Türkiye'den ve dünyadan kitaplar
Nihayet Dergisi sizler için Türkiye'den ve dünyadan çıkan kitapları derledi.
Radyo Benjamin
Görüntünün her şey olmadığı günlerde Walter Benjamin, sözün ağırlığını hissettiren radyo programları yapmıştı. 1929-1933 arası devam eden yayınlarda Benjamin, mikrofona geçip çocuklara, gençler ve yetişkinlere hikâyeler anlatıyordu. Bir düşünür ve yazarın, büyük bir ekonomik durguluğun pençesine düşen memleketi Almanya’dan Avrupa’ya uzanan sesi, oyun hâlini alırken titizlikle inşa ettiği pedagojik söylemini yansıtıyordu. Söz konusu yayınların metinleri ile radyo üzerine kaleme aldığı yazılar, hikâyeler ve ufak tefek piyeslerin toplamı olan dosya, önce Nazilerin eline geçmiş, ardından bir tesadüf eseri gazete arşivlerine karışıp Radyo Benjamin ismiyle kitaplaşarak bugünlere gelmişti. Şimdi yeniden okurunu bekliyor!
Walter Benjamin, haz. Lecia Rosenthal, çev. Cemal Ener&Elif Okan Gezmiş, Metis Yayınları
Anna
Yalnızca çocukların olduğu bir dünya nasıl olurdu hiç düşündünüz mü? Niccolò Ammaniti’nin post- apokaliptik romanı Anna tam da böyle bir dünyayı anlatır. 2016 yılında ilk kez Belçika’da ortaya çıkan ölümcül bir virüs kısa sürede tüm Avrupa’ya yayılır. Bundan tam 4 sene sonra 14 yaşın üzerindeki herkes/tüm yetişkinler ölür… Sicilya’da hayatta kalan 13 yaşındaki Anna ve küçük erkek kardeşi yanmış tarlaların, gizemli ormanların, harabeye dönmüş AVM’lerin, terk edilmiş şehirlerin ve hayatta kalan vahşi toplulukların arasında yaşam mücadelesi vermektedirler. Bu çetin dünyada Anna’ya yol gösteren tek şey annesinin ölüm döşeğindeyken onlar için hazırladığı, hayatta kalmalarını sağlayacak “kurallar defteri”dir. Fakat dünya artık annesinin bildiği dünya olmaktan çıkmıştır. O zaman yeni kurallar koyması gerektiğini idrak eder. Sineklerin Tanrısı ile mukayese edilen Anna bizleri bu tekinsiz post-apokaliptik dünyaya ustalıkla götürür.
Niccolò Ammaniti, çev. Yelda Gürlek, Can Yayınları
Başlat
Yıl 2045 ve dünya çirkin bir yer… Süregelen enerji krizi, felakete dönüşen iklim değişikliği. Gezegenin her tarafına yayılmış kıtlık, yoksulluk ve bulaşıcı hastalıklar. Devam etmekte olan yarım düzine savaş. İnsanlar bu yıpranmış gerçeklikten kaçıp OASIS isimli sanal dünyaya sığınıyorlar. 18 yaşındaki Wade Watts da onlardan biri yalnızca, OASIS’te nefes alıyor. Bu sanal dünyada avatarıyla güvende ve güçlü hissediyor kendisini. OASIS’te bir okula gidiyor. Sonra bir gün OASIS’in sıra dışı sahibi öldüğünde geriye geçmiş zamanların pop kültürüne duyduğu tutkuyu yansıtan bir dizi bulmaca bırakıyor. Bulmacaları çözüp anahtarı bulan ilk kişi OASIS’in ve kurucusunun servetinin sahibi olacak. Uzunca bir zaman geçtikten sonra Wade ilk ipucunu çözüyor ve birden etrafı bu ödülü kazanmak için her şeyi yapabilecek rakiplerle çevriliyor. Ernest Cline Başlat romanıyla distopik bir dünyayı eğlenceli bir dille anlatıyor. Başlat, günümüzdeki oyun çılgınlığını, sanal gerçeklik furyasını bir ileri boyuta taşıyor.
Ernest Cline, çev. Taylan Taftaf, DEX Yayınları
Gerçekleşmeyen Gerçeklik
Michel Onfray, kıvrak bir zekâ ile yazan bir Fransız filozofu. Türkçede yayımlanan üç kitabıyla kısmen felsefi dünyasına aşinayız. Her kitabında, vaat ettikleri gibi “metinlerarası, cins” metinler yayımlayan Everest deneme dizisinden “Don Kişot İlkesi” alt başlığıyla çıkan Onfray’ın son kitabı, edebi gerçeklik ile hakikat ilişkisini Cervantes’in kült eseri üzerinden sorguluyor. Gündelik Türkçe kullanımda da deyimleşmiş bir kullanım imkânı veren “donkişotluk”, Don Kişot kitabındaki karakterle nasıl örtüşür veya örtüşmez; bu anlam ayrılığı meselesi kitabın genel havasından kaynaklanıyor olabilir mi? Başlangıç için iyi bir soru sayılabilir. Her klasik eserin başına geldiği gibi, hakkında çokça şey konuşulmasına karşın az okunan bir kitaptır Don Kişot. Okunmamış kitap konusunda söylenen şey, gerçekleştirilen okuma üzerine etki eder: Böylece yalnızca görmek istenen görülür, dünyayla kendisi arasına kitapları koyan Don Kişot gibi, okuyucu da kitapta bulmak istediğini okur ve çoğunlukla gizli olanı atlar. Önce Onfray’ın metnine, hemen ardından da Mançalı Yaratıcı Şövalye Don Kişot’a dönmek için bir fırsat daha!
