’a bir imar planı yapamadık. Türkiye’deki imar planlarının hiçbiri uygulanamaz. Tüm bunlar bizi bugünkü problemlerin eşiğine getirmiş oldu.

Hamle yapılması lazım

Peki imar planlarını neden uygulayamıyoruz?

Kentsel Dönüşüm. Batı ülkelerinde “şehir mimarı” diye bir insan var. Yetki tek bir kişide toplanıyor. Bizde ise bu işler anonimleştirildi.

Bunun nedeni çok basit. Olmuş, oturmuş bölgelere imar planı yapılıyor. Fatih bölgesinde içinde insan olan, yüz yıllık, elli yıllık binayı yeşil alan olarak gösteren, sokaktan yüz almayan alanları yeşil alan olarak gösteren planlar bunlar. Bu ahlaksızlıktır ancak görmezden geliniyor. Sen gazetecisin, ben mimarım. Bir şekilde kararlar verip işimizi yürütüyoruz, değil mi? Ama karar vermezsek olmuyor, iş yürümüyor. Bugün maalesef karar verme yetisi gelişmiş insanlar kamuda görev almak istemiyorlar. Çünkü hiçbir şey yapmayan insan en mükemmel insan gibi duruyor ama değil. İmar iskânda görmezden gelinen büyük bir sıkıntımız var. Evet, gecekondu yapımının önüne geçildi, bu büyük bir başarı. Ama artık yeni bir hamle yapmak lazım. Çünkü arazi fiyatlarının yükselmesinde TOKİ’nin de Emlak Konut’un da çok büyük kabahati var. Fiyatları yüksek tutuyorlar, bu da spekülasyon demek. Devlet bunu yaparken halk neden yapmasın. Yeni yerleşim alanları planlamak lazım. Yeni yerleşim alanları yaptığın zaman önce onun ulaşımını, altyapısını hazırlayacaksın. Geniş caddeler, otoparklar, sosyal donatı alanları, sağlıklı bir alt yapı ve yeni yerleşimin maksimum nüfus büyüklüğü...

Çözümsüzlüğü marifet sanıyorlar

İmar yetkisinin belediyeden alınması mı gerekiyor?

Türkiye’deki zenginliklerin büyük bir kısmı toprak spekülasyonudur.

Bir işi problem hâline getirmek istiyorsanız anonimleştirin. Karar verici adam sayısını çoğaltın. Bir türlü karar verilmez. 1990’lı yılların ortasında Marmara Belediyeler Birliği’ne Beşiktaş Belediye Meclisi’nden temsilci olarak giderdim. Orada da “imar yetkisinin belediyelerden alınması gerektiğini” söyledim. O zamanki Kocaeli Belediye Başkanı Sefa Sirmen bana “Eğer imarı belediyeden alırsan ne belediye başkanı bulursun ne belediye meclis üyesi” demişti. Özelikle yönetimde görev alan çoğu insan çözümsüzlüğü marifet sanıyor. Hiçbir şey yapma, hiçbir şey üretme. Senin bir şey yapıp yapmaman bir çözüm değil. Çözüm üretmen lazım. Boğaziçi’nin belirli bölgelerinde 1983’ten beri inşaat yasağı vardır. Bu nedenle Boğaziçi çöktü. Buna karşılık dün köy hâlinde olan başka semtler, ilçeler inanılmaz bir şekilde gelişti.

Bir çözüm öneriniz var mı?

Size çözümü söyleyeyim. Ben otuz senedir yeni şehirler yapmamız gerektiğini söylüyorum. Devletin elinde çok büyük miktarda arazi var. Tarıma uygun olmayan bu arazilere 50 bin - 100 bin kişinin yaşayacağı ve nüfusun belirlenen miktardan yukarı çıkarılmayacağı, sınırları belli yerleşim yerleri kurulmalı. Şunu açıkça söyleyebiliriz ki Türkiye’deki zenginliklerin büyük bir kısmı toprak spekülasyonudur. Falih Rıfkı Atay yine aynı kitabında Ankara’da 120 bin liralık bir arazinin iki sene sonra 2 milyon 500 bin liraya satın alındığını anlatır. Aynı şey yıllar içinde tekrar ediyor. 1949’da Zeytinburnu bir gecekondu bölgesi oldu. 1970’lere kadar Gaziosmanpaşa da “taşlı tarla” olarak biliniyordu.

Size çözümü söyleyeyim. Ben otuz senedir yeni şehirler yapmamız gerektiğini söylüyorum.

