Per Petterson’un çok isimli kahramanı

ÖMER YALÇINOVA
Abone Ol

Arvid eşinden ayrılmıştır. İki kızından ayrı yaşmaktadır. Gidip geldiği bir işi de yoktur arvid’in. Evinde tek başına yaşamaktadır. Bellidir, arvıd deprosyondadır. Bu yüzden amaçsız bir şekilde dışarı çıkar, yürür, arabasıyla kısa yolculular yapar. Fakat her gördüğü olay, her karşılaştığı kişi, onu geçmiş olay ve hatıralara götürür. Arvıd bir yandan geçmişte yarım kalan hesaplaşamaları düşünsel boyutta tamamlamaya, çözmeye çalışırken, diğer yandan abisinin eşinden ayrılması neticesinde düştüğü bunalım üzerinden, kendi ayrılma travmasını sorgular. Ardından’da baba-oğul, baba-kız, ağabey-kardeşlik ilişkileri aşırı duygusal ve hüzünlüdür, öyle ki okuyucularıda kolayca etkisi altına almaktadır.

Per Petterson’un At Çalmaya Gidiyoruz ve Ardından romanları karşılaştırılarak okunduğunda, karakter isimlerinin değiştirildiği, fakat onların ruh hâllerinin aynı olduğu fark edilir. En başta da yazar-kahramanın/anlatıcı-kahramanın ses tonu, anlatım biçimi, olayları birbirine bağlayışı, hareket tarzı neredeyse aynıdır. Fakat At Çalmaya Gidiyoruz’da onun ismi Trond’dur, Ardından’da ise Arvid’dir. Romancı zaten her iki romanda da kahramanın ismini iki veya üç defa anar. Bu da onun belli bir kahramanı oluştururken, isim değil ruh hâli üzerinden ilerlediğini gösterir.

Per Petterson’un At Çalmaya Gidiyoruz ve Ardından romanları karşılaştırılarak okunduğunda, karakter isimlerinin değiştirildiği, fakat onların ruh hâllerinin aynı olduğu fark edilir.

Petterson merkez kahraman dışındakilerin ismini anmaktan çekinmez. Lars, Odd, Jon, Barkald isimleri mesela At Çalmaya Gidiyoruz’da anlatıcı-kahramandan daha çok anılır. Ardından’da bu durum daha da artar, diğer ifadeyle Petterson bu romanında daha az isim kullanır. Mesela Bayan Grinde ismi, Arvid’den daha çok geçer romanda. Oysa kahramanımız ve anlatıcımız Arvid’dir. Diğer bir ilginç durum, her iki romanda da mekân, kitap ve yazar ismi bol bol geçer. Ardından’da Yaşar Kemal’in İnce Mehmed’iyle karşılaşırız. Bunun sebebi, her iki romanda da Petterson’un birden çok zamanda geçen olayları anlatmasıdır. Kahramanımızın bugünüyle birlikte, onun zihninden geçtiği kadarıyla geçmişini de okuruz. Petterson bu çift zamanlılığa okuduğu kitapları, başkasından duyduğu hikâye ve masalları da ekler. O yüzden çok zamanlı bir roman çıkar ortaya.

Bunların hepsini kahramanın bir iç konuşması, bilinç akışı, zihin aktarması olarak okuruz. Fransız filozof Gaston Bachelard’ın Mekânın Poetikası’ndan öğrendiğimiz kadarıyla hatıralar yani duygu ve düşünceler, nesneyle ve mekânla ilişkilidir. Petterson romanlarında bunu görüyoruz. O, özellikle geçmişi anlatırken mekân isimlerine başvurur. Karakter isimleri unutulabilir çünkü hatıralar isme değil, mekâna kodlanmıştır. Mekân hatırlandıkça, olaylar da gözde canlanmaya başlar. İsmi daha zor hatırlama noktasında şu da düşünülebilir: Kişi isimlerini hatırlamak daha çok can yakar. O yüzden zihin -kendini korumak için belki de- ilk önce kişi isimlerini unutur. Arvid ve Trond için en önemli karakter babalarıdır. Ama babanın ismi anılmaz. Arvid için abisi, kızı, eski eşi, kardeşi vardır. Onların isimleri yoktur. Petterson, romanlarını kurarken bugünle geçmişi ilişkilendirdiği için bu iki zaman, mekânda buluşur; karakter ise tek zamanın içindedir.

