Sakın kuzum, rahatsızlığımdan bahsetmeyin

TAHSİN YILDIRIM
Abone Ol

İstanbul’un özellikle Boğaziçi’nin tabii ve tarihî güzelliklerini anlattığı eserleriyle tanınan; roman, hikâye, anı, eleştiri, şiir gibi farklı edebî türlerde eserler kaleme alan Abdülhak Şinasi Hisar, 14 Mart 1887’de anne tarafından büyükbabası Tophane-i Âmire kâtiplerinden Muhtar Bey’in Rumelihisarı’ndaki yalısında dünyaya gelmiştir.

Abdülhak Şinasi’ye dair

Selim Nüzhet ve Abdülhak Şinasi.

Türk matbaacılığı ve basın tarihiyle ilgili neşriyatlarıyla tanınan Selim Nüzhet Gerçek de (1891-1945) Abdülhak Şinasi’nin kardeşidir. Çocukluğu Rumelihisarı, Büyükada ve Çamlıca’da geçen Abdülhak Şinasi Hisar; 1898 yılında Galatasaray Sultanisi’ne girmiş Tevfik Fikret’ten Türkçe, Müftüoğlu Ahmet Hikmet’ten edebiyat, mürebbiyelerinden Fransızca dersleri almıştır. Paris’e gidip Jön Türk hareketine katılan Hisar, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’a dönmüş ve farklı kurumlarda çalışmıştır. Bu yıllarda edebî çevrelere dâhil olmuş bir süre sonra da eser vermeye başlamıştır. Mütareke yıllarında şiir, kitap tanıtımı ve eleştiri yazılarıyla yayın hayatına giren Hisar; İleri gazetesine, Dergâh ve Yarın mecmualarına yazdığı Millî Mücadele lehine yazılarıyla Türk milliyetçiliğinin önemli isimlerinden biri olmuştur.

Mütareke yıllarında aktif olan Abdülhak Şinasi, Ahâli ve İktisat Fırkası ile birleşerek seçime giren Millî Ahrar Fırkası’nın kurucularındandır. Fransız ve Alman şirketlerinde, Osmanlı Bankası’nda, Reji İdaresi’nde, 1931’den sonra da Ankara’ya yerleşerek Dışişleri Bakanlığı’nda çalışmıştır. 1948’de İstanbul’a dönmüş ve belediyenin desteği ile Ayaspaşa’da denizi gören bir apartmana yerleşmiştir. 1954-57 yılları arasında Türk Yurdu dergisinin genel yayın müdürlüğünü üstlenmiştir.

Son yılları

Taha Toros, Mazi Cenneti.

Son yıllarında birkaç yaşlı dostu hariç kimse kapısını çalmadığından yalnız kalmış, muhtemel mirası için hatırlayan ilgisiz akrabaların dışında ona yoldaş olabilecek kimsesi kalmamıştır. Taha Toros’un Mazi Cenneti adlı kitabında naklettiğine göre Abdülhak Şinasi Hisar’ın arkadaşlarının yanına sıkça gelmesinden dolayı en huzurlu yılları Ayazpaşa’daki Nimet Apartmanı’nda geçmiştir. Ancak “Tanrı’nın bir nimeti” olarak nitelediği bu apartmandan çıkartılması büyük edibimizi çok üzmüştür. Taşındığı Cihangir’deki Rüyam Apartmanı deniz görmesine rağmen Nimet Apartmanı’ndaki rahatlığı yoktur. Yeni evi yaşlı dostları için gidip gelmenin zor olduğu uzak bir semttedir.

