Son yılların en moda filmi mükemmel annelik
Filmlerinin başrol oyuncusu blogger anneler, birbirlerinin sayfalarına verdikleri röportajlarda, gelen eleştirilere çok üzüldüklerini söylüyor. Onlara göre bloggerlık henüz ülkemizde yeterince gelişmedi. Eğer bir süre yurt dışında yaşamış olsaydık, onların ne yapmaya çalıştığını daha kolay anlardık.
Zor günler geçiriyordu. Bir şeylerin yolunda gitmediği yüzünden belliydi. Zaman zaman böyle olurdu. Sonra bir an gelir, daha “anlat” demeden bir bakışımla derdini anlatır, rahat bir nefes alırdı. Bu seferki başkaydı sanki; günlerdir ağzını bıçak açmadı dostumun. Allah bozmasın, eşi ile çocuklarıyla mutlu huzurlu bir yuvası vardı. Maddi manevi bir sıkıntıları da yoktu bildiğim kadarıyla. Derdi ne olabilirdi? Ve nihayet aylardır onu kıvrandıran hayatına kâbus gibi çöken şeyin ne olduğunu anlatmaya başladı:
- — Sence ben nasıl bir anneyim?
- — İyi bir annesin.
- — Doğru söyle! “Başarılı” bir anne miyim?
- — Neden yalan söyleyeyim ki... “Başarı” derken?
- — Aylardır bunu düşünüyorum, kendimle yüzleştim sonunda. Ben “başarılı” bir anne değilim. Hâlbuki her şeye yetişmeye, çocuklarımı mutlu etmeye, “mükemmel anne” olmaya çalışıyorum. Ama olmuyor, yapamıyorum.
- — “Mükemmel anne” de ne demek?
Yıllardır bu soru üzerine ihtisas yapmış sanki! Saatlerce anlattı. Ben ise hayretler içinde, ne diyeceğimi bilemez hâldeydim. Bu nasıl bir “mükemmel annelik” ise takip ettiği “blogger anneleri”n hünerlerinden bahsederken gözleri parlıyor, hayranlığını gizleyemiyordu. Sonra birden rengi soluyor, neden bu kadar yetersiz/beceriksiz/yeteneksiz olduğunu sorguluyor; kendini yerden yere vuruyordu. Dostumun, karşımda hâlden hâle girmesine daha fazla dayanamadım. Bu pek fedakâr, pek mükemmel, pek başarılı blogger annelerin isimlerini not aldım, bilgisayarımın başına geçip o blog senin, bu blog benim gezdim durdum. Onun, kendini neden bu kadar suçladığını anlamak istiyordum.
İlk izlenimim; bu anneler neredeyse kusursuzlar! Sıradan bir hayatları var gibi, ama aynı zamanda bir masal kahramanı gibiler! Her zaman güzel, bakımlı, sempatik, üstüne bir de doğallar! Hepsinden önemlisi çocukları için işlerini, kariyerlerini bırakıp her türlü fedakârlığı (!) yapmışlar ve yapmaya devam ediyorlar. Sanki bu dünyadan değiller. Aslına bakarsanız, bu blogların hemen hepsi annelere kolaylık sağlamak, deneyimlerini paylaşma imkânı sunarak onlara yardımcı olmak niyetiyle kurulmuş. Fakat yolda “ideal anneliğe” ulaşmak ve “iyi anne olduklarını kanıtlamak” niyetine evrilmiş gibi... Dilerseniz blogger annelerin mecralarını birlikte inceleyelim.
Bakııııın, benim “annelik” kimliğim var!
