Prof. Dr. Yüksel Özden : Önce dil öğretecek öğretmenleri yetiştirelim!
Yenidoğan çocuklar çevreleriyle iletişim kurmak için ana dillerini kendi kendilerinekısa bir zamanda öğrenir. Tarih boyunca dil üzerine araştırma yapan uzmanlar bununnasıl gerçekleştiğini çözüp, yeni bir dil öğretimi için birtakım stratejiler oluşturmayaçalışmışlar. Bizim eğitim sistemimiz de bu yöntemlere göre sürekli revize edilir. Bunarağmen yabancı dil öğrenip, o dille kendimizi rahat ifade etmekte zorlanırız. Bununnedenleri üzerine sohbet etmek için İbn Haldun Üniversitesi Eğitim Bilimleri FakültesiDekanı Prof. Dr. Yüksel Özden ile buluştuk. Bir dili yabancılara kıyasla neden daha zoröğrendiğimizi, müfredatı, öğrenci ve öğretmen motivasyonunu konuştuk
MEB’e bağlı okullarda yıllardır birinci yabancı dil olarak İngilizce öğretiliyor. Fakat Mısır, Moğolistan gibi başka ülkelerin devlet okullarında İngilizceyi öğrenip konuşanlar gibi kendimizi rahatça ifade edemiyoruz. Hâlbuki eğitim sistemimiz de yeni stratejilere göre sürekli revize ediliyor. Bu durumu nasıl değerlendirirsiniz?
Benim kanaatime göre, bizde bir “dil fobisi” oluştu. Bunun biraz da yıllar yılı İngilizce öğretiyormuş gibi yapmanın sonucu olduğunu düşünüyorum. Nice zorlukları aşan insanların esasen herhangi bir konuyu öğrenmekten çok da farklı olmayan yabancı dil öğrenmede neden bu kadar başarısız olduklarına başka bir açıklama getiremiyorum.
Türkiye’de yılların sonucuna bakarsak milyonlarca çocuğumuza, gencimize İngilizce öğretemedik ama dil kitapları üzerinden o ülkelerin yaşayış tarzını en ince ayrıntılarına kadar öğrendik.
Alışkanlık arı, yaşama tarzlarını ritüelleriyle beraber öğrendik. Yaşayışlarını normlarını, değerlerini, bayramlarını, özel günlerini ve o günlerde neler yaptıklarını tüm ayrıntılarıyla biliyoruz.
Üniversite öğrencileri arasında ana dili İngilizce olan öğrencilerin yabancı dil olarak Türkçe ve ana dili Türkçe olan öğrencilerin yabancı dil olarak İngilizce öğrenme yöntemlerinin karşılaştırıldığı bir tez çalışmasında tüm stratejilerde ana dili İngilizce olan öğrenciler açık ara öndeler. Dili yabancılara göre daha geç öğrenmemizin sebebi neler olabilir?
Birçok ülkede çocukların komşu ilden bahseder gibi uzak ülkelerden konuştuğuna şahit oldum. Herhangi bir okuldaki sporcu öğrencilerle konuştuğumda olimpiyat hedeflerini dinledim. Bizde, çocukların hedeflerinin sınırlarımızı aşmadığını çok gözlemledim. Küresel ölçekte hedefler olmadığı için mi diğer dilleri öğrenmiyoruz yoksa o dilleri bilmediğimiz için mi kendimize küresel hedefler koymuyoruz?
“Bize bizden başka dost yoktur” dediğimiz için mi, biz bize yeteriz diye düşündüğümüz için mi? Sebepler konusundaki düşüncemi bir iddiaya dönüştürmek istemem ama son iki yüzyılda yaşananların sonucunda kendimizi dar bir alana hapsettik diye düşünüyorum.
Daracık bir alanda başımızı kaldırmadan yaşamamıza izin verildiği için müteşekkir olmamız beklenmiş âdeta. Masa başında çizilen sınırlar ülke topraklarını değil, zihnimizi çerçevelemiş.
- Aman kimseye elleşmeyelim elimizdeki topraklar da gitmesin düşüncesi sinmiş zihnimize. (Yetmiş düvelin Suriye’de cirit attığını görüp dururken bizim orda ne işimiz var demek hangi kafanın işidir?) Üç kıtada at koşturan bir ceddin torunlarının ufuklarının bugün beş kıtaya ulaşması beklenmez mi? Etki alanı çok geniş bir imparatorluğun dar bir alana hapsedilmesi için uğraşan milletleri kınamam ama bunu gönüllü olarak eğitim yoluyla kültürel araçlarla zihinlere nakşeden milletin fertlerini anlayamam.
Bu ayrı bir konu ama dil öğreniminden ayrı bir konu değil. Dar alandan çıktıkça, kendimize ve milletimize özgüvenimiz arttıkça, uluslararası arenada iddia sahibi oldukça yabancı dil öğrenmeye bakışımızın da değişeceğine inanıyorum.
Yabancı dil öğretiminde farklı stratejiler var. Bunların ne kadarını müfredatımızda etkili bir şekilde kullanabiliyoruz? Dil öğretimimiz yalnızca sözcük ve gramer kurallarını ezberletme olarak mı kalıyor?
