Seminer ahalisi nereye gidiyor?
Küçük bloknotlara aldıkları notları, hocalara ve diğer öğrencilere bakışları, zaman zaman sözü alıp birer “hocaya” dönüşmeleri ve hiç susmamaları ile tanıdım onları. Zamanla “seminer ahalisi” diye bir ahali olduğuna kanaat getirdim
İnsanların “kişisel” gelişim için kitap okumakla yetinmediği, kitap okumaya vakit yahut derman bulamadığı bir zamandayız.
Kişisel gelişimden vazgeçmiş değiliz elbette. Ancak okumanın seyretmenin gerisinde kaldığı bir dönemde, kah kitlelere ulaşan videolar kah irili ufaklı seminer, sohbet ve okuma halkaları aracılığıyla ruberu iletişim üzerinden yine de kişisel olarak geliştiği aşikâr.
Seminerler, paneller, okuma grupları tabii ki yeni kurulmuş, nevzuhur oluşumlar değil. Ancak katılımcı profilinde gözle görülür değişmeler olduğu da kesin. Yine de bir konuya açıklık kazandırmak isterim.
Bu değişim, “Eskiden hepimiz çok halis niyetlerle hareket ediyorduk şimdi mevzuya başka kaygılar girdi, eski seminerler bardak oldu” sonucunu çıkarmamalı. Geçmişi idealize etmeye de bugünü yerin dibine batırmaya da gerek yok.
Bunu yaparak bir fayda elde etmemize de ihtimal vermiyorum işin açıkçası. Ben de seminerlerde tanıştım seminer ahalisi ile.
Küçük bloknotlara aldıkları notları, hocalara ve diğer öğrencilere bakışları, zaman zaman sözü alıp birer “hocaya” dönüşmeleri ve hiç susmamaları ile tanıdım onları. Zamanla “seminer ahalisi” diye bir ahali olduğuna kanaat getirdim.
Sıkı bir ajanda tutup o seminerden bu seminere koşturan insanları anlamaya çalıştım ve bir “ahali” olduklarını fark ettim. Benzer durumlarda benzer tepkileri veren ama her biri kendisini “biricik” zanneden bu insan kümesine “ahali” demeyecektim de ne diyecektim ki? Ben “seminer ahalisi” ile fenomenoloji seminerlerine iştirak ederken tanıştım.
Üsküdar’da bir çay ocağında başlayan buluşmalar, sonra bir dernek merkezine taşınmıştı. Çay ocaklarında, derneklerin toplantı salonlarında, kültür merkezlerinde ve hatta evlerde devam eden resmî-gayrı resmî seminer gruplarının haddi hesabı yoktu.
Bir süre sonra “mesai” engelim sebebiyle bırakmak zorunda kaldığım seminerdeki yoldaşlarım dan bazıları seminer takibi konusunda epey uzmanlaşmıştı. Çok aceleciydiler. Zira daha İbn Arabi seminerine yetişmeleri gerekiyordu.
Takip edilesi seminer bulmakta sıkıntı çekilecek günler geride kalmıştı anlaşılan. Şimdi asıl sıkıntı seminerlerden seminer beğenmek konusunda yaşanmaktaydı. Depresyonla mücadele, tefsir, hadis, divan edebiyatı, dil, tarih, kültür, medeniyet, Afrika sineması, mesnevi, çocuk gelişimi gibi yüzlerce seminer başlığı vardı sonuçta.
Hemen her konuda seminerlere gidip bilgiye “talip” oluyormuş gibi yapan bu insanlara karşı “Nereden biliyorsun?” kuralını işlettiğiniz takdirde cevap vermekte zorlanabilirler. Zira ilgi alanları ve takip ettikleri seminer sayısı arttıkça konsantrasyonları azalır bu insanların. Seminer ahalisinin seçmesi gereken tek konu takip edeceği “seminer” değil.