Gözlerini Tophâne-i Âmire kâtiplerinden Muhtar Bey’in Rumelihisarı’ndaki yalısında açan Abdülhak Şinasi Hisar, Cihangir’deki Rüyam Apartmanı’nın bir dairesinde hayata veda etmiştir. Sermet Sami Uysal, Taksim, Gümüşsuyu’ndaki evinde yaptığımız sohbette Hisar’ın 3 Mayıs 1963 sabahı hizmetkârı Sabri Efendi’yi kasaba yollayarak “Ben biraz daha uyuyayım” diyerek uyuduğu sırada geçirdiği beyin kanaması ile vefat ettiğini söylemişti. Hisar, 75 yaşında, küçük kardeşi Selim Nüzhet Gerçek’in (1891-1946) akıbetine benzer bir şekilde “cebinde bakiyesi 66 lira gösteren bir banka cüzdanı ile tek kuruşu olmadan” hayata gözlerini yummuştur. Yoksulluk içinde ölen Türk edebiyatının önemli isimlerinden Abdülhak Şinasi Hisar’ın cenazesi belediyenin yardımı ile kaldırılmıştır. 4 Mayıs 1963 tarihli Akşam gazetesinde çıkan vefat haberinde: “Merhumun herhangi bir geliri bulanmadığı ve ölümünde üzerinde ancak birkaç liradan fazla para olmaması dolayısıyla cenazesi belediyece kıldırılacaktır” cümlesi onun yoksulluğunu, sahipsizliğini ortaya koymuştur.

Necmettin Turinay’ın Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları arasından çıkan Abdülhak Şinasi Hisar adlı kitabında Hisar’ın cenazesinin 4 Mayıs Cumartesi günü öğle namazından sonra Aksaray Valide Camii’sinde kılınan cenaze namazından sonra Hamdullah Suphi Tanrıöver, Dr. Fethi Erden, Prof. Dr. Z. Fahri Fındıklıoğlu, Nihat Sami Banarlı, Behçet Kemal Çağlar, Ord. Prof. Charles Crozat, Yaşar Nabi Nayır, Cevat Nizamî Düzenli, avukat Asım Sorgun gibi az sayıda kişinin katılımı ile kaldırıldığını yazmıştır. Cenazesi, aile kabristanı olan Merkezefendi Mezarlığı’na defnedilmiştir. Onun vefatı bir bayram gününe tesadüf ettiğinden cenazeye katılanlar birbirlerine hem baş sağlığı dilemiş hem de birbiriyle bayramlaşmıştır.

Eserlerini parası ile yayınlattı

Boğaz İçi Mehtapları, Abdülhak Şinasi Hisar.

Hastalığı ve aşırı hassasiyeti her geçen gün artan Hisar, ölmeden eserlerini muhatabına ulaştırmak için onları ardı ardına yayınlatmıştır. 1952’de Ali Nizamî Bey’in Alafrangalığı ve Şeyhliği adlı romanını, 1954’te Boğaziçi Yalıları’nı, 1955’te Aşk İmiş Her Ne Var Âlemde adlı mısra ve beyitlerden meydana gelen aşk şiirleri antolojisini okuruyla buluşturmuştur. 1956’da Geçmiş Zaman Köşkleri, 1957’de Geçmiş Zaman Fıkraları ile İstanbul ve Pierre Loti, 1959’da Yahya Kemal’e Veda, ölümünden kısa bir süre önce de Ahmet Haşim (1963) adlı eseri basılmıştır. Özellikle romanlarını basacak yayınevi bulamayan Hisar bu eserlerin ilk baskısını parası ile yaptırmıştır. Sermet Sami Uysal, Bir Abdülhak Şinasi Hisar Vardı kitabında titiz, dalgın ve mahcup dostunun kitaplarının 1961’de yayıncısı Şemsi Arkadaş tarafından neşri hakkında şu bilgileri vermiştir: “Bu eser çok satmaz. Maliyetini karşılayacak kadarını alırsa basabilirim, teklifine Hisar heyecanla ‘memnuniyetle’ cevabını vermişti. Kitap çıktıktan sonra Abdülhak Şinasi bir kısmını satın aldı ve eşe dostuna dağıttı. Zannederim kitabın hazırlanmasını, ömrünün son demlerini yaşadığını hissederek istemişti.” Uysal’a göre Hisar’ın son günlerinin en mutlu olayı basımını kendi parasıyla yayınlattığı kitaplarını görmesi olmuştur.

