“We all are not the same”

DİLARA YABUL
Abone Ol

Mülteci dostu Avrupalılar

Türkiye, özellikle Suriye’den gelen mültecilere ev sahipliği yapma konusunda çok cömert bir ülke. Bu konu konuşulduğunda konu döner dolaşır, Avrupalıların mültecilere karşı gaddar olduğu ve kapıları açmak bir yana, kapısına dayananlara da kötü muamele ettiğine varır. Elhak doğru. Ancak Avrupalı olup da Avrupa Birliği hükûmetlerinin politikalarına karşı çıkan, mültecilere yardım etmek için evini, arabasını, parasını, sicilini, hayatını hiçe sayanlar da yok değil.

Bir sendrom olarak anlamak ama konuşamamak
Nihayet

İngiliz asıllı bir çift olan Eric ve Philippa, yani Kempson ailesi, 23 sene önce çok sevdikleri, hatta birbirleriyle tanışıp âşık oldukları Yunanistan’ın Midilli adasında yaşamaya karar vermişler. Malumunuz Midilli adası Yunanistan’a, dolayısıyla da Avrupa Birliği’ne giriş yapmak isteyen mültecilerin Türkiye’den sonraki noktaları.

Hikâyemiz de böyle başlıyor. 2015 yılında ilk mülteciler adaya gelmeye başlıyorlar. O zamandan beri de Kempson ailesi gönüllüleri koordine etmek, dünyanın değişik bölgelerinden gelen yardımları düzenlemek ve bunların mültecilere ulaşmasını sağlamak ve en önemlisi onların hayatlarını kurtarmak için kurdukları ağı yönetiyorlar ve mültecilere düzenli yardım sağlıyorlar.

  • Eric ve eşi Philippa’nın sivil toplum kuruluşu geçmişleri yok. Hâlihazırda 63 yaşında olan Eric Kempson, heykel yontup resim yaparak iaşesini sağlayan biriyken hayatını mültecilere yardım etmeye ve onların hayatlarını kurtarmaya adamaya karar veriyor. “Mültecilerin yardıma ihtiyacı var. Bizler de buradayız ve onlara yardım ediyoruz. İnsanların öylece acı çekmelerine göz yumamazsınız. Ben sadece diğer insanlara yardım eden bir insanım” diyor Eric Kempson. Yardıma ihtiyaç duyan mültecilere daha fazla insanın ulaşmasını ve dünyanın her yerinden yardım gönderilmesini sağlamak için de sosyal medyayı çok etkili kullanıyorlar. Kempson ailesi adada insani yardım konusunda YouTube ve Facebook üzerinden ilk video yayınlarını yapan kişiler. YouTube’da beş yüzden fazla video yayımlayarak adadaki durumu gözler önüne seren ve yardım çağrısında bulunan Eric’in bu isteğine pek çok gönüllü yanıt veriyor ve adaya 6 ay içerisinde yaklaşık 2500 gönüllü geliyor.

Sosyal medyanın hayati bir rolü var. Eğer sosyal medya olmasaydı, mülteciler için bu kadar yardım toplama imkânımız da olmazdı. Ana akım medya, adada neler olup bittiğini haber yapmıyor. Midilli’de ölen insanlardan bahsetmiyor onlar. Böyle şeyleri sadece sosyal medyadan öğrenme ve duyurma imkânımız var” diyor Eric Kempson.

Evleri mülteci merkezi

Kempsonların evi gönüllülerin ve mültecilerin devamlı gidip geldiği ve işleri yürütmek için bir anlamda ofis gibi kullandıkları bir mekâna dönüşmüş. Bu İngiliz çiftin misafirperverliği hayranlık verici.

Evlerine gelenleri içeri buyur ediyorlar. Hatta evlerinin önünde şöyle bir yazı yer alıyor: “Bir bardak çay ya da kahve istiyorsanız seslenin. İçecekler ücretsizdir. Eğer size yardım edemeyecek kadar meşgulsek, su ısıtıcısı mutfakta yer alıyor, soğuk su da buzdolabında.”

Önce gönüllüler geldi, sonra yardım kuruluşları

Kempsonların evi gönüllülerin ve mültecilerin devamlı gidip geldiği ve işleri yürütmek için bir anlamda ofis gibi kullandıkları bir mekâna dönüşmüş.

2015 yılının başlarında adada gönüllü olarak mültecilere yardım edenler sadece Eric, eşi Philippa ve kızı Elleny imiş. Kempson ailesinin emekleri sayesinde temmuz ayı gibi adaya gönüllüler akın etmeye başlamış.

