“Roman”tik tezahürler
Baş döndürücü bir hızla dönüşüm yaşayan toplumun değerler manzumesinin giderek asli hüviyetini kaybetmesi, din dili bağlamında da çarpık bir bakış açısının yaygınlık kazanmasına sebep olmakta. Hayatın her alanına dâhil olan, giderek genişleyen popüler kültürün etkisi altına giren bazı dindarlık sunumları, yeni birtakım formları ve kavramları da gündeme getirmekte. Kapitalizmin toplumu dönüştürmesi neticesinde ortaya çıkan kitle kültürü, ihtiyaçlara göre değişim gösteren ve önceden tasarlanarak sunulan bir kültür biçimi olarak, çeşitli kitle iletişim araçlarıyla yaygınlaşıp sosyal yapıların yaşam şekillerini değiştirmekte. Bu yönüyle, popüler kültür, bu sipariş verilmiş kitle kültürünün ürettiklerinin daha çok yayılmasının, satılmasının, pazar hâline gelmesinin ifadesidir, diyebiliriz.
Bu pazar içerisinde tüketime dayalı popüler kültür, içinde doğduğu ideolojiyi yeniden üreterek egemen alan oluşturur. Bununla kitleleri etkileme, yönlendirme, kontrol altında tutma, davranışları, tutumları belirleme gücüne sahiptir. Bu aynı zamanda bir yozlaştırmadır, elinde ne varsa çoğaltarak değersizleştirir, sıradanlaştırır, şeyleştirir, ancak onu da farklılıkmış gibi bireylere sunmasını bilir. Kalıcı olanı değil, geçiciyi, moda olanı, klişeyi önceler. Bu da onun sürekliliğini sağlar.
Çarpık bir din dili, çarpık romanlar
Son yıllarda popüler edebiyat alanında da, din dilinin çarpıtıldığı örneklere, bu çarpıtmadan beslenen bir pazara şahit oluyoruz. Din dilinin seviyesizleştiği, İslam’ın hikmet boyutunu kavrayıp yorumlamada zayıf eserler, derinlikten yoksun, aşırı duygusal ifadeler, ağır, biçimsiz, kişiliksiz bir melankoli hâlini makul gören anlayış etrafında gelişen edebiyat ürünlerinden bahsediyoruz.
İslam’ın hakikatini anlatmaktan ziyade dini, popüler kültür endüstrisinin malzemesi hâline getiren bir üsluptan bahsediyoruz. Horkheimer’in insanların kitle kültürü organlarından aldıkları hazır düşünce ve davranış kalıplarının ikinci adımda insanların kendi düşünceleriymiş gibi kitle kültürünü etkilediği tezi, tam da bu döngüyü anlatır.
Burada hemen her türü etkisi altına alan popüler kültür iktidarının kendini en iyi ifade ettiği edebî saha hiç şüphesiz romandır. Popüler kültüre eklemlenebilen bir durum olarak, bugün ciddi manada bir yekûn tutan ve
- Hz. Peygamber’in hayatını konu edinen roman türündeki siyer verimleriyle karşı karşıyayız. 70’li yıllarda ilk nüvelerini veren, 2000 sonrası ise furya hâlini alan “roman tadında siyer”, “roman-siyer” olarak piyasaya sürülen ürünlerle Siyer-i Nebi’yi romana yaklaştırma/romanlaştırma çabaları, sözünü ettiğimiz arızalı perspektifin yansımalarıdır. Romanlar, postmodern anlayışın getirdiği fırsatlar üzerinden yeniden tasarlanan Müslüman kimlik ve kültürel dönüşüme tanık olmanın görüntüsünü verirler. “Asr-ı Saadet”e “asrın saadeti” için seküler bir gömlek giydirme, yeni bir kimlik icad etme, onu yeniden tasarlama, yozlaşmış olan popüler edebiyata teslim olunduğunun göstergesidir.
Eğer bir kavramı, inancı, değeri, kutsalı aşındırmak istiyorsanız onu kendi temayüllerinizle, düşünce dünyanızla süsleyerek piyasaya süreceksiniz. Yıllık cirosu trilyonlara ulaşan bir sektöre dönüşmüş, birkaç yılda onlarca baskıya ulaşan romanların çok satılması, elbette içinde üretildikleri kültürün özelliklerini yansıtmaları ve bu kültür içinde anlam ifade eden değerlerle kurguladıkları bir dünyayı sunmalarından ileri gelir.
Bu kitaplar, Şaban Sağlık’ın tabiriyle “şekeri fazla kaçmış vıcık vıcık romantizm”in hüküm sürdüğü, Kerime Nadir’in, Cahit Uçuk’un, Muazzez Tahsin’in aşk romanlarını aratmayacak derecede ağır bir duygusallığın hâkim olduğu “Aşkın Öncüsü”, “Aşk-ı Hüzün”, “Aşka Adanmış Bir Ömür”, “Tûba Kokusu”, “Âşık-ı Sâdık” gibi isimlerle raflardaki yerlerini alırlar.
Bu anlatılar, ne klasik edebiyatta ne halk kültürümüzde ne de İslam tasavvufunda bir geleneğe yaslanmaktadır. Dahası, ancak profan bir dilin anlamından, kodlarından soyutladığı ve giderek içini boşalttığı bir aşk izleği etrafında, yeni bir anlam dünyası keşfetmekten çok, var olan anlam dünyasının daha da bulanıklaşmasına ve hatta ortadan kalkmasına sebep olmaktadır.
