Oruç Gazi Kutluer:“Türkiye’dedolma kalem yapmakbir hayaldi!”
Orta Doğu ve Balkanlar’ıntek el yapımı kalemüreticisi Oruç GaziKutluer ile kırtasiyetutkusunun başatenstrümanı dolma kalemve dolma kalem yapımıüzerine keyifli bir söyleşigerçekleştirdik.
Önce sizi tanıyalım, nereden mezunsunuz?
Ben Uluslararası Saraybosna Üniversitesi'nden Görsel Sanatlar ve İletişim tasarımı bölümünde mezunum.
Kalem yapımı ile ilgili bir eğitim aldınız mı?
Kıra döke, parçalaya parçalaya, sora sora öğrendim desem doğru olur. Çünkü ustası yok.
Usta yok derken bunu nasıl anlamamız gerekiyor? Kalem kaç parçadan oluşuyorsa onun tüm unsurlarına dair bilgi sahibi olmaktan mı söz ediyoruz?
Kalem uç, aksesuar, dolum sistemi, bizim mücevherat dediğimiz 'möble' dediğimiz mobilya gibi unsurlardan müteşekkil. Bunlar çeşitli malzeme bilgisi istiyor. Üretim tekniklerini bilmeniz gerekiyor. Bizler henüz birkaç aydır Kilk Kalem'in ismini işiyoruz.
Ne zamandır kalem işiyle meşgulsünüz? Meraklılar sizi nasıl buluyor?
Aslında iki-iki buçuk senedir satış yapıyorum. Ondan daha evveliyatı da var. Normal biri dolmakalem almaya niyetlendiğinde gider mağazadan bakar, hiç olmadı internetten sipariş verir. Ama halihazırda işin teşnesi olan kişiler, size her durumda ulaşıyor. Zaten bir cemiyet bunlar. Birbiriyle irtibat halindeler; kalem alışverişi yapıyor, birbirlerini haberdar ediyorlar.
Nasıl karşılandı sizin kalem üretmeye başlamanız Türkiye’de?
Türkiye'de bu işi yapmak ve devam ettirmek zor. Yurtdışında da rekabet çok kızışık. Tabii belli bir düzeyin üzerinde olduğunuzda illaki rekabette avantajlı durumda oluyorsunuz. Ne yazık ki yurtiçinde kaleme meraklı koleksiyonerler çok az. Çoğu da zaten yaşı itibariyle ihtiyar olduğu için bizim bu camiada hitap ettiğimiz kanallarda bulunmuyorlar. Bulunsalar da aktif değiller. Ama sağ olsun dolmakalemle ilgilenen herkes hem iltifat hem de rağbet gösterdi.
İz sürücü diyebilir miyiz koleksiyonerler için?
Ona ben şikâr diyorum. yani o bir av. Yani şikarın peşindesiniz, ona sessiz sakin emin adımlarla ürkütmeden, bütün tabiatı ürkütmeden gitmelisiniz. Çünkü avınızı ürküttüğünüzde yalnız o etkilenmiyor, tabiat ürküttüğü zaman başka her şey harekete geçiyor.
Ben bu işi yapmadan önce koleksiyonerlerle bu kadar içli dışlı değildim ancak başladıktan sonra farklı bir bakış açısı olduğunu anladım. Nispeten eskiden bir şeyleri toplamanın, "gayriahlaki" ya da müsrifçe olduğuna dair fikriyatım vardı. Lakin sonrasında çok değişti.
Bir şeyleri toplamanın doğru şekilde toplandığı ve doğru şekilde tasarruf edildiği zaman çok kıymetli neticelere gebe olduğunu fark ettim. Buna bir tip koruma işlevi diyebiliriz belki. Tabii bazı şeylerin de ölmesine müsaade etmemiz lazım. O ince çizgide iyi bir koleksiyoner çok kıymetli şeyler ortaya çıkartabiliyor.
İyi bir koleksiyoner, iyi bir editör gibi diyebilir miyiz? Neyi dışarıda bırakıp neyi içeriye alması gerektiğine karar veren kişi olarak...
Efradını cami, ağyarını mani derler ya, o hesaptadır.
Yani bir koleksiyonerin biriktirdikleri üzerinden yakın tarihi yazabilirsiniz hem. Koleksiyonerin hissiyatını nasıl tanımlamak gerekir?