“Gönüllüler geldikten çok sonraları yardım kuruluşları geldi diyor Eric. “Hükûmetler ve Avrupalı kuruluşlar daha da sonra geldiler. Eğer gönüllüler olmasaydı çok daha fazla ölüm yaşanırdı. Bu adanın nüfusu 80 bin. 2015’te tam 600 bin mülteci geldi. O dönemde tek bir yardım kuruluşundan bir şişe su bile almadık. Hiçbir hükûmet bize yardım etmedi. Açıkçası Avrupa Birliği de bu insani kriz karşısında hiçbir şey yapmadı. Burada sadece bağımsız hareket eden gönüllüler ve bazı küçük sivil toplum kuruluşları vardı” diye de ekliyor.

Kempson ailesi şimdilerde çalışmalarını The Hope Project [Umut Projesi] adı altında yürüterek adaya ulaşan ve Avrupa Birliği’ne giriş yapana kadar orada ikamet eden mültecilere yardım etmeye gayret ediyor.

Almanya’da durum nasıl?

Bilindiği gibi Almanya Avrupa’da en fazla göçmen kabul etmiş ülke. Hitler’in ana vatanı Almanya’da pek çok göçmen karşıtı Neo-Nazi olsa da bazı gönlü geniş Almanlar mültecilere kol kanat geriyor. Bazıları mültecilerle yakın ilişki kurup onlarla âdeta aile gibi olurken bazıları mültecilere yardım konusunda çok ekstrem yollara başvuruyor.

Almanya’daki Suriyeli göçmenlerin âdeta “ikinci annesi” olan Anja Reefschläger.

Almanya’daki Suriyeli göçmenlerin âdeta “ikinci annesi” olan Anja Reefschläger’in hikâyesi karlı bir kasım günü başlıyor. Bir üniversitenin spor salonuna yerleşmek üzere çoğunluğu Suriyeli 200 mülteci iniyor otobüslerden. Acil ihtiyaç olduğu için de Anja Hanım yardım etmeye gidiyor.

Berlin’in en ünlü yerlerinden Brandenburg Kapısı’na yaklaşık 30 dakika uzaklıkta gerçekleşen bu olaydan Anja Hanım çok müteessir oluyor ve sadece on gün yardım edip daha sonra bu insanları bırakamam diye içinden geçiriyor ve hikâyesi de böylece başlamış oluyor.

Reefschläger tekrar mültecilere yardıma gelmesine sebep olan şeyleri şu şekilde sıralıyor: “Madarati’nin yüzündeki tebessüm, bilgi teknolojileri mühendisi Ahmed Altabakh’ın söylediği sözler, Adib Alhabid’in gözlerindeki korku, oğluyla yaşıt olan (18) Muhammed Ahmed’in çocukça davranışları.” Bir sene sonra ise Treskowallee Kampı’ndaki herkesi dinleyen bir kulak, ağlayabilecekleri bir omuz, rahatlatıcı bir ses, ailelerini savaş yüzünden darmadağın hâle gelmiş kentlerde bırakıp gelmek zorunda kalmış insanların “ikinci annesi” hâline gelmiş.

Onlara Almanca dersi verip, konsere götüren, resmî makamlarda onlara refakat edip dertlerine derman olmaya çalışan Reefschläger, ev tutmaya niyetlenen mültecilerin potansiyel ev sahipleriyle de iletişim kurarak onlara kefil oluyormuş.

“Anja Hanım benim ailem”

Anja Reefschläger, mültecilere sadece maddi destek değil, psikolojik destek de sağlıyor. “Her ne zaman düşseler, kendilerini yenilmiş hissetseler ben onların yanındayım ve onlara yeniden mücadele etmeleri için destek veriyorum” diyor Reefschläger. Arkadaşlarını da kendisi gibi mültecilere manevi destek olma konusunda yüreklendiriyor. Ancak her zaman başarılı olduğu söylenemez. Bazıları ona “Suriyelilerle tanışmayı ve onlara ulaşmayı” istediğini söylerken, bazıları ise “bütün sivil savaşı evine getirmesini istemediği” gibi ağır ifadeler kullanıyor.

Anja Reefschläger’in yaptıkları sadece mültecilere yardım olarak görülmemeli çünkü o aynı zamanda onların kalbine dokunuyor. Savaşta ailesini kaybetmiş bir mültecinin söyledikleri bu durumu veciz bir şekilde ifade ediyor: “Anja Hanım benim ailem.”