“Fesleğen kokulu dualar” ve daha neler
Peygamber romanlarında rastlandığı hâliyle, Hz. Hatice’nin şahsında “bilinmezlerdeki sevgilinin yolunun gözlendiği”, melankolik aşklar ya da Hz. Aişe’yle “delice sevmenin ihtiras ve kıskançlığa sürüklediği kara sevdalar” üzerine kurgulanan romanlar, o dönemin aşk ve sevgi anlayışını da bu çağa uyarlayarak tahrif eder. Daha ziyade iç monolog tarzında ilerleyen bu serüvenin hüzünlü bir fon eşliğinde anlatımında “ebed perdelerine asılı notalar”, “fesleğen kokulu dualar”, “elif gibi yapayalnız”, “mor kalplerdeki koku”, “çağlara şiir düşmüş kadın”, “felekleri döndüren sevda”, “Hicaz gecelerinin yıldızı”, “aşkın büyük bestekârı” gibi bıkkınlık veren, ağır duygulu ifadelerin hangi manaları haiz olduğunu akl-ı seliminizle cevaplayamazsınız.
Bryan Turner,oryantalizm, postmodernizm ve din üzerine tespitlerinde, gündelik hayatın ticarileşmesini dinî inançlar için bir tehdit olarak görür. Bu durumda geleneksel ve dinî değerlerin aşınması sonucu inanca bağlı değerler, vecibeler, pratikler de “üret ve tüket” döngüsü etrafında bir meta hâlini alır. Sosyal medya üzerinden namaz kılarken, Kâbe’yi tavaf ederken, dua ederken, Kur’an okurken kameralara verilen pozlar, çekilen selfieler işte bu dönüşümün tezahürleridir.
İçinde doğduğu kültürün bir parçası olan romancının muhayyilesinde ise, el ele iki âşığın Kordon’da ya da Salacak sahilinde yürüyüşüne benzeyen bir edayla kutlu aşk yürüyüşünde “Aşk Taşı Hacerü’l-Esved’i öperek kara sevdalarını taşın damarlarına mühürlemeleri” olarak anlatıldığı Kâbe’yi tavaf, seküler bir heyecanı hayatın esası hâline getiren bir anlayışın sevgililer günü seremonilerini andıran lirik bir ritüele dönüştürülür. Ya da, “Hatice Annemiz, abdestin her rüknünde, bir kere daha âşık olurcasına hayranlıkla seyrediyordu eşini… Bir aşk ve sadakat yemini gibi, gözlerini eşinden ve sudan alamıyordu… Su takibi… Su gayreti… Su tanışması… Su ahdi, su vefası… Yüce Allah Resulüne Sevgilim dedi… Hatice de Sevgilisinin Sevgilisi oldu. Su yeniden takılan nişanları, yeniden kıyılan nikâhlarıydı onların. Aşklarının sırrını suya verdiler de su o günden sonra konuşmamaya yemin etti… Aşk kokusu eşliğinde kar tanesi yeryüzüne düşer gibi, cemreler suya düşer gibi, secdeye düştüler…” ifadelerindeki aşırı duygusal üslup, hakikatin üzerine ölü toprağı serpen, onu zedeleyen sorunlu bir dildir.
Yeni bir insan/kimlik üretmede kurgusal bir alan sunan roman, müellifinin düşünce dünyasından, idrakinden, başka bir ifadeyle huy ve tabiatından bağımsız değildir. Bu romanlar, Hz. Peygamber’in hayatını anlatmaktan ziyade, hayatı algılayış biçimini, seküler kültürle içi boşaltılmış İslam kültürünün harmanlanması üzerine kurmuş modern aklın, aslında kendi iç dünyasını, çıkmazlarını, hayal kırıklıklarını ve yalnızlıklarını Peygamber ağzıyla ifade etme temayülleridir ki bu, Peygamber adına yalan söylemektir.
Hz. Peygamber’in hayatını kurma cüreti
İslam, “hayatı mümin bir üslupla yaşama sanatıdır.” Bu mümince üslubu belirleyen esas kidelerin yekûnu ise edep kavramını oluşturur. Edep, kaynağını vahyin kendisinden alan bu üslubun içinde başat öğedir. Vahyin rahle-i tedrisinden geçerek, kemale ermiş bir ahlakın ta kendisi olan Hz. Peygamber, bizim hayatımızı “kurmak” için gelmiştir. Böyleyken, O’nun hayatını “kurmak” cüretini gösteren romancı, hem geçmiş zamanı biçimlendirip hem de geleceği yönlendirmekle evrensel mesajı baltalamaktadır.
Hz. Peygamber’in hayatına dair yazılan bazı popüler romanların Müslüman hassasiyeti bakımından edep ve ihtiramdan uzak üslubunun O’nun hayatını öğrenmeye dair hangi ihtiyaçları karşıladığı sorusunun cevabı ise meçhuldür. Bunu karşılayamadığı gibi okurun zihin ve kalp dünyasını da yerinden oynatmaktadır.
Siyeri modern anlatımlarla yeniden yazmanın yollarını aramak yerine bu düşüşe, yerli yerince eleştirel bir şerh düşmediğimiz takdirde romanın kurgusuna maruz kalarak aşınan Hz. Peygamber idrakinin “safi zihinleri idlal” ederek nelere müncer olabileceğini varın siz hayal edin!