Dil öğretiminde stratejiler uygulayan münferit örnekler vardır ama genel eğitimde bir strateji olduğunu sanmıyorum. Dediğiniz gibi bütün dil eğitimi gramer kuralları ve kelime ezberletme üzerine kurulu. Bizim öğrendiğimiz, ezberlediğimiz demek daha doğru, gramer kurallarını o dili ana dili olarak kullananların bildiğini sanmıyorum.
Klasik Arapça eğitiminde biz çok zorlu bir süreç ile Emsile, Bina, Maksut, Avamil okuturuz ama o dilde iletişim kuramayız. Gerçi söz konusu Arapça olunca Kur’an’ı anlamak, İslam’ı öğrenmek daha ön plana çıktığı için öğrenilenlerin günlük dilde işe yaramaması öğrenilenleri boşa çıkarmıyordur inşallah!
Öğrenciler diğer derslerle kıyaslandığında dil öğrenme konusunda daha fazla kaygı duyuyorlar. Onların kaygılarını azaltmak için neler yapılmalı?
Yabancı dil literatürü öğrencinin sınıfa getirdiği önyargıların dil öğrenmenin önündeki en büyük engel olduğunu söylüyor.
Öğrencilerin sınıfa getirdikleri korkuları, yanlış bilgileri, kanaatleri ortaya çıkartıp üzerinde çalışmak lazım. Önce yabancı dil öğrenmeye bakışı değiştirmek lazım. Ama bu algıları değiştirmek de o kadar kolay değil çünkü bu önyargılar hepimizin eseri. Sınıftaki öğretmen de aynı önyargıların müsebbibi veya sonucu.
Mesela dil eğitimine erken başlamanın dil eğitimindeki en önemli faktör olduğu söylenir. Telaffuzda, ezberde bu kanaate katkı sağlayabilecek durumlar görebiliriz ama dil öğrenmemizi engelleyen nedenlerden birinin bu slogan olduğunu düşünüyorum.
Kaç çocuk dört beş yaşında yabancı dil ile tanışma şansına sahip? “Dil erken yaşta öğrenilir, benim yaşım ilerledi öyleyse benim dil öğrenme zamanım geçti.” Aynı şekilde “Benim dil zekâm yok” diyen öğrenciye dil öğretemezsiniz.
Yabancı dil öğretmenleri formasyon aldıktan sonra değişen, gelişen eğitim yöntemlerini kendi öğretim metotlarına dâhil edebiliyorlar mı? Bunu sınayacak veya teşvik edecek bir sistem mevcut mu?
Dil öğretiminde fasit bir daire içinde olduğumuzu düşünüyorum. Öğretmene o formasyonu verecek öğretim elemanları nerede? Kim yetiştirdi? Kaç kişi bunlar. Bu formasyonu alamayan öğretmen nasıl dil öğretecek? Öğretmeni iyi yetiştiremezsek talebeyi kim yetiştirecek?
Bazı, toplam üniversite sayısına bakarsak birkaçı demek daha doğru, üniversitelerin hazırlık okullarının “iyi dil öğrettiği” kanaati yaygın. Doğruluğuna da şahidim. Demek ki yapılıyormuş, hem de on sekiz yirmi hatta daha ileri yaşlarda.
İbn Haldun Üniversitesi Hazırlık Okulu da bu iddiayı taşıyor. Yeni bir üniversiteyiz. Hep birlikte göreceğiz. Bu nedenle ben dil eğitimine ana okulundan değil, üniversiteden başlamamız gerektiğini düşünüyorum.
Dil öğretecek öğretmenleri yetiştirelim önce. Dil öğreniminde motivasyonun en etkili unsurlardan biri olduğu gözlemleniyor, öğrencinin motivasyonunu artırmak için neler yapılabilir?
Bu sorunuza cevap gibi görmeyebilirsiniz ama önce kendi dilimizi öğretelim çocuklarımıza gençlerimize. Kuralları ezberletmeyelim. Dilin zevkini, keyfini yaşatacak öğrenme araçları ve ortamları oluşturalım. İmparatorluk bakiyesi dilimizdeki zenginliği ve çeşitliliği fark ettirelim ve bunun ifade gücünü ve etki alanını hissettirelim. Ben Türkçeyi iyi bilenin yabancı dili de öğrendiği kanaatindeyim.
Dil kelime ve gramerden oluşmaz. Her dilin kendine ait duyuş, düşünüş ve ifade tarzı vardır. Dilimizi kelime, kural, tarz ve hissiyatıyla yaşayan biri yabancı bir dili de kendi bütünlüğü içerisinde görebilecek ve dil öğrenme kelime ve gramer öğrenmekten çıkacaktır.
Dil bir kültürün düşünme aracıdır, ifade aracıdır, tarzıdır; bunu görmek lazım. Bir dil bir insan, iki dil iki insan atasözünün arkasındaki düşünce de bu olsa gerek. İkinci dil ikinci bir düşünme ve ifade tarzıdır. Yoksa ana dildeki kelimelerin o dildeki karşılıkları değil.