Avrupa içinde, polis peşinde

Dublin Tüzüğü’ne göre, Avrupa’ya gelen bir mülteci sadece kaydının yapıldığı ülkede sığınma talep etme hakkına sahiptir.

Bazı Almanlar ise tıpkı İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilerin elinden Yahudileri, Soğuk Savaş döneminde de Doğu Almanya’daki komünist rejimden Almanları kurtarıp Batı’ya geçmelerini sağlayanlar gibi mültecilerin Avrupa Birliği ülkeleri arasında geçiş yapmalarına yardım ediyorlar. Almanya’da en az yüz kişi kendilerine bunu görev edinmiş. Peki bu duruma neden ihtiyaç duyulmuş? Avrupa Birliği’ne zaten ulaşmış olan bir mülteci neden başka bir ülkeye geçmek ister?

Dublin Tüzüğü’ne göre, Avrupa’ya gelen bir mülteci sadece kaydının yapıldığı ülkede sığınma talep etme hakkına sahiptir. Başka bir ülkeye geçip orada sığınma talebinde bulunduğu taktirde, parmak izinin alınıp dosyalandığı o ilk ülkeye geri gönderilmesi gerekmektedir.

Mülteci krizinden sonra mültecilerin Avrupa Birliği içerisinde serbestçe dolaşma ve birden fazla ülkeye sığınma talebinde bulunmasının önüne geçmek için kabul edilen Dublin Tüzüğü, günümüzde mültecilerin illegal bir şekilde demiryolu kullanılarak “kurtarılması” yoluna başvurulmasına sebebiyet vermiştir.

Mültecilere gönüllü ve tabii ki hiçbir ücret talep etmeden yardım eden Almanların yaptıkları şeyin illegal olduğunu söylemeye lüzum yok. Çünkü hem Dublin Tüzüğü’ne karşı gelmiş oluyorlar hem de insan kaçakçılığı yasalarına. Ancak onlara göre bu, bir anlamda sivil itaatsizlik; doğru olanı yaptıklarına inandıklarından da vicdanları rahat. “Alman toplumunda yaptıklarımız yankı buluyor. Tarihte de hep bu türden kurtarma çabaları illegal görülmüştü. Ancak şu an tüm tarih kitapları o insanlardan övgü ile bahsediyor.”

Ole Seidenberg’in mültecilerin ülke değiştirmesine yardım etme hikâyesi, Aylan bebeğin kıyıya vuran minik bedeninin bir jandarma tarafından taşınırken çekilmiş bir fotoğrafını görmesinden sonra başlıyor. Bu görüntü Seidenberg’i o kadar etkiliyor ki iki gün sonra bir Volkswagen kiralıyor ve bir arkadaşıyla birlikte Berlin’den yola çıkıyorlar.

Çek Cumhuriyeti’ni ve Slovakya’yı geçerek Macaristan’a varan arkadaşların amacı burada Avrupa Birliği’ne giriş yapmak için bekleyen mültecilerin -en azından bir kısmına- yardım edip onları Almanya’ya kaçak yollarla götürmek. Hedef ülke Almanya çünkü Merkel’in politikaları sayesinde mültecilerin burada sığınma başvurularının kabul edilme ihtimali daha büyük.

Önce anlama,sonra örgütlenme

Göçmenlerin ülkelerine geldiği taktirde, ülkenin temel dinamiğini bozacaklarını, dinlerinin ve dillerinin geldikleri ülkede bir “kirliliğe” yol açacağını iddia ediyorlar.

Avrupa’da yükselen bir sağcılık var ve retoriğini göçmen karşıtlığı üzerine bina ediyor. Göçmenlerin ülkelerine geldiği taktirde, ülkenin temel dinamiğini bozacaklarını, dinlerinin ve dillerinin geldikleri ülkede bir “kirliliğe” yol açacağını iddia ediyorlar.

Hâlbuki ülkeleri, geçmişleri ve gelecek hayalleri yıkılmış olan bu insanları bu denli büyük laflarla yargılamak acımasızlık. Geldikleri ülke, inandıkları din, konuştukları dil fark etmeksizin hepsi yardıma ihtiyaç duyuyor.

Bunun için de akademik çalışmalar yapıp yapılacak yardımları teorik bir zemine oturtmayı beklemenin manası yok. Süreç kendiliğinden işliyor. Ancak sürecin başlaması için gerekli ilk şey, kendini mültecilerin yerine koymak. Bir kez insan kendini mültecilerin yerine koydu mu kendiliğinden organize olup yardıma muhtaç kişilere yardım elini uzatmaya başlıyor. Hikâye ondan sonrası.