At Çalmaya Gidiyoruz.

Farkındayım, Petterson romanlarındaki karakter ismi kullanımı konusunu çok uzattım. Kısaca şunu demek istiyorum aslında: Arvid ve Trond aynı kişilerdir. İkisi de yazardır. Ardından’da Arvid’in At Çalmaya Gidiyoruz’u yazmaya başlaması da, bizim tespitimizi doğruluyor. Her ikisinde de baba-oğul ilişkisinin merkez, diğer ilişkilerin çevreyi oluşturması da öyle. Ardından’da yazarlığını saklamayan Arvid’e karşılık At Çalmaya Gidiyoruz’da Trond yazarlığını belli etmiyor. Bunun sebebi At Çalmaya Gidiyoruz’da kahramanın çocukluk anılarıyla uğraşmasıdır. Ardından’da yetişkindir Trond ve daha çok yetişkinlik döneminin olay ve sorunlarıyla uğraşır. Özellikle de eşinden ayrıldıktan sonra düştüğü boşluk duygusunu, abisinin de eşinden ayrılınca geçirdiği travma üzerinden işler. Öyleyse aslında ismi çok da önemli olmayan kahramanımıza yoğunlaşalım.

Yalnızlığı çok seviyor Petterson’un kahramanı. Yalnızken, rastgele hareket ediyor. Karşısına çıkan her farklı olay ve karakter, onu içine çekmeyi, sürüklemeyi başarıyor.

İlk önce bunu anlatıyor zaten Petterson. Bu elde birdir. İkincisi, o karakter ve olayın hatırlattığıdır. Yarım kalan olayın içinden bu şekilde ikinci bir olay anlatımına girişir kahramanımız. Zaten yalnızlık içinde olmasa -bu yalnızlığa hiç tanımadığı kişilerle bir arada olmayı da dâhil edelim- bu kadar hatırlamaya, düşünmeye ve yorumlamaya da fırsatı olmayacaktır. Ardından’da dönüp dolaşıp tek başına kaldığı eve gelir Arvid; At Çalmaya Gidiyoruz’da da kızına bile söylemediği, şehre yarım saat uzaklıktaki bir kasabada yalnız kalacağı eve taşınır Trond. Biz kahramanımızı daha çok bu ev yalnızlığı ve sakinliği içindeyken dinleriz. Evinde kitapları vardır onun. Telefonu arızalıdır veya yoktur. Müzik dinleyebilir. Sık sık mide rahatsızlığı çekmesine rağmen yemek yiyebilir. Demek ki kahramanımızın temel ihtiyacı yalnızlık ve düşünmektir. Buna yazmayı da katabiliriz. O, her ne kadar yazma sürecinden bu iki romanında söz etmese de. Aslında Petterson’un romanları, dâhil edilmemiş bir yazma sürecinin anlatımıdır. Çünkü olayları yaşarken yazması mümkün değildir. Tek seferde bu uzunlukta roman da yazılamayacağına göre, onun yeni olayla birlikte onların çağrıştırdıklarını, yalnız kalmak, ulaşılmamak için geldiği evinde yazdığını düşünebiliriz.

Kahramanımız her iki romanda da, hüznün sebep olduğu bir sakinlik içindedir.

Kahramanımız aktif değildir. Onun uzak veya yakın bir planı da yoktur. Olayların başlatıcısı da o değildir. O sadece olayların içinde akıp gider. Sonrasında ise bunları uzun uzun düşünür. Bu yönüyle kahramanımız tam bir entelektüel ve yazardır. Bugün ve geçmişte yaşanan olaylara sürekli belli bir mesafeden bakması da bunu gösterir. Mesafe koyamadığın olay, duygu veya düşünceyi anlatamazsın. At Çalmaya Gidiyoruz’da bütün olayların başlatıcısı, planlayıcısı ve sonlandırıcı baba, Lars ve Joy’dur. Ardından’da ise Bayan Grinde, yeni sevgili ve abidir. Kahramanımız onların başlattığı ve sonlandırdığı olayların içine girer, girdiği gibi de çıkar. Tepkimeyi hızlandıran ama kendinde herhangi bir değişiklik, azalma veya çoğalma olmayan katalizör gibidir o. Romancı da biraz böyle değil midir? Romancı da mesafesini kaybetmeden her olayın içindedir. Arabayla kaza yaptıklarında mesela direksiyon başında abi vardır. Baba atla gidilecek mesafeyi gösterdiğinde oğul atı koşturmaya başlar. Fakat katalizör benzetmesi yanlış oldu gibi. Çünkü kahramanımız anlattığı yani içinde bulunduğu her olaydan sonra ister istemez değişir. Bu değişimin hesabını, düşünsel çıkarımlarını okuruz zaten romanda. Ama bu durum bile, kahramanımızın edilgenliğini gidermez.

