Takmak mı takıntılı olmak mı?

Haber Merkezi
MUSTAFA UÇURUM
Abone Ol
Takmak mı takıntılı olmak mı?

Şöyle bir kendime baktım. Hal-i pür melalimi yokladım. Baştan ayağa süzdüm kendimi. Gördüm ki ben takma konusunda farkında olmadan epey yol kat etmemişim. Takıntılı olacak bir seviyeye de ulaşmış bu durum. Saatim, yüzüğüm, gözlüğüm, çantam, şapkam, bilekliğim derken ben uslanmaz bir takıntılı olmuşum meğerse.

Takmak kelimesi, gündelik yaşamımızda sıkça karşımıza çıkıyor ve farklı eşyaları kullanma eylemini ifade eden çok yönlü bir terim olarak da kullanılıyor. Türkçenin anlam zenginliğiyle zihnimizde takıp durduklarımız arzı endam ediyor. Takmak fiili, bazen bir işlevsellik gereksinimi nedeniyle, bazen de kişisel tarzı ve kimliği ifade etmek amacıyla kullanılıyor. Ayrıca “Bu hoca bana taktı iyice?” diyerek kelimeye alengirli anlam yükleyenler, “aklım takıldı.” diyerek zihin yoğunluğunu anlatmak isteyenler takmaya ve takılmaya devam ediyor.

Mesela; evden çıktım, düştüm yola, bir baktım ki saatim yok. Mesafe önemli değil. Dönerim ve alırım saatimi. Cep telefonu unutulduğunda yaşanan hassasiyeti ben saatime de gösteriyorum. Hatta bir kez şehir dışı seyahate çıktığımda saatimi evde unuttuğumu fark edince otobüsün ilk mola verdiği yerde idareten bir saat aldığımı bile hatırlıyorum.

O zamanlar çocuklarda saat ne arasın? Herkes bana soruyor saati. Bilmeden, Sait Faik’in “Zemberek” hikâyesini canlandırmışım da haberim yokmuş usta yazarın şehrinde yaşadığım yıllarda.

İlk saatimi 7 yaşında iken dedem almıştı bana. Gerçek bir saatti bu. Akrebi yelkovanı olan cinsinden. Bir film gibi izlerdim akreple yelkovanın bitmek bilmez yarışını. O zamanlar çocuklarda saat ne arasın? Herkes bana soruyor saati. Bilmeden, Sait Faik’in Zemberek hikâyesini canlandırmışım da haberim yokmuş usta yazarın şehrinde yaşadığım yıllarda. Daha sonra çeşit çeşit saatlerim oldu. Cep telefonları yaygınlaştıkça birçok kişi kolundaki saatini terk etse de ben bırakmadım saatimi. Klâsiğinden dijitaline, akıllısından cep modeline kadar çeşit çeşit saatle koştum durdum akıp giden zamanın ardından.

Saat takmanın ayrı bir havası olduğuna inanıyorum. Zamanı yönetmenin ötesinde saat, sadece zamanı öğrenme aracı değil, aynı zamanda kişinin tarzını da yansıtan bir aksesuar. Ben bu tür ayrıntılara çok dikkat etmesem de klâsik bir kol saati, giyilen kıyafetle uyum içinde olduğunda zarif bir görünüm kazandırabiliyor kişiye. Oğlumun mezuniyet için aldığı takım elbisesine uyumlu bir saat takmak için benim emsalsiz bir hazine gibi sakladığım saatlerimin başına geçip kıyafetine uyumlu bir saat araması da bir tercih meselesi işte. Gençler bile kısa süreliğine de olsa saatle bir bağ kurabiliyor.

Güneş gözlüğünü otuz yıldan fazladır takarım. Yaz-kış fark etmez. Dışarıdaysam, güneş burnunu gösterse bile hemen çantamdan çıkar gözlüklerim. Son yıllarda bunun yanına 1.25 numaralı bir arkadaş daha geldi. Doktorun; “Erkekler kırk yaşından sonra yakın gözlüğü takar.” sözüyle birlikte yaka cebimde “okumalık” gözlük de taşımaya başladım.

Gözlük seçimi, kişinin karakterini, modaya olan ilgisini ve kendini ifade biçimini de ortaya koyar.

Gözlük takmak, genellikle görme problemlerini düzeltmek amacıyla yapılsa da estetik unsur olarak da büyük öneme sahip.

Gözlük takmak, genellikle görme problemlerini düzeltmek amacıyla yapılsa da estetik unsur olarak da büyük öneme sahip. Farklı çerçeve şekilleri, renkleri ve tasarımları ile gözlükler, yüzün ifadesini değiştiriyor ve kişinin tarzına katkıda bulunabiliyor. Gençlerin son yıllarda sıfır numaralı gözlük taktıklarını öğrendiğimde bunun estetik bir çabanın sonucu olduğunu daha iyi anlamıştım. Gençler, gözlüğü bir yük olarak değil tarzlarını tamamlayan bir figür olarak kullanıyorlar.