Öncelikle sizin sunduğunuz şeyi yalnızca bir kalem olarak görmüyorlar. Her şeyden önce bu çok önemli. Benim de şahsi kanaatim budur ki bizim Batı medeniyetini bir adım berisinden izlemememizin sebeplerinden birisi de saat yapımını bırakmamızdır. Çünkü saat demek dakiklik demektir, saat demek metalürji demek, malzeme bilgisi demektir. Saat demek ustalık demektir, saat demek ruhta, gözde, algıda incelmek demektir. Saat demek, zamanla ilgili bir problemimiz var demektir. Zamanı iyi kullanmak demektir. Yani ona sadece saat yapmak olarak baktığınızda bir yerde tam istediğiniz zamanda olmayı sağlayan araç olarak görürsünüz. Ama öyle değildir. Bunun alt yapısında çok ciddi bir insanlık bilgi ve tecrübesi vardır. Bu tecrübenin cereyanına bir şekilde kapılmamız lazım. Bu işe başlamamın sebeplerinden biri de bu aslında.
Dün örneğin Fuzuli'nin kalem redifli bir kasidesi ile ilgili sohbet ediyorduk. Tarihte ne zaman kaleme hürmetimiz arttıysa o zaman terakki hâsıl olmuş. Burada 19. yüzyılın pozitivist ya da aydınlanmacı zihniyetinden bahsetmiyorum. Şahsi terakki de olabilir bu. Tenevvür olabilir. Bunu gördüm ve "Türkiye'de bunun yapılması gerekiyor" diyerek kalemle ilgili bir mesleği kendime amaç edindim. Sonuçta Doğu ile ilgili bir mesele bu. En eski yazmalar buradan çıkmış. Günümüze kadar bir medeniyet çizgisi var ve bulunduğunuz topraklar -en azından bizim okuyabildiğimiz kadarıyla- yazı üzerine, harfler üzerine inşa edilmiş. Bizim bu mirası devam ettirmek gibi bir mesuliyetimiz var. Tabii tutup kaldırabilirim gibi bir iddia ile söylemiyorum bunu, en azından bir muharrik olup ucundan tutmak gibi bir niyetim var.
Her şeyi yapabiliyor musunuz şu anda?
Ucu hariç yapabiliyorum. Çünkü ucu üretebilmek hakikaten çok zor. Çeşitli çabalarım ve teşebbüslerim oldu ama hem mühendislik isteyen bir şey hem de çok tecrübe istiyor. Çok yatırımı mucip bir şey aynı zamanda.
Tornada üretilebiliyor mu uç peki?
Elde üretilebiliyor. Yani ben kıl testere ile altın ucu kesip şekil verebilirim ama ona şunu yeğliyorum: Bir Almanın yaptığı ve her zaman çalışacağına ömür boyu garanti verebileceğim bir şeyi oraya koyduğunuz zaman için de rahat ediyor. Ama hedefim benzer saiklerle yani bu memlekette bunu yapmamız gerektiği kaygısıyla ucu da burada üretmek. Tabii bu benim için pik noktadır. Eğer ben bu ülkede dolmakalem ucu üretebilirsem maksadım hâsıl olmuş demektir.
Kalem konusunda uzmanlar Almanlar mı?
Almanlar ve Japonlar bir numara diyebiliriz.
Japonya’da yazı geleneği kaligrafi ve diğer örneklere baktığımızda güçlü zaten. Ama Almanlarınki daha teknik bir mesele sanırım. Yazı kültüründen ziyade, teknik olana gösterdikleri ilgiden yönelmişler intibaını ediniyorum.
Her milletin bir karakteri var ve o karakteri garip bir şekilde yaptıkları kaleme yansıtıyorlar. Ben de hasbelkader 2-2 buçuk senedir yavaş yavaş karakteri, kokuyu, esansı verebildiğimi düşünüyorum. Yavaş yavaş ama, acelem yok. Almanlar mühendislikte çok iyidirler, o yüzden kalemleri ya çirkindir ya da aşırı tasarımdır. Yani insan faktörünün ortadan kalktığı, tamamıyla kaba ama kendi içerisinde belli nüansları taşıyan 'tasarım için tasarım' zihniyetiyle yapılmış kalemleri vardır ama mühendislik harikasıdır. Malzemeden yapım tekniklerine, mekanik kabiliyetlerinden basınç problemlerine kadar her şeyi mühendislik anlamında mükemmel halde yaparlar ve ona talip olan kalem severlere sunarlar.
