Üç örnek üzerinden Türk edebiyatında intihar ve aşk -3

İLKER ASLAN
Abone Ol

Zebercet neden intihar eder? Önceki iki örnekte gördüğümüz bir düşünsel zemini var mıdır intiharın? Buna kesin bir cevap vermek mümkün değil. Zebercet, Şems Hikmet gibi aşkına kavuşamamış değildir. Onunki aşktan çok melankolik bir saplantıyı andırır. Suat gibi intikam peşinde de değildir çünkü ne karşısında gerçek anlamda bir kadın vardır ne de aşkını elinden alan bir düşman figürü. Zebercet tam anlamıyla tek başınadır.

Saplantı mı tutku mu: Anayurt Oteli ve Zebercet

Türk romanında intihar temasını işleyen önemli romanlardan biri de Yusuf Atılgan’ın 1973 yılında yayımlanan eseri Anayurt Oteli’dir. Anayurt Oteli, toplumla bağ kuramayan, asosyal karakterli Zebercet’in hikâyesini anlatır. Zebercet, konaktan bozma bir otelin kâtipliğini yapar. Bir kuşak öncesi, yani babası da aynı otelde kâtiplik yapmıştır. Otel, Zebercet’in hayatını anlamlı kılan yegâne şeydir. Otelin bizatihi kendisi sanki kanlı canlı bir insanmış gibi Zebercet’e arkadaşlık eder. Zebercet’in bunun dışında ne bir arkadaşı ne de doğrudan iletişim kurduğu başka bir kimse vardır etrafında. İnsanlarla sağlıklı bir iletişim kurmaktan uzak olan Zebercet’in aslında böyle bir kaygısının olup olmadığı bile belirgin değildir. Otelde Zebercet dışında bir de “ortalıkçı kadın” diye anılan bir kadın vardır. Zebercet bu kadınla ara sıra cinsel ilişkiye girer ama bu ilişki duygudan arınmış, sadece cinsel tatmin sağlamaya yönelik, tek taraflı bir ilişkidir. Öyle ki kadınla neredeyse hiç konuşmaz. Otele gelip giden birkaç misafirle de rutin diyaloglar kurar. Onların da isimleri, kim oldukları belli değildir. Kısacası Zebercet çevresiyle iletişimi yok denecek kadar az, yapayalnız bir insandır.

Aşk mı Toplumsal baskı mı yanlızlık mı veya bir başka etmen mi? Net olarak bilemeyiz. İntiharların sebebi nedir? Belki hepsi, belki hiçbiri...

Anayurt Oteli’nde, ilk etapta Zebercet’in tıpkı yaşamak için olmadığı gibi ölmek için de bir sebebi olmadığı çıkarımına varmak mümkündür. Yine de Zebercet’i hayata bağlayan en önemli olgu otelin günlük rutinidir. Bu rutin Zebercet’in dünyasıdır. Otelin kayıt defterinden tutalım da çarşıya çıkış saatine kadar her şey yerli yerinde ve belli bir nizam içindedir. Oysa gerçek dünya farklıdır. Düzensizdir. Dağınıktır. Zebercet’in bununla yüzleştiği ve sarsıldığı önemli sahnelerden biri bir soruşturma için otele gelen polislerle girdiği etkileşim sonucunda olur. Zebercet, soruşturma için polislere yardımcı olacağı sırada özenle hazırlayıp arşivlediği dosyaları karakola teslim ettiğini söyler ancak polislerden o dosyaların okunmadan bir kenara atıldığı gerçeğini öğrenir. Bu durum, Zebercet’in dünyası ile gerçek dünya arasındaki farkı gösteren önemli anlardandır.

