Soykırımı inkâr etmenin bedeli Nobel Ödülüdür

EMİNE ŞEÇEROVİÇ KAŞLI
Abone Ol

Bosna Hersek Savaşı’nın yaşandığı dönemde, günlerini kuşatma altında olan Saraybosna’da geçiren bir çocuk olarak neler yaşadığımızı dünyanın bilmediğini düşünürdüm. Bugün, sosyal medya dünyası da varken, Gazze’de yaşanılan soykırımı hiç bir şey yapamadan canlı canlı izlerken, aslında çocukken ne kadar saf olduğumu anlıyorum. Yıllar geçti, coğrafya değişti ama Müslümanların yaşadığı acılar değişmedi. Ve maalesef, dünyada kabul görülen bir çok isim gerçekleri inkâr etmekte.

Emine Şeçeroviç Kaşlı.

Safari denildiğinde insanların aklına turistik bir etkinlik geliyor. Turistik veya hobi yahut başka bir sebeple de olsa, safari vahşi doğada yapılan bir tur olabildiği gibi aynı zamanda vahşi hayvanlara karşı bir av gezisi de olabilir. Bir de bunu insanlara yönelik yapıldığını düşünün. Bir toplumu “vahşi” olarak görüp o toplumun insanlarını avlamak için yapılan bir gezi!

Yönetmen Miran Zupaniç.

İşte tam da bu türden safariler Bosna Hersek’te 1992 – 1995 yılları arasında yaşanılan savaşta, Saraybosna şehrinde yapılmıştır.. Bununla alakalı hikâyeler çok sonradan ortaya çıkmış olsa da söylentileri savaşın hemen sonrasında mevcuttu. Ama ayrıntılar geçen yılın sonlarında Slovenyalı yönetmen Miran Zupaniç’in çektiği Saraybosna Safarisi adlı belgeselle ortaya çıktı. Söz konusu belgeselde, yabancı zenginlerin Sırp askerlerine yüksek miktarda para ödeyerek Saraybosna’daki Sırp mevzilerinden şehirdeki sivilleri öldürmek için yaptıkları “geziler” anlatılanlatılıyor..

Herhangi normal bir insanın ilk duyduğunda, “Yok, canım olamaz!” diyeceği bir hikâyeden bahsediyoruz. Ama, maalesef bu yaşanılan bir gerçek. Gün yüzüne çıkan bilgilere göre yabancı, Batılı zenginler, özellikle hafta sonları yüksek miktarda para ödeyip, İtayla üzerinden Sırbistan’a, oradan da Saraybosna’daki Sırp mevzilerine geçip, keskin nişancılar rolünde şehirdeki Boşnak sivilleri öldürüyorlardı. En acı bilgilerden biri de, çocuklara ateş etmenin daha pahalı olduğu. Yani, fiyat listesi kadın, erkek, çocuk öldürmek olarak da değişiyordu. Savaş dönemindeki Bosna Hersek istihbaratı bu konuyu öğrendiğinde, İtalya yetkilileriyle bağlantıya geçilerek katil turistlerin İtalya üzerinden ülkeye girişi 1994 yılının ortalarında engellenmiş. Ancak belgeseldeki bilgilere göre katil turistler sadece İtalyan değildi. Aralarında Amerika, Kanada, Fransa, Rusya vs gibi ülkelerin zengin vatandaşları da vardı. Bu insan avı hakkında Birleşmiş Milletler’in de bilgisi olduğu, ancak herhangi bir müdahalede bulunulmadığı aktarılan bilgiler arasında. Yani, hafta sonları Saraybosna’da masum, sivil insanları öldüren turist katiller, hafta başında kendi ülkelerinde kültürlü, bilgili, başarılı, özenilen Batılı iş insanı yahut entelektüel kimlikleriyle hayatlarına devam ediyorlardı.

Rus yazarın keskin nişancı deneyimi

Édouard Limonov.

Kayıtlara geçmiş bir örnek de var. Rus entelektüel, yazar ve siyasetçi Eduard Limonov 1992 yılında Saraybosna dağlarını Sırp komutan Radovan Karaciç ile ziyaret etmişti. Kayıt altına da alınan ziyarette, Karaciç Limanov’a Saraybosna şehrini göstererek “Türkler bu toprakları işgal etmişlerdi ve Müslümanlar bu işgalin mirasçılarıdır. İslam geldikten sonra Sırplar dağlara, vadilere itildi.” ifadelerini kullanıyor. Buna yorum olarak da Limanov “Geleneksel, dayatılan jeopolitik’’ olduğunu söylüyor. Daha sonrasında ise, dağdaki Sırp askerler Limanov’a nasıl ateş edeceğini gösteriyorlar ve Limanov büyük bir keyifle şehre, masum sivillere doğru seri bir şekilde ateş etmeye başlıyor.

Limanov, kameraların yakaladığı bir yabancı “turist” katildi. Oysa, Bosna Hersek Savaşı’nda, sadece Saraybosna’da değil, diğer bölgelerde de, Limanov gibi kaç tane turist katil vardı, kim bilir!