Sonuçta yazar dahi olsa her iki romanın anlatıcısı da insandır. Ve insan, diğer insanlarla bir araya geldiğinde anlam ifade etmektedir.

Bu kadar mesafeli ve yalnız bir kahramanın, sadece diğer insanlarla birlikteyken mutlu olması ise Petterson romanlarının diğer bir ilginç yönüdür. Kahramanımız her iki romanda da kızıyla bir araya gelmekten büyük keyif alır. Ardından’da evinin üst katını verdiği ve farklı dilleri konuştukları için anlaşamadığı Kürt’le kahve içmeyi sever. At Çalmaya Gidiyoruz’da devrilen ağacı, Lars’la birlikte parçalamaları da, romanın mutlu anlarındandır. Hele her iki romanda da baba ile oğulun bir araya gelmesi, geçmişte kaldığı için bugün hüzünle hatırlanan mutluluklardandır. Sonuçta yazar dahi olsa her iki romanın anlatıcısı da insandır. Ve insan, diğer insanlarla bir araya geldiğinde anlam ifade etmektedir. Petterson romanlarının, okuyucusunu en çok sarsan noktası burasıdır: Kendine yeterli görünen kahraman, yalnızca babasıyla, kızıyla veya abisiyle bir araya geldiğinde tamamlanıyor. Her ne kadar yalnızlığa kaçsa da bu yazar, kızı onu ne edip edip bulduğunda, hayata dönüyor, yaşadığını hissediyor. At Çalmaya Gidiyoruz’un trajedisi de bu noktada toplanıyor. Lars ve Odd ikiz kardeşlerdir. Yanlışlıkla Lars, Odd’u vurup öldürdüğünde, varoluş anlamını da yitiriyor. Mesela çiftlik üzerinde haklarını savunamıyor bile. Abisine ve annesine karşı da çıkamıyor. İkizini kendi eliyle öldürdüğünde, onun diğer insanlar ve hayatla olan bağları da kopuyor. Babası evi terk edip gidiyor mesela. Abisi ilerleyen yıllarda gelmek üzere, çok uzaklara gidiyor. Annesiyse başka bir adamla şehri terk ediyor.

Ardından.

Kahramanımız her iki romanda da, hüznün sebep olduğu bir sakinlik içindedir. O, roman boyunca sükûnetini kaybetmeden anlatmaya ve düşünmeye devam eder. Konuyu dağıttığında bile paniğe kapılmaz, anlatımını bozmaz veya kasmaz. Ardından bu anlamda At Çalmaya Gidiyoruz’dan daha derli toplu bir kitaptır. Sanki Petterson At Çalmaya Gidiyoruz’da bir anlatım yöntemi aramış, denemiş ve bulmuştur. Ardından’da ise, bu yöntemin ustası olmuştur. Her iki romanda da imgeler konuşur, okuyucuda imgeler kalır. Bu imge acı ve hüzünle sabitlenmiştir. Ya da tersi, acı ve hüzün bu imgeyle sabitlenmiştir. Bunalım ise, romanın başıyla sonu arasında salınıp durur. Bunalımın yol açtığı taşkınlıklar vardır Ardından’da. Kahramanın durduk yere aynayı kırması mesela. Ama bu taşkınlık sadece kahramana zarar verir. Diğer karakterleri etkilemez.

Oysa geçici bir hastalıktır bu. Petterson romanlarında bu tür vehme dayalı hastalıklar, roman boyunca salınıp duran bunalıma, geçmişe yönelik ve imgeyle sabitlenen olaylar ise hüzne karşılık gelir. Her ikisi de birbirini besler ve büyütür. Petterson roman ve kahramanının etkileyiciliği ve başarısı da bu büyüklükten kaynaklanır.