Zebercet’in hayatındaki asıl kırılma, belki romanın gidişatına da doğrudan yön veren en önemli olay, “gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın” diye anılan, ismini bilmediğimiz ancak Zebercet’in kendisinden çok etkilendiği bilinen bir kadının otelde bir gece kalıp ayrılmasıdır. “Yirmi altı yaşlarında. Uzunca boylu, göğüslü. Saçları, gözleri kara; kirpikleri uzun, kaşları biraz alınmış. Burnu sivri, dudakları ince. Yüzü gergin, esmer.” (s. 16) şeklinde tasvir edilen kadınla karşılaşma, Zebercet’in hayatının gidişatına doğrudan yön verir. Zebercet tabir yerindeyse yaşamına bir değer, bir anlam katar. Gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının otelden ayrılmasıyla birlikte Zebercet romanın sonuna kadar yeniden o kadını beklemeye başlar; muhtemelen kendisinin farkında bile olmayan bu kadınla platonik bir aşk yaşar. Bu kadınla kurduğu histerik ilişki, öncelikle kadının ismini kayıtlara geçememesi üzerinden ilerler. Kadının ismi bilinmez. Kadın ismini söylemeden çıkar gider ve Zebercet onun ismini düşünerek günlerini geçirir. En sonunda “Üç güne değin gelecek, adını söyleyecekti” (s. 30) diye düşünerek kendini ikna etmeye çalışır.

Kadını beklediği süreçte kendine çekidüzen verir, toparlanır. Ancak bu bekleyiş de uzun sürmez. Kadının gelmeyeceğini fark eden Zebercet sonrasında intihar edeceği oda olan kadının kaldığı odaya yerleşir. Zebercet’in kadınla kurduğu ilişki aşk ile saplantı arasında bir yerde gibi görünse de aşktan çok melankolik bir saplantıya daha yakındır. Çünkü baştan beri zaten Zebercet’te saplantılı birtakım davranışlara denk geliriz. Roman en başında Zebercet’in histerik bir biçimde gecikmeli Ankara treniyle gelen kadınla kurduğu bağ üzerinden açılır:

Zebercet tam anlamıyla tek başınadır.

“İstasyona yakın Anayurt otelinin kâtibi Zebercet üç gün önce perşembe gecesi gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının o gece kaldığı odaya girdi, kapıyı kilitledi, anahtarı cebine koydu. Işık yanıyordu. Sırtını kapıya dayayıp çevresine baktı. Kadının bıraktığı gibi duruyordu her şey: yatağın ayakucuna doğru atılmış yorgan, kırışık yatak çarşafı, terlikler, sandalye, başucu masasındaki gece lambası, bakır küllükte bitmeden söndürülmüş iki sigara, tepside çaydanlık, süzgü, çay bardağı, kaşık, küçük bir tabakta beş şeker… […] Karyola demirindeki havluya, yatağın ayakucuna atılmış yorgana, kırışık yatak çarşafına, terliklere, sandalyeye, başucu masasındaki gece lambasına, bakır küllükte bitmeden söndürülmüş iki sigaraya, tepsideki çaydanlığa, süzgüye, çay bardağına, tabaktaki şekerlere baktı”.

Henüz girişte yapılan bu tasvir bile başlı başına problemli bir durum olduğuna kanaat getirmemize vesile olabilir. Kadının sıradan bir konuk gibi otelde kalıp ayrılmasına değil, mutlaka kendisiyle ilişki kurmasına odaklanmıştır Zebercet. Gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının geri dönmeyeceğini anladığı zaman da onun için artık otelin bir anlamı kalmaz. İçeriye kendini kilitleyerek otelin kapısını kapatır. Bir gece vakti kapı dışarıdan vurulduğunda Zebercet gelen kimdir diye düşünür, en sonunda aklına kadın gelir ancak artık onu da umursamaz: Ankara treniyle gelen kadın? ‘Canı cehenneme’ dedi alçak sesle” (s. 60) Zebercet, tabir yerindeyse zaten pamuk ipliğiyle bağlı olduğu dış dünyadan tamamen kopar. İyice içine kapanır. Âdeta her şey sıfırlanır. Bu, Zebercet’i intihara kadar götürecek yoldur ve neticede öyle de olur. Roman, Zebercet’in intiharı çarpıcı şekilde tasvir edilerek son bulur:

Zebercet. Gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının geri dönmeyeceğini anladığı zaman da onun için artık otelin bir anlamı kalmaz.