Japonlara baktığımız zaman mesela Japonlarda tam bir Japon zihniyetiyle “Hiçbir şey koymayalım buna” mantığını görürsünüz. Yani yazsın, ergonomik olsun, her yere sığsın. Bir de çok ufak hareketlerle ona estetik bir zevk katalım. Yani bakıyorsunuz Japon kalemine nihai yapının çok basit olduğunu görüyorsunuz. Benim yaptıklarımdan hiçbir farkı yok ama onu öyle yapamıyorum. Onu öyle yapabilmem için Japon olmam gerekiyor.
Japon evi gibi… Hiçbir fazlalık yok. Sadeliğin estetiği.
Amerikalılara bakıyorsunuz, kapitalizmin tahakkümüyle ne kadar çok malzemeyi birbirine yapıştırıp kullandığını görüyorsunuz. Amerikan kalemleri de uzun ömürlü değildir. En fazla 5 yıl kullanabilirsiniz, çünkü kullan-at geleneği hâkimdir. Genel olarak söylüyorum tabii, arada istisna niteliği taşıyan çeşitli marka ve modeller var.
Sizin için nasıl bir üretim sıklığından söz edebiliriz? Ayda mı yılda mı diye sormamız gerekiyor, nasıl oluyor?
Ben kişiye özel çalışıyorum. Önce kişi beni bulur, malzemeyi beraber seçeriz. Tasarım öğelerini belirleriz, dolum sistemine beraber karar veririz. Bazı kalem oluyor bir günde oluyor, bazı kalem oluyor bir hafta on gün sürüyor. Yani bu iş bir ay da sürebilir. Ne olacağını, ne kadar zamanda ortaya çıkacağını bilmiyoruz. Çünkü kalem için ne istendiği ile ilgili bir şey. Mesela elinizde o malzeme yoksa sipariş veriyorsunuz, ancak bir ay sonra geliyor. Bazen bir malzemeye ihtiyacınız oluyor, onu 5 kere 6 kere yapıyorsunuz. Oldu diyene kadar devam ediyor yani.
Genel olarak müşteri profiliniz nasıl? Türkiye’den mi daha çok geliyor talep, yurtdışından mı?
Bu sezonluk bir şey. Mesela şu ara Türkiye içi satışlar yoğun. Yurtiçinde var. Ama kışa doğru yurtdışı başlıyor. Yaza doğru tekrar yurtiçine dönüyor.
Peki kendinize ait bir koleksiyonunuz var mı?
Yok. Kendime kalem yapmıyorum. (Gülüşmeler)
Neden?
Birincisi vaktim yok. İkinci olarak da mesela kalemi yapıyorsunuz, hoşunuza gitmeyen bir tarafı oluyor. O kalemi kendime ayırıyorum. Bir yandan kendi yaptığım kalemleri kullanıyorum. Farklı bir şekilde kalemle haşır neşir olunca kalemle ilişkiniz başka bir şekle bürünüyor diğer yandan. Aranızda peyda olacak ünsiyet başka türlü oluyor. Benim mesela “olmadı” diyerek kullandığım kalemlerle çok ciddi bir ünsiyetim var. Mesela ilk yaptığım, satışa çıkartmadığım kalemlerimi halen kullanıyorum.
Kalem koleksiyonerleri de kullanıyorlar bildiğim kadarıyla. Ceplerinde görüyorum, değiştirerek kullanıyorlar.
Onlar kullanıcı olanları. Bir de kullanmayanları var. Belki aldığı kalemi bir kere görüyor. Bir daha hiç görmüyor. Türkiye’de de böyle birkaç koleksiyoner var. Mesela kredi çekip kalem alan var. Bir kere kullanıyor ya da hiç kullanmıyor. Onu kenara koyuyor. Yarın öbür gün bir kalem alması gerektiği zaman, almak istediği parçayı bulduğunda bu kalemleri hızlıca elinden çıkartıp istediğini alabiliyor. Yani bir tür yatırım gözüyle bakıyorlar diyebiliriz. Hızlıca elinden çıkartıp sıfır kullanılmamış, 15-20 yıl önce üretilmiş bir kalemi alıyor.