Rumeli’den gelen göçmenlere devlet, “Ben buraya imar planı yapacağım sonra size arazi tahsis edeceğim” dedi. Böyle şey olur mu, adamlar karda kışta imar planının bitmesini mi bekleyecek? Devlet’in nüfus artışını öngörerek konut yapması veya yapımını teşvik etmesi gerekiyor. Göçleri öngörerek hareket etmesi gerekiyor. Geçmişte Dilovası’nda da benzer bir sıkıntı oldu. Diyorlar ki, sanayi tesisleri buradan çıksın, iskanın içinde kaldı. İyi de orada hiçbir konut yokken orası sanayi tesislerine aitti. Orada çalışan adam işe İstanbul veya İzmit’ten gelip gidecek değil. Bir süre sonra gecekondulaşma başladı ve sanayi iskan alanının içinde kaldı. Peki sanayi giderse, oradaki insanlar ne olacak? Sanayi nereye giderse onlar da oraya gidecek. O zaman bu sanayi tesisini yaparken, hâkim rüzgâra göre uygun arazileri iskana açıp, orada insanlara bir yer göstermek, bir planlama yapmak gerekmiyor muydu, kendin pişir kendin ye dendi, işte sonuç.

Kira artışlarının faturasını mültecilere kesenler de var. Sizce mülteciler bu problemin neresinde?

Mülteci her zaman sıkıntı çeker. Yüzyıllarca biz mültecilere kucak açtık. Eski Macaristan büyükelçimiz Ender Arat’ın Türklere Güvendiler isimli bir kitabı var. Bu konularla ilgili anılarını aktarır. İmparatorluk döneminde de yetmiş iki ulus buraya sığınmış. Bugün de aynı durum devam ediyor. Bu örneği çok defa yurt dışında da anlattım: Sen çok güzel bir bahçe, çok güzel bir eve sahipsen, bahçene çiçekler, meyve ağaçları dikersen, etrafın da çok fakirse bu yaptıkların dikkat çeker. Sonra herkes bahçene girmeye çalışır, meyvelerinden tatmak ister. O yüzden mecburen onları da zenginleştireceksin, onların da seviyesini artıracaksın. Bizim gençliğimizde bu coğrafyada cazibe merkezi olan Belgrad, Bükreş, Atina, Beyrut, Bağdat, Kahire, Tahran gibi şehirler vardı. Bugün bu şehirlerin hiçbiri ön planda değil. Bir tek İstanbul var. Geçmişte bu şehirlere oluşan talebin çok büyük bir bölümü şimdi İstanbul’a yönelmiş durumda. Bu duruma hazırlıklı mıydık, ne yazık böylesi ön görüşe sahip yönetici sayımız çok az, olaylar herkesin göreceği hâle gelince çoğu yönetici daha farkına bile varmıyor.

Kentsel dönüşüm Türkiye’nin şansıydı

Konut sıkıntısıyla kentsel dönüşüm çabası arasında bir paralellik var mı?

Kentsel dönüşüm Türkiye’nin önündeki bir şanstı. Ancak kentsel dönüşümü yanlış anladık.

Kentsel dönüşüm Türkiye’nin önündeki bir şanstı. Depremden, deprem korkusundan dolayı bir kentsel yenileme projesi başladı. Ancak kentsel dönüşümü yanlış anladık, yanlış uyguladık. Küçük sokaklar kaldırılsa, daha büyük alanlar oluşturulsa, bu alanların altına otoparklar inşa edilse şehir ne kadar rahatlardı. Ancak bunu yapamadık, meseleyi yanlış anladık. Ada bazında değil, parsel bazındaki yeni inşaatlar şehrin sorunlarını çözmeye yetmiyor. Londra’da da kentsel dönüşümler var. Lüks konutların yanı sıra mütevazı konutlar da yapılıyor. Bunların bir kısmını devlet, öncelikli olarak sağlık çalışanlarına, güvenlik güçlerine, dar gelir grubunda olanlara satıyor veya uzun vadeli kiralıyor. Bu bir denge oluşturuyor, talebi azaltıyor. Biz bu dengeyi oluşturamadık.

Bugün de internet sitelerinde, emlakçılarda benzer bir spekülasyon üzerinden bölge bölge kira artışları yapılıyor. O hâlde bugünkü kira artışlarının arkasında da yine aynı sorunları görebiliriz. Yine söylüyorum, Türkiye’de oluşan zenginliğin büyük kısmı arazi spekülasyonu sonucu oluşmuştur. Herkesin hem görevini yapması hem de ahlaklı bir birey olarak bu meseleye yaklaşması gerekiyor. Bu kadar toprak üzerine takla atan, toprak spekülasyonundan zengin olan bir ülke... Bu insanların göçebelikten gelmesi mümkün mü diye düşünmeden edemiyorum.

Ferdiyetçi yaşıyoruz

Bugün ev sahibi ve kiracı arasındaki sağlıklı iletişim koparken bir yandan da mahalle kültürünü kaybettiğimizden de bahsediyoruz. Yani sanki toplumdaki güven ilişkisi ortadan kalkıyor. Bu iki mesele arasında siz nasıl bir bağ görüyorsunuz?

Bugün İstanbul’da yaşayan insanların yüzde kaçının anne – babası İstanbul doğumludur?