Bir bloğun “anne” bloğu olup olmadığını daha ilk açtığımızda isminden anlıyoruz. Şucu anne, bucu anne, şöyle yapmayan anne, böyle yapmayan anne gibi anneliği çağrıştıran kelimeler kullanıyorlar. Bazıları ise “anne” dediğimizde aklımıza gelmeyecek, dilimizin el vermeyeceği sözcükleri seçmiş olmalarına rağmen bir şekilde kendini ele veriyor. Çok fazla ortak yanları var. En önemlisi kendilerini “annelik” üst kimliği üzerinden tanımlamaları... Bunun yanı sıra hemen her birinin “annelik” üzerine yazılmış en az bir kitabı, araştırmacı bir kişiliği, etkinlik ya da semineri var. Çocuk sayıları ise değişiyor; kiminin üç kiminin iki çocuğu var, kimininse ikizleri…
Dokuz aylık bir serüvenden sonra bebeğiyle baş başa kalan anneler; uykusuz gecelerini, emzirme-emzirememe serüvenlerini, bebeklerinin hastalıklarını, ek gıdaya geçiş, tuvalet alışkanlığı kazandırma, oyun oynama vb. bir anne için gündelik hayatlarının sıradan hikâyelerini paylaşmaya başlarlar. Kalpler temiz, niyetler halistir. Onların deneyimleri üzerinden anne ya da anne adayları kendi süreçlerini kolay geçirecek, yalnız olmadıklarını hissedeceklerdir.
Günler, aylar, yıllar geçer; blogger anneler başladıkları noktadan çoook uzaklaşır. Biri din, diğeri siyaset, öteki yediği içtiği, beriki gezdiği tatil yaptığı yerler ile ilgili paylaşımlar yapmaya başlar. Onları çok sevmiş, alışmış, kabullenmiş kitleleri için bunlar sıradan durumlardır. Takipçilerinin bir kısmı “Ahh, nerede o eski paylaşımlar, buralar çok değişti, çoook” der, durumdan rahatsızlıklarını belirtip mekânı terk eder. Blogger annelerle aynı dünyanın insanı değillerdir artık. İşini gücünü, kariyerini bırakıp kendini çocuklarına adamış bu kadınlar; takipçileri için varlık ile yokluk, hayaller ile hayatlar arasında bir yanılsama olmuşlardır. Bunun farkında olmayıp, onları “mükemmel annelik” filminin başrolü gibi gören takipçiler için durum çok bilinmeyenli bir denkleme dönüşür. “Neden onlar gibi değiller, neden yapamıyorlar, neden başaramıyorlar, neden yetersizler…” Onlar nedenlerin denkleminde kendilerini tüketedursunlar, film her gün yeni bir sahneyle yeniden vizyondadır.
Ben bilme(zse)m akranım bilir
Bir filmi vazgeçilmez kılan, senaryosu kadar yönetmen ve oyuncularının da marifetidir. Blogger anneler bu konuda çok şanslılar; senaryoyu kendileri yazıp kendileri yönetirken, başrolde yine kendileri var. Hedef kitleleri ise akranları…
Akranlar için blogger annelerin dedikleri de yaptıkları da çok önemli. Kendi anneleri, teyzeleri, kayınvalideleri bloggerlarla aynı şeyleri söyleseler de bu durumdan rahatsız olurlar. Dünya onların anne olduğu dünya değildir, çünkü. Onların anlattıklarının modası geçmiştir, bu yüzden tuhaf ve ürkütücü gelir.
Oysa akranlarının sesi bugünün içinden, tanıdık ve rahat. O seste tam da kendilerini buluyorlar. Her anneye göre bir hikâye var bloglarda. Uykusuzluk, çıkmayan dişler, emmeyen bebekler... Derken fotoğraflar, okunan kitaplar, gidilen parklar… Anneler yaşanmışlıklar doğrultusunda kendilerine yakın hissettikleri blogger anneleri rol model olarak kabul ediyorlar.
- Özellikle sağlık alanındaki paylaşımlar annelerin vazgeçilmezi. Bloggerların özel hayatlarıyla ilgili gün içindeki paylaşımlarından sıkılan anneler bile, çocuğunun bir hastalığına şifa olur niyetiyle takibi bırakmıyor. Sırf bu alanda paylaşımlar yapan doktor anneler ya da çocuğu belli bir hastalık geçirmiş ve o konudaki tecrübelerini anlatan anneler de var. Onların takipçileri diğer bloglara göre daha sadık. Sonuçta doktor kim, başına gelen hekim!
Kullan diyorsak bir sebebi var!