Bunalımlı yıllar

Hassasiyetlerinden ve takıntılardan dolayı her zaman ruhi sıkıntı yaşayan Abdülhak Şinasi Hisar’ın talihsizliğinin nedeni problemli bir ailenin ferdi olmasının yanında yalnızlığı ve içine kapanıklığıdır. Son yılları yaşlılıktan kaynaklanan sorunlarla, hastalıklarla ve geçim sıkıntısıyla geçmiştir. Yaşar Nabi’nin Varlık dergisinin 15 Mayıs 1963 tarihli sayısındaki yazısına göre Hisar, “yalnız hastalığın değil, nefret ettiği bir siyasî inancın da kendisine bulaşabileceği korkusu ile tanıştığı her yeni insanın, bir aydın kişi ise hangi inançta olduğunu araştırmadan rahat edemez, hakkında şüpheli bir söylenti işittiği kişilerle münasebetlerini hemen” kesmiştir.

Beden yapısı itibariyle sağlam olan Hisar, iç âlemini etkileyen konular yüzünden, birkaç kez bunalım geçirmiştir. Hisar; Balkan Birliği Genel Sekreterliği’nden sonra, Dışişleri Bakanlığı’na geçtiği sıralarda onu çok sarsan hastalığa yakalanmıştı. Ankara’da görevli iken aşırı ve sarsıcı bir hastalığa yakalanınca şiddetli bir krizle karşı karşıya kalmış ve Prof. Dr. Nihat Reşat Belger’in ilaçları ile hastaneye yatmadan evde dinlenerek tedavi olmuştur.

Abdülhak Şinasi Hisar, bunalımlardan dolayı dimağındaki hatıralar hazinesinden gereği gibi faydalanmayacak hâle gelince hayat enerjisini kaybetmiş, okumaya ve yazmaya ilgisi azalmıştır. Yaşar Nabi Nayır, bu hadiseyi şöyle anlatmıştır: “İstanbul’a gelmesinden kısa bir süre sonra, galiba her zaman çekmiş olduğu tansiyon ve damar sertliği hastalığının bir sonucu olarak, ağır bir kriz geçirmiş ve bu hastalığın dimağında meydana getirdiği tahripler, yakın dostu ve doktoru Nihat Reşat Belger’in [1882, İstanbul - 29 Eylül 1961] bütün gayretine rağmen, derin izler bırakmıştı.”

Fransız Lape Hastanesi’nde tedavi süreci

Abdülhak Şinasi Hisar.

Ankara’daki görevlerinden ayrılıp İstanbul’a gelince maddi ve manevi sıkıntılar onu rahat bırakmamıştır. İstanbul’da bir nevi ruh hastalığına benzeyen belirtiler görülmesi üzerine tedavi arayışına girmiştir. Hisar’ın başı dara düştüğü zamanlarda, sıkıntılara karşı koyamadığı günlerde; güvendiği, en yakın dayanağı, Paris’ten dostu, arkadaşı Prof. Dr. Belger’di. [1882, İstanbul 29 Eylül 1961] Her doktora güvenmeyen, verilen ilaçları almayan Hisar; Nihat Reşat’ı arayıp ondan fikir almıştır. Abdülhak Şinasi Hisar’ın insicamsız ve birbirinden kopuk sözleri, kendini tam olarak kontrol edememesi üzerine Nihat Reşat onu muayene etmiştir. Belger; bu muayene sonrası birkaç gün de olsa şok tedavisine tabii tutulmasını uygun görmüş, bir hastaneye yatırılmasını gerekli bulmuştur. Abdülhak Şinasi, 17 Kasım 1921 tarihli Yarın dergisinde yayınladığı “Milliyet Cereyânı ve Edebiyat” başlıklı yazısında elektriğin ruhi tedavide kullanıldığını şöyle yazmıştır: “Bizi yevmî istiğalâtımızm miskinliğini düşünmeye sevk ve- Nevrastanik bazı hastalıklar elektrikle tedavi edildiği gibi- sıhhat-i ahlâkîyemizi mukavemet-sûz bir sarsıntı ile yerine getirecek bir surette bize gayr-endişlik, fedâkârlık, hamiyet, cesaret, vakar ve samimiyet, hülâsa ecdâdımızda daim takdir ile yad ettiğimiz faziletleri gösteren, öğreten, bize numune olan askerlerimiz bizim asıl üstatlarımız olmuşlardır.”