Michel Onfray, çev. Aytekin Karaçoban, Everest Yayınları
Zafer Değil Sefer
İsmail Kara’nın ciddi takipçileri için hocanın denemelerinin ayrı bir yeri vardır. Bu kitaplarda ince zanaat, uzun bir makalenin muhteviyatıyla aynı öze sahip yoğunlaştırılmış bir üslup ve belki de en önemlisi yıllar içinde yazmış olduklarına dair hatırat nitelikli zeyller yer alır. Yılın son demlerini yaşadığımız bu günlerin güzel haberlerinden biri de Zafer Değil Sefer’in yayımlanmasıydı. Kitaba hızlıca bir göz atmak bile hocanın önceki deneme kitaplarından Aramakla Bulunmaz’a eklemlenebilecek bir yeri olduğunu gösteriyor eserin. Bölüm başlıkları da bu tespiti doğrular nitelikte: “Birkaç”lar sanki önceki kitaplarına sokulan, ilişen bir devamlılık havası estiriyor. Kara’nın deneme kitaplarının her biri için geçerli olan “ilim yolcusuna kılavuz” sıfatının Zafer Değil Sefer için de sürdüğünü söylemek mümkün. İlmî takip nasıl yapılır? Bir konuyu enine boyuna düşünmek için hangi enstrümanlara ihtiyaç vardır? Görsel malzemeler entelektüel biyografiler için nasıl bir yol açabilir? Bunun gibi çokça sorunun da cevaplanabileceği metinleri bir de siz keyifle katedin!
İsmail Kara, Dergâh Yayınları
Yerdeki Çiçekler: Babür Dönemi Hint Halıları
İlgilisinin bildiği bir şey olarak Babür dekorasyonu… 1858’de hanedanlık son bulana değin görkemli bir şekilde döşendi Babür sarayları. Üstelik sadece saraylar da değil, bahçeler de aynı özenle süslenir, bahçe peyzajına da aynı önem gösterilirdi. Babür saraylarındaki halılar da, rengârenk çiçeklerin dokunması hasebiyle, tıpkı o bahçelerin devamı şeklindeydi. Metropolitan Museum of Art tarafından basılan Flowers Underfoot: Indian Carpets of the Mughal Era isimli kitabında Daniel Walker, Babür saraylarındaki Hint dokuması halıları ele alıyor. Ancak kitapta sadece bu halıların kataloglamasını yapmıyor Walker, aynı zamanda Babürlerle ve onların dönemindeki sanatla ilgili yaptığı araştırmayı da okura sunuyor. Tabii kitabın ana konusu halılar olunca işin ticari boyutundan da bahsetmeden geçmiyor yazar. Görsel olarak besleyici olan bu kitap, konusu itibariyle de ilgi çekici.
Kalem Sanatı: 14. Yüzyıldan 20. Yüzyıla Kadar Hat Sanatı
14. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar hüsn-i hat sanatının gelişim sürecini, yani çok geniş bir zaman dilimini kapsayan bir kitap The Art of the Pen. Bu kadar uzun bir zaman dilimini ele almanın da belli başlı zorlukları var ve bunu, sıralamayı kronolojik değil de, tipografiye göre yaparak çözmüş Nabil F. Safwat kitabında. Yani sıra sıra hangi yüzyıllarda hangi yazılar olduğunu görmüyoruz, örneğin kufi hattının geçirdiği evrelere birlikte tanıklık ediyoruz. Sadece yazı çeşitleri de değil, yazı formlarına göre bir ayrım da var kitapta. Mesela meşkler, karalamalar, hilyeler, kalıplar, levhalar vs. de yer alıyor. Bu açıdan çok detaylı ve iyi hazırlanmış bir kitap olduğunu söyleyebiliriz The Art of the Pen’in. Okuru çok fazla bilgiye boğmadan, her bölüm arasında konuyla ilgili bazı kısa bilgiler vererek (tekniği, terminolojisi ve tarihsel arka planı) renkli baskı hüsn-i hat örnekleriyle görsel şölen yapan kitabı hat sanatını hat sanatı yapan Türklerin ana dili Türkçede de görmek isteriz.
Nabil F. Safwat, The Art of the Pen: Calligraphy of the 14th to 20th Centuries, Freer Gallery of Art, 2004, 248 s
Modern Ortadoğu’nun Filmini Çekmek
Lina Khatib’in Filming the Modern Middle East: Politics in the Cinemas of Hollywood and the Arab World (Modern Ortadoğu’nun Filmini Çekmek: Hollywood ve Arap Dünyası Sinemalarında Siyaset) kitabı alışageldiğimiz Batı-Doğu karşıtlığını Arap ve Hollywood sinemalarını karşılaştırarak bozmayı hedefliyor ve bu hedefinde başarılı oluyor da. Bu sinemalardaki filmleri iyi bir şekilde okuyan ve analiz yeteneği kuvvetli olan Khatib, konu ile ilgili teorik okumalara da referans vererek iyi bir eser ortaya koymaya muvaffak olmuş. Özellikle giriş kısmında oryantalizm deyince akla gelen ilk isim olan Edward Sid’i ele alan Khatib, daha sonra mekânın postkolonyal teorideki yerinden bahsediyor ve Hollywood’da ve Arap sinemasında filmlerde mekânın ne şekilde ele alındığını inceliyor. Kitabın en büyük başarılarından biri, Sid’in self-oryantalizm olarak adlandırdığı şeyi Arap sinemasından örneklerle göstermesi. Lina Khatib’in bu kitabı konuyla ilgilenen ve teorik altyapısı olan okura keyifli bir okuma vadediyor.