Bosna Hersek’te yaşanılan savaşı savaştan öte tek taraflı saldırı olarak açıklamak daha doğru olur. Çünkü Boşnaklar savaşmadılar. Bizler, Boşnaklar olarak sadece kendimizi ve vatanımızı savunduk. Savaş başladığında ne ordumuz ne silahımız vardı. Ve bu kadar haksız, acımasız, belgelenmiş ve mahkemelerde kabul edilmiş katliamların ve soykırımın işlendiği bir savaşta bile Batılı entelektüeller haklının yanında duramadılar yahut gerçekleri saptırmaya çalıştılar.

Noam Chomsky.

Onlardan biri de Yahudi kökenli Amerikalı filozof Noam Chomsky’dir. Chomsky, daha 2000’li yılların başında, Srebrenitsa’da soykırımın işlenmediğini iddia etti. Srebrenitsa’da 8372 masum sivilin öldürülmediğini, ölenlerin sayılarının abartıldığını da bu çirkin sözlerine eklemiştir. Onun gibi dünyaca bilinen bir filozof, bunları iddia ederken de elle tutulur her hangi bir argüman sunmamaktadır. Yaptığı, Srebrenitsa gerçeğini saptırmaya çalışmaktadır. Eklememiz gerekiyor ki Chomsky, binlerce masum Boşnağın insan aklının alamayacağı işkenceleri gördükleri esir kamplarını da “yoğun mülteci kampları” olarak yorumlamıştı.

Chomsky ile kol kola olan bir başkası da Srebrenitsa araştırma grubunu kuran Amerikalı ekonomist, yazar Edward Herman’dır. Kendisi, başka yazarlarla birlikte, Srebrenitsa: Katliamının Siyaseti isimli kitabı da yazdı.. Herman hakkında bilgi vermeden önce önemli bir noktayı vurgulamak gerek: Srebrenitsa’da katliam değil, soykırım işlenmiştir. Sırplar, Srebrenitsa’da katliamın yaşandığını savunurken Boşnaklar olarak savunduğumuz soykırım tezi, Uluslararası Lahey Mahkmesi’nde de kabul edilmiştir. Dolayısıyla, Srebrenitsa’dan bahsederken katliam değil, soykırım sözünün kullanılması çok önemlidir. Amerikalı yazarın tutumlarına dönecek olursak:, Herman Srebrenitsa’da soykırımı asıl Boşnakların işlediğini yalanıyla karşımıza çıkmaktadır. Boşnakların Sırp kadın ve çocukları öldürdüğünü, buna cevap olarak da Sırpların Boşnak askerlerini öldürdüğünü iddia etmektedir. Daha da ileriye gidip, Srebrenitsa’da 8372 kişinin değil, sadece 2000 civari Boşnak’ın öldürüldüğünü ve Srebrenitsa’da büyük bir “siyasi manipülasyon ve propaganda” olduğunu ileri sürmektedir.

Nobel Ödüllü soykırımı inkârcısı handke

Peter Handke (solda)

2019 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülen Avusturyalı yazar Peter Handke de Bosna Hersek’teki savaş döneminde ve de sonrasında açıkça soykırım işleyen Sırpları savunmuştur. Bunu yapan Nobel ödüllü bir yazar ki bu da dünyanın bu kişilere olan bakışını anlamamız için önemli bir nokta. Kendisi daha 1995 yılında Sırbistan’ı ziyaret ederek Sırbistan İçin Adalet isimli kitabı yazmıştır. Kendisi o dönemde de Sırbistan’ı savunup, Avrupa medyasının savaş hakkında tek taraflı yayın yaptığını vurgulayarak aslında Sırpları bir kurban olarak göstermeye çalışmıştı. Srebrenitsa soykırımından hemen sonra, 1996 yılında ise Srebrenitsa’yı ve Vişegrad şehrini ziyaret etmişti. Ziyaretle yetinmeyip Vişegrad’da Boşnakların katledilip, atıldığı Drina Nehri’nde de yüzdü. Handke, Sırp katil Miloşeviç’in hayranı olarak, savaş boyunca ve savaş sonrasında da da Sırbistan’a olan desteğini kesmedi. İleriki yıllarda, Uluslararası Lahey Mahkemesi’nde soykırım suçlusu olarak yargılanan Miloşeviç’i de hapiste ziyaret eden Handke, 2006 yılında Miloşeviç’in cenazesinde bulunup “Yugoslavya, Sırbistan ve Miloşeviç’in burdayım” açıklamasını yapmıştı. Handke örneği maalesef onun tek olmadığını, bunun “bir kişi” ile sınırlı olmadığını da gösteriyor. Çünkü, eğer diğer entelektüel Batı dünyası bu tutumları onaylamasaydı, böyle bir kişi yıllar sonra Nobel ödülüne layık görülmezdi. Maalesef soykırımı inkâr etmenin bedeli ödülle bitmektedir.