“Sağdı daha, her şey elindeydi. İpi boynundan çıkarabilir, bir süre daha bekleyebilir, kaçabilir, karakola gidebilir, konağı yakabilirdi. Dayanılacak gibi değildi bu özgürlük. Ayaklarıyla masayı itip aşağıya yuvarladı; bir boşluğa düşerken durdu. Gözleri, ağzı açık, bacakları gerilerek, çırpınarak sallanırken kollarını kaldırıp başının üstünden ipi tutmaya uğraştı. (Ne oldu? Yapmayı unuttuğu bir şeyi mi anımsadı birden? Ya da yeryüzünde tek gerçek değerin kendisine verilmiş bu olağanüstü yaşam armağanını korumak, her şeye karşın sağ kalmak, direnmek olduğunu mu anladı giderayak? Yoksa bilinçsiz canlı etin ölüme kendiliğinden bir tepkisi miydi bu?) Başı öne doğru eğiliyordu. Kolları iki yanına sarktı”.

Zebercet’in hayatındaki asıl kırılma, belki romanın gidişatına da doğrudan yön veren en önemli olay, “gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın”.

Zebercet neden intihar eder? Önceki iki örnekte gördüğümüz bir düşünsel zemini var mıdır intiharın? Buna kesin bir cevap vermek mümkün değil. Zebercet, Şems Hikmet gibi aşkına kavuşamamış değildir. Onunki aşktan çok melankolik bir saplantıyı andırır. Suat gibi intikam peşinde de değildir çünkü ne karşısında gerçek anlamda bir kadın vardır ne de aşkını elinden alan bir düşman figürü. Zebercet tam anlamıyla tek başınadır. Toplum tarafından baskılanan bir tip değil, tam tersine toplumla bağ kuramayan, sosyalleşemeyen, insanlarla iletişimi asgari düzeyde bir bireydir. Bir ideali olduğuna dair herhangi bir iz de yoktur ortada. Belki de bu yüzden gecikmeli Ankara treniyle gelen kadına patolojik derecede bağlanır ve onun geri döneceği günü bekler. Umudu kesince de dünyada herhangi bir anlamı kalmadığı sonucuna vararak intihar eder. Gerçekten de Zebercet, ne Şems Hikmet’e ne de Suat’a benzer. Şems Hikmet gibi sevdiği kadını geride bırakıp kendini feda etmez. Suat gibi intikam duygusuyla hareket ederek giderayak başkalarının mutluluğuna gölge de düşürmez. Tek başınadır. Yine de tıpkı yaşarken olduğu gibi ölümü de planlıdır. Ne yaptığının farkındadır büyük ölçüde ancak neden yaptığının farkında değildir belki. Bu da onun ölümünü sıra dışı bir zemine oturtmaya yeter.

Sonuç

  • İntihar sosyal bilimlerin inceleme alanına giren sosyokültürel bir kavram olduğu kadar edebiyatın da malzemesi olabilecek derinlikte bir olgudur.

Edebiyatta pek çok örneğini gördüğümüz intihar, yukarıda ele aldığımız üç metinde de belli ölçüde hikâyelere yön verecek düzeyde önemli bir yer işgal eder. İlk bakışta birbirine benzer gibi görünen bu üç romanda da aslında farklı karakterler, farklı yaklaşımlar ve farklı intihar tipleri vardır. Üçünün de hem psikolojik hem sosyolojik sebepleri olduğu gibi bu sebepler farklılık gösterir. Üçü de bir aşk hikâyesi gibi görünse de detaylara girildikçe Şems Hikmet dışındaki karakterler olan Suat ve Zebercet aşkın dışına taşmış tipler olarak yorumlanabilir.

Aşk, tutku, saplantı, melankoli ve intihar… Hepsi farklı düzlemlerde bir bütünün parçalarını oluşturur. İntiharların tek bir sebebi yoktur.
  • Aşk mı toplumsal baskı mıyalnızlık mı veya bir başka etmen mi? Net olarak bilemeyiz. İntiharların sebebi nedir? Belki hepsi, belki hiçbiri…