E, film prodüksiyon işi. Bir yapımcı şart. Hadi onu da kendim yapayım, dedin; muhakkak bir sponsorun olmalı. Blogger annelerin birbirleriyle iletişimleri oldukça iyi görünüyor. Biri diğerinin bloğuna röportaj veriyor, öteki berikiyle ortak sponsorlu bir program düzenliyor. İçlerinde kendine ait etkinlik merkezi olanlar bile var. Takipçi sayıları arttıkça özel okullar, belediyeler, kültür merkezleri de peşlerini bırakmıyor. “Kazan kazan” çağında, tecrübe üzerinden tüketici kimliği inşa etmek için aranıp da bulunmaz Hint kumaşı konumundalar çünkü.
Basit bir diş kaşıyıcı onların sayfalarında vazgeçilmez bir ürün gibi sunulabiliyor. Bunu yeni keşfettim şöyle güzel, böyle faydalı, mutlaka alın gibi cümleler, ürün hakkında tanıtıcı reklam tadında açıklamalar bitmek bilmiyor. Bir video kaydı olsa “Ekrandaki numarayı arayana yüzde şu kadar indirim” diyecekler neredeyse! Sayfada doğal bir paylaşımmış gibi yayınlanmaya çalışılan bu ürünler, burnu iyi koku alanlar için buram buram reklamdan ibaret.
Bazı yıllanmış anne bloglarında zaman içinde çocuklarla ilgili paylaşımlar az yer tutmaya başlıyor. Sayfalarında daha çok günlerinin nasıl geçtiği, nasıl zayıfladıkları, cerrahi bir operasyon geçirdilerse kime ameliyat oldukları, yeni çıkan kitapları için nerede-ne zaman imza günü yapacakları, referandumda evet mi-hayır mı diyecekleri gibi bilgiler yer alıyor. Annelik bloğuna başka başka bloglar ekleyenler de var; şu ameliyatla şöyle zayıfladım, şu sayfa da benim, takip edin, diye kendi reklamını yapanlar da.
Yapacaklar tabii. Sonuçta onlar, evlatlarıyla kaliteli zaman geçirebilmek için yıllarca eğitimini aldıkları işlerinden ayrıldılar, kariyerlerinden vazgeçtiler. Çocuklarını bakıcılar değil, kendileri büyüttü! Gerçekten öyle mi peki? Sayfalarını sadece bir hafta takip ettiğinizde, can sıkıntısından başlayan bloggerlığın neredeyse bir mesleğe dönüştüğünü ve bunun da tamamen duygusal (!) gerekçeleri olduğunu görmeniz mümkün. Bu noktada bize de bu ne perhiz bu ne lahana turşusu demek düşer.
Hiç figüransız film olur mu?
Filmlerinin başrol oyuncusu blogger anneler, birbirlerinin sayfalarına verdikleri röportajlarda, gelen eleştirilere çok üzüldüklerini söylüyor. Onlara göre bloggerlık henüz ülkemizde yeterince gelişmedi. Eğer bir süre yurt dışında yaşamış olsaydık, onların ne yapmaya çalıştığını daha kolay anlardık. Bunun bir iş olduğunu ve sponsorlukla yürüdüğünü bilir, yadırgamazdık.
Günümüzde her tasaya bir çare internet ortamında, bir bloğun sponsorlukla yürümesini yargılayacak değiliz. Aklımızın almadığı başka şeyler var: reklam işinin annelik ve çocuk üzerinden ürün yerleştirmelerle sinsice yapılması. Paylaşımlarda çocuğun dünyası ve ruh sağlığıyla ilgili kesin yargılar içeren cümlelerin kullanılması. Bir çocuk kitabının sekiz yaş için olduğuna bile dikkat etmeden, üç yaşındaki bir çocuğun eline tutuşturulup, “Kızım bu kitabı çoook sevdi” notuyla takipçilerin yanlış bilgilendirilmesi. Alanında önemli çalışmalara imza atmış bir psikoloğun ismini ve kitabını belirtmeden kitaplarından (ç)alıntılar yapıp kendi cümleleriymiş gibi yayınlanması... Ama en önemlisi, sayfalarında bir görünüp bir kaybolan eşlere ve çocuklara figüran rolünün bile çok görülmesi. Sanki hayat denilen şey, blogger annelerin kendi ışıltılı rollerinden ibaretmiş gibi!