Gözlük seçimi, kişinin karakterini, modaya olan ilgisini ve kendini ifade biçimini de ortaya koyar. Bunu, gözlükçü arkadaşım şöyle ifade etmişti: Gözlük seçmek elbise seçmek kadar önemlidir. Yüzüne oturmayan gözlük sana tarifsiz bir yük getirir.” Bakıyorum da kalın çerçeveli gözlükler entelektüel bir imaj çizerken, ince ve zarif çerçeveler daha sade bir estetik sunuyor gözlük sahibine. Ayrıca güneş gözlükleri, gözleri güneşin zararlı etkilerinden korumanın ötesinde, stil sahibi olmanın da önemli bir parçası olarak kullanılıyor. Son zamanlarda televizyon programlarına bile güneş gözlüğü ile çıkanlar belli ki stillerini her yerde ve ortamda korumak istiyorlar. Gözlüğün tarihine inecek olursak birçok şeyde olduğu gibi yine Mısır’a gitmemiz gerekiyor. Bundan yüzlerce yıl öncesine dayanan figürlerdeki gözlükler bize gösteriyor ki insanların gözlükle olan bağı tarihsel bir değer kazanmış bile.

İlkokul dördüncü sınıftaydım. Mahallemizdeki Sabri ağabey, Galatasaray takımını tutanlara şapka dağıtıyordu. Beni de kendisi Galatasaraylı yaptığı için “Gel, seninki hazır.” deyip şapkamı takmıştı kafama. Uzun yıllar taktım bunu.

Şapkaya gelecek olursak; artık benimle özdeşleşen bir parçam oldu şapka. Şapkayı unutmam da çok mümkün değil. Oldu ya, evden şapkasız çıktığımı var saysak arabada da bir şapka var. Okuldaki odamda, kitapların arasında her zaman bir şapka, takılma sırasını bekliyor.

İlkokul dördüncü sınıftaydım. Mahallemizdeki Sabri ağabey, Galatasaray takımını tutanlara şapka dağıtıyordu. Beni de kendisi Galatasaraylı yaptığı için “Gel, seninki hazır.” deyip şapkamı takmıştı kafama. Uzun yıllar taktım bunu. Daha sonra yaz-kış demeden yeni şapkalarım oldu. Şimdi de benimle birlikte yol alan şapkalarım var. “Kafama şapkadan başka bir şey takmam.” deyip dünyaya bir tereğin gölgesinden bakıyorum.

Takmak eylemini yalnızca işlevsel bir gereksinim olarak görmeyip aynı zamanda insanın kimliğini ve tarzını ifade eden güçlü bir araç olarak da görmek gerek.

Parmakların en nadide süsü nedir diye sorsak cevap büyük ölçüde, yüzük olacaktır. Yüzük estetik figür olmanın ötesinde barındırdığı anlam yoğunluğu bakımından çok önemli bir yere sahip. Yüzük takmak başlı başına bir mesele. Yüzüğü parmağa takmak bir aksesuar değil bir hayat şeklini de ifade ediyor. “Parmağında yüzük olmak” kişinin bir yola düştüğünü ya da yolda olduğunu anlatır. “Onun parmağında yüzük var.” dendiğinde mesele anlaşılmıştır.

Hacdan getirilen yüzükler olurdu. Ziyarete gidildiğinde bakır ve süslü bir tabak içinde misafirlere yüzük de ikram ederdi yeni hacılar. Çocuklar için de küçük yüzükler getirirlerdi. Onlardan alırdım genelde. Birkaç gün takar sonra bir kenara kaldırırdım kutsal yüzüğü. Annem öyle derdi çünkü: “Bu yüzük hacdan geldi, rast gele yere atılmaz.”

Düğünde taktığım bir gümüş yüzüğüm vardı. Hem de içinde eşlerin adının yazıldığı cinsten bir yüzük. Epey bir zaman taktım bunu. Daha sonra derin anlamlı bir yüzük olsun diye üzerinde “Vav” yazan bir yüzüğü taşıyorum parmağımda bir hisseyi paylaşmak için.

Evden çıkarken mutlaka omzuma çantamı takarım. İçinde okunacak birkaç kitap, not alınacak defter, birkaç tür kalem derken hatırı satılır ağırlıkta bir çantayla düşerim yola. Mesafe çok da önemli değil. Uzun yola çıkarken de bu kez biraz büyük olsa da yine omzuna atacak bir çantam olur sadece. Öyle tekerlekli, ardıma düşüp gelen valizlerle hiç aram olmadı.

Taktıklarımın yanında takmayı aklımdan bile geçirmediklerim var. Fular, kravat, papyon, kol düğmesi mesela. Onlar bir köşede dursun. Benimle çok da yolları kesişmez bunların. İnsan taktıkları ile mutlu hissetmeli kendini. Bunu bir zorunluluk olarak görmemeli. Böyle olunca, takılan her şey bir takıntıdan ibaret hâle gelebiliyor.

Sonuçta taktıklarımız üzerimizde bize aitmiş gibi duruyorsa takıp takıştırmaya devam edebiliriz. Eğreti ve zorlama bir duruş varsa ne kafanıza bir şey takın ne de üstünüze.

Takmak eylemini yalnızca işlevsel bir gereksinim olarak görmeyip, aynı zamanda insanın kimliğini ve tarzını ifade eden güçlü bir araç olarak da görmek gerek.Saat, gözlük, şapka veya insana yakışan herhangi bir şey… İnsanla bütünleşen bir parçadır tüm bunlar. Önemli olan insanın taktıklarıyla kendini iyi hissetmesidir. Gençler içlerindeki uslanmaz sese kulak verip kulağa, kaşa, buruna farklı aksesuarlar takıyorlar. Bunlar bir takıntı mıdır yoksa özgür ruhun dışa vurum halleri midir bilinmez ama takmayı herkes seviyor, bu kesin. Sonuçta taktıklarımız üzerimizde bize aitmiş gibi duruyorsa takıp takıştırmaya devam edebiliriz. Eğreti ve zorlama bir duruş varsa ne kafanıza bir şey takın ne de üstünüze.