Gördüğüm kadarıyla semineri kimin verdiği seminer konusundan daha önemli hâle geldi ister istemez. Kimileri hayat gurusu, kimileri yaşam koçu olanlar, uzman psikiyatristler, medyatik üniversite hocaları gibi pek çok seçenek vardı “seminer ahalisi”nin önünde.
Kimi profesyonel seminercilerin kabarık CV’leri ve yüksek gelirleri vardı. Kimileri de hırs yapmış, onlara yetişme azim ve kararıyla konuşuyorlardı.
Köşe yazarlığından, radyo programcılığından yahut akademisyenlikten seminerciliğe uzanan gizli bir yol vardı ve bu yolu geçenler âdeta bir üst lige çıkıyorlardı.
Bazı sosyal medya fenomenleri de içinde devrin anahtar kelimelerine yer veren kitaplar yayımlayarak birer seçenek olarak karşımıza çıkmışlardı. Seminer verenler ahalisi de en az seminer takipçileri kadar haklarında yazı yazmaya değer bir ahali görünümüne kavuştu.
Seminer ahalisi”, malumatfuruşluğun mutenalaştırılması yöntemi gibi geliyor bana. Kentsel dönüşümün farklı bir alt başlığı “mutenalaştırma”.
Kentin eski antrepo veya fabrika alanları “mutenalaştırılarak” lüks ofis alanlarına, turistik mekânlara veya rezidanslara dönüştürülüyor. Bu dönüşüme “soylulaştırma”, “seçkinleştirme” de deniyor.
İngilizcesi “gentrification” olan bu kavramın başka “tercümeleri” arasında nezihleştirme, burjuvalaştırma da olduğunu söylersem mesele daha vazıh bir şekilde açıklanabilir.
Olan bitenin zihin dünyasıyla ilişkisi de şu: Okul yıllarında geliştirdiğimiz ama sonra iş hayatının koşturmasıyla bitmeyen bir nadasa bıraktığımız zihin dünyasını “geliştiriyormuş” gibi yapmanın bir yolu da “seminerler”.
Diplomanın etiket sahibi olmak için yeterli olmadığı, “Ben okul yıllarında biraz okumuştum” söylemiyle kimseyi kandıramadığımız bir zamanda imdadımıza seminerler yetişti.
“Biliyormuş” gibi yapmanın en nezih yolu olan seminerler sayesinde bazen küçük bir bedel ödeyerek bazen onu da ödemeden zihnimizi mutenalaştırabiliyoruz.
“Seminer ahalisi”nin bir boyutuyla atanamamış terapi grupları olduğunu düşünüyorum. İnsanlar hem sosyalleşmek hem de sosyalleşmelerine bir mana katmak için seminerden seminere koşuyorlar.
Kendini iyi hissetmenin yollarının anlatıldığı kitapların çok sattığı bir zamanda seminer takibi de kendine yatırım yapan insanların bir araya gelip kendilerini topluca iyi hissettikleri bir etkinlik olarak tanımlanabilir pekâlâ.
Hâller sâridir. Bunu en iyi “seminer ahalisi” bilir ve değerlendirir. Kendini iyi hissetmek için bir araya gelen insanlar zamanla bir araya geldikleri için kendilerini iyi hissetmeye başlarlar. (Tersi de geçerli.) Seminerler devam edeceğe benziyor.
Elbette herkes bir seminere bu niyetlerle yaklaşmıyor. Ancak “seminer ahalisi” deyince bu kişilerle gün geçtikçe daha çok karşılaşıyorum. İstifademize sunulan her imkân suistimale de bir kapı oluyor maalesef.
İktisatta geçerli olan “Kötü para iyi parayı kovar” kuralı burada da işlemek için zemin buluyor ister istemez. “Seminer ahalisi” dediğim kişileri seminerlerden uzak tutmanın bir âlemi yok elbette. Belki de en iyisi onlarla birlikte yaşamayı öğrenmekten geçiyordur.
Yoksa ahali seminerlere geldi, vatandaş yer bulamadı diyenlerden misiniz siz? Belki bir başka yazımda da “workshop ahalisini” anlatırım size. Belli mi olur?