Büyük bir üzüntü, kabullenilmişlik ile Nihat Reşat’ın tavsiyesine boyun eğen Abdülhak Şinasi Hisar, herkesin gittiği umumî ve tanınmış hastaneler haricinde özel bir kliniğe yatmak istemiştir. Dönemin imkânları içerisinde gidilecek kliniklerin sınırlı olmasından dolayı Fransız Lape Hastanesi’nde gözden ırak bir odaya yatırılmıştır. Taha Toros, Mazi Cennet’inde onun hastane sürecini şöyle anlatmıştır: “Hastalığının, hele şok tedavisi uygulandığının kimse tarafından duyulmasını arzu etmiyordu. Büyük dostluk ve anlayış dolu kalbi ile bu durumu, Nihat Reşat çok güzel idare etti.

Hastanede kısa bir süre tedavi olan Hisar’ın asıl korkusu, bu konuyu, aziz dostu, mektep arkadaşı, meslektaşı Refik Halit Karay’ın duymasıydı.

Özel ve yabancı bir hastaneye telefon ederek orada bulunan ecnebi dostlarından bir doktorun delaletiyle Abdülhak Şinasi Hisar, sessizce bir odaya yatırıldı. Bir haftalık şok tedavisi sonunda, manen bitkin olarak evine döndü. Bu bitkinliğin ardında, maddi sıkıntısı yatıyordu. Artık Abdülhak Şinasi Hisar, bu olaydan sonra eskisi gibi yazamıyor, eskisi gibi okuyamıyor, eskisi gibi toplantılara gidemiyordu. Bir de kendisinin kısa müddet de olsa bir asabiye kliniğinde tedavi edildiğinin çevresi tarafından işitilmesinden endişeleniyordu.” Bu kısa tedavi sonrası ruhen toparlansa da maddi sıkıntılardan dolayı kendine yeterli derecede bakamadığından yorgunluk ve huzursuzluk hâli devam etmiştir.

Herkesten saklanan hastalık

Refik Halit, ünlü bir mizah üstadıydı. Şinasi’nin bu ruhi rahatsızlığını duyarsa kim bilir, ne espriler yapardı!

Hastanede kısa bir süre tedavi olan Hisar’ın asıl korkusu, bu konuyu, aziz dostu, mektep arkadaşı, meslektaşı Refik Halit Karay’ın duymasıydı. Abdülhak Şinasi Hisar; Refik Halit Karay’a rahat gidip gelebilen Taha Toros’a bir talepte bulunmuştur. Taha Toros; Hisar’ın sıkı sıkı tembih edip kimsenin duymasını istemediği talebini şöyle nakletmiştir:“Üstad Hisar, bunu bildiği için, bana, ‘Sakın kuzum, bu rahatsızlığımdan Refik’e bahsetmeyin! Sizden emin olduğumu bir kere daha tekrarlamak isterim.’ demişti. Refik Halit, ünlü bir mizah üstadıydı. Şinasi’nin bu ruhi rahatsızlığını duyarsa kim bilir, ne espriler yapardı! Zannederim Abdülhak Şinasi Hisar, bundan korkuyordu. Şinasi, kısa zamanda iyileşti. Nihat Reşat ölmüştü. Sohbetlerimizi kendi evinden çok, Lebon’da devam ettirmeye başladık.” Hisar’ın zılgıtını yeme korkusundan ya da onu çok sevdiğinden olsa gerek Taha Toros Mazi Cenneti’nin yayınına kadar Abdülhak Şinasi’nin Fransız Lape Hastanesi’nde tedavi gördüğünü bırakın Refik Halit’e, hiç kimseye söylememiştir.