Kültürel bir sorun var ortada. İstanbul çok büyük göç aldı. Ne zaman ki o insanlar Trabzonluyum, Rizeliyim, Elazığlıyım, Samsunluyum demez de İstanbulluyum demeye başlarsa o zaman şehre sahip çıkmayı da öğrenmiş olacağız. Bugün İstanbul’da yaşayan insanların yüzde kaçının anne – babası İstanbul doğumludur? Ayasofya, Sultanahmet dışındaki anıt yapıları kimler biliyor? Mahalleleri, Boğaziçi kültürünü kim biliyor? Ben, Kuzguncukluyum. Nakkaştepe’de büyüdüm. Ailenin büyükleri Nakkaştepe Mezarlığı’nda gömülüdür. Ama bugün Kuzguncuk’a gitmek istemiyorum. Çocukluğumda İcadiye Caddesi “piyasa caddesi” olarak bilinirdi. Cuma, cumartesi ve pazar günleri gayrimüslimler ve biz Türkler özel ve temiz giyinir, bu cadde boyunca bir aşağı bir yukarı gezerdik. Herkes kendi dininin mübarek gününde özel ve temiz giyinmeye çalışırdı. Bir rekabet ortamı olurdu. O üç gün içinde pek çok sosyal münasebet gerçekleşirdi. Bu rekabet insani ilişkileri de geliştiriyordu. Vapura binmeden önce gazeteciden gazetenizi alırken, “günaydın” demeniz gerekirdi. Vapurda alt katta yaşça büyük insanlar oturur, biz gençler üst katta çıkardık. Üç aşağı beş yukarı kimin nereye oturacağı bile belliydi. İstanbul’u İstanbul yapan da işte bu türden etkileşimlerdi. Şimdi bu tür ilişkiler kalmadı, ferdiyetçi yaşıyoruz. Şehrin kültürünü kaybettik. Ama bu sadece İstanbul’la alakalı değil. Diyarbakır, Kahramanmaraş, Şanlıurfa için de geçerli. Diyarbakır’da yaşayan da Diyarbakır’ı bilmiyor. Mukaddime’de İbn Haldun, bir müddet sonra şehir yaşantısının insanları pasifleştireceğini, lükse alıştıracağını, rehavet çökeceğini söyler. 1940’larda İstanbul Belediye Meclisi’nde Cemil Topuzlu, Burhan Felek, Refi Cevat Ulunay gibi İstanbullu, İstanbul’u bilen insanlar vardı. Böyle bir belediye meclisinde elbette spekülasyon yapılması söz konusu olamazdı ama şehircilik bilgileri kısıtlı, ufukları dardı, büyüyen ve gelecekte büyük problemlere neden olacak gelişimi görmediler, göremediler.

İstanbullu sayısını çoğaltmak gerekiyor

Bugün ana problemlerimizden biri de trafik. Sizce İstanbul’daki trafik problemi için çözüm nedir?

Cumhuriyet’in ilk yıllarında Küçükçekmece'ye kadar vapur vardı.

İstanbul’un ortasından deniz geçiyor. Çepeçevre büyümesi mümkün değil. Bir yerden bir yere ulaşmak için eski bölgeyi çiğniyorsun. Şehrin merkez bölgelerinde dünyanın hiçbir yerinde otobüs beklemez. Bunlar başlangıç noktası değildir. Duraktır, araç durur, indirir ve gider. En son noktadadır. Şimdi metro planlaması yapıldı değil mi? Bizim şehrimiz Paris, Berlin, Londra, New York değil, düz bir şehir değil. Dağlar, tepeler dolu. Kısıklı'da metrodan çıkmak için metrelerce asansörle çıkıyoruz. Metro istasyonlarının çevresinde çok büyük otoparklar olması lazım ki insanlar araçlarını bırakıp yola metro ile devam etsin. Bu olmadığı için herkes arabayla yola çıkıyor ama otoparklar yeterli olmuyor. Benim çocukluğumda Çengelköy’den Köprü’ye 57 sefer vapur gider, 57 sefer vapur gelirdi. Vapur sayıları artsın dediğimizde de yeterince talep yok deniliyor. Ancak iyi bir düzenleme yapılırsa talep olur. İskelenin yanına otopark yapıp vapuru kullananlara indirimler yapılırsa yani motivasyon sağlanırsa talep de olur. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Küçükçekmece'ye kadar vapur vardı. İnsanlar Pendik'e kadar vapurla gidiyordu. Bugün de metroyla gidiyorlar ama bir saatte gidiyorlar. Vapur da bir saat sürüyor. Üstelik sosyalleşme, rahatlama imkânı sunuyor.

  • İstanbul’un problemlerine çözüm üretmek için önce şehirde yaşayan İstanbullu sayısını çoğaltmak gerekir. İstanbullu sayısı çoğalmalı ki İstanbul kurtuluşa doğru yol almaya başlasın.