Türk Evi ilham kaynağı olabilir mi?
Dünya üzerinde, geniş bir coğrafyada temsil edilme imkânı bulunan üç tip evden bahsedilir: Çin-Japon evi, Roma evi, Türk evi.
Türk evi, köklerini Türklerin Orta Asya’daki geçmişinde bulmakla birlikte, batıya doğru yaptıkları yolculuk boyunca geliştirdikleri bir ev tipi. Bu evin yapı malzemesi, yapım tekniği, kat sayısı, hayatlı/avlulu olup olmaması tarih içinde bazı değişiklikler geçirmiş.
Bu değişikliklerin bir kısmı topoğrafyanın getirdiği zorunluluklar sebebiyle olurken, önemli bir kısmı da dinî ilkelerin müdahaleleriyle gerçekleşmiş. Ama sonunda -sonunda derken 1700’lü yıllarda- bugün Türk evi diyerek işaret ettiğimiz olgun formuna ulaşmış.
- Bu formun imgesi o kadar güçlü ki, dergide kendisiyle yaptığımız bir söyleşisini okuyacağınız Carel Bertram’ın da gösterdiği gibi, âdeta hepimizin ortak muhayyilesinde tektipleşme imkânı bulmuş: Dar, kıvrımlı ve birçok kez yokuşlarla bezeli bir sokağın iki kenarına dizili, az pencereli alt katı taşken pencerelerle bezeli ahşap üst katı sokağa doğru merakla uzanmış, balkonsuz, hayatlı, komşusunun ışığına ve mahremiyetine duyarlı bir ev.
Bu ev artık sadece tarihin ve ortak muhayyilemizin malına dönüşmüş durumda. Son iyi ve en önemlisi de içinde bir hayatın süregittiği örneklerinin önemli bir kısmını Balkanlar’da görebildiğimiz bu ev, modern yaşamın dayatmaları karşısında önce geriledi, sonra bütünüyle gözden çıkartılarak tasfiye edildi. Bu tasfiyenin tarihi, bir yönüyle modern hijyen ve konfor alışkanlıklarının karşısındaki gerilemenin tarihiyse, bir yönüyle de kapitalizmin, rant ekonomisinin, köksüzlüğün ve geleneksel ilkelerle kavganın tarihidir.
Geleneksel dinî ilkeler, bu evlerdeki mahremiyetin, içe kapanıklığın, alçakgönüllülüğün, kanaatkârlığın, dayanışmanın, komşu hakkını gözetmenin dayanağıydı: Evlerin içi, korunaklı aile (harem) alanıydı. Evlerin bu iç bölgesine ulaşmak için izlenen yol hemen hiçbir zaman kestirme değildi.
Evler, kalabalık ailelerin birlikte yaşayabileceği biçimde kurgulanmış ve böylece nesiller arası irtibatın zorunlu ve doğal mekânlarıydı. Her bir odası, aynı zamanda yatak odası, yemek odası, oturma odası ve yüklükleri sebebiyle banyo ve dolap olma kabiliyetine sahip ekonomik odalardı.
Modern yaşamın getirdiği yeni alışkanlıklar ve duyarlıklar, geleneksel ilkeleri ve alışkanlıkları kovdukça, Türk evi geriledi, önemsizleşti, zaman içinde Yakup Kadri’nin Kiralık Konak’ında ya da Peyami Safa’nın Cumbadan Rumbaya’sında olduğu gibi birer nefret nesnesi hâline geldi. Dolayısıyla bu evden kopuşumuzun bir tarafı, maddi-fiziksel icbarlara dayanıyorsa, bir tarafı da geleneksel ilkelerden ve hayat biçiminden kopuşumuzdan kaynaklanıyor.
Ama yine de şu sorular hâlâ sorulabilir: Yüzlerce yıl boyunca işleye geliştire ulaştığımız bir ev terkibi bugün bize ne söylüyor? Türk evinin bugünün mimarına ve ev müşterisine bir ilham kaynağı olması mümkün mü? Yüzlerce senelik ev ve sokak terkiplerini muhafaza etmeyi başarmış olan Roma, Toledo ya da Fez gibi şehirlerin modern yaşama direnen dokusunun bizde uyandırdığı hasret, biraz da bu benzersiz ev terkibimize duyduğumuz özlemden mi besleniyor? Ne dersiniz?