Feriköy pazarında eski kalemlerle ilgili bir bölüm var. Orada baktığınızda kalem meraklısının tipi bile farklı. Diğer tezgâhlardakinden farklı bir gerilim var orada. Muhatabı olduğun hassas bir şey sonuçta. Herkes çok dikkatli.
Çünkü Feriköy pazarında genelde kalemler kullanılamaz haldedir. Oradaki kalemler bitpazarı seviyesindedir. Kırılmış, çatlamış, parçası eksiktir. Koleksiyonerler oraya gidip şunu yaparlar: Samanlıkta iğne arayıp onların arasından çalışan, düzgün bir kalemi çıkartırlar. Ya da kıymetli bir uç vs. gibi bir parçayı bulmaya çalışırlar. Mesela kendisinin Sheaffer şnorkeli vardır ama hazne kısmı kırıktır. O bakarken kalemi değil, zaten o hazneyi görür onda.
Gövde için hangi malzemeleri kullanıyorsunuz?
Çok çeşitli malzemeler var. Pirinç, bronz, gümüş metal malzemeler. Daha önce alüminyum kullanıyordum ama artık kullanmıyorum. Bunun yanında bizde aslında plastik yanlış anlaşılan bir şey. Plastik bir malzeme yapısıdır. Naylon gibi anlıyoruz ama pek de öyle değildir. Ağırlıklı olarak plastik kullanıyorum diyebilirim bu anlamda. Bu plastikler akrilik bazlı, selüloz bazlı olabilir. Doğal malzemeler de kullanıyorum. Bunun yanında ahşap malzemelerden de pelesenk, bubinga, kokobolo vs. ağaç eğer kalem yapımına müsaitse hepsi olabiliyor.
Tabii malzeme kullanıyor musunuz?
Tabii malzemeler literal kullanımla “yürür” denilir. Elinizin ısısıyla, yağıyla, asidiyle yürür. Bunu talep eden insanları geri çevirmiyorum, yapıyorum. Çünkü benimle beraber yaşasın, benimle beraber yaşlansın diyenler de var.
Tabii malzeme olarak ahşap, boynuz kullanılırım. Ben bağa ve fildişi kesinlikle kullanmam, sebebi de o hayvanların belli bir olgunluğa ulaşması filan gerekiyor alınması için. Yani bağa için konuşursak alt ve üst kabuğunun kullanılabilir bir malzeme çıkarılması için sağlam olması gerekiyor. Ölmüş hayvandan gidip alamazsınız kısacası. Öldürülmesi gerekiyor. Bu konuda insanoğlu yeryüzünün hâkimi olduğu gibi bir iddiada bulunduğu için midir, tam olarak bilemiyorum, çok zalim. Ben bu zulme, en azından böyle bir gayretle çıktığım yolda ortak olmak istemediğim için bu malzemeleri kullanmıyorum. Ayrıca bağa ve fildişinden yapılmış herhangi bir şey uluslararası ticarette de yasaktır.
Türkiye’de bu şekilde müze dolduracak koleksiyon var mı?
Türkiye’de birkaç müze dolduracak kalem var. Mesela kalemseverler ayda bir, bir araya geliyor. Geçen Kadıköy’de toplandık. Bahsettiğim grup bu arada her ayın ilk çarşambası olmak üzere mutat toplanıyor. İşte oraya gittiğimde bazen öyle kalemler görüyorum ki aklım hayalim şaşıyor. Mesela 1900lerin başından Waterman’ın kalemleri. Kaleme baktığınızda sanki fabrikadan yeni çıkmış gibi duruyor. Hatta bazen orijinal kutusu içinde görücüye çıkıyor. Bu tip kalemleri görmek benim ufkumu ciddi olarak açtı. Bu eski kalemler benim için ayrı bir önem de taşıyor çünkü o dönemin üretim teknikleri –biz el işi üretim yaptığımız için- bizim üretim tekniklerimizle çok yakın.
Peki hayal ettiğiniz bir malzeme var mı kalem yapımı için?
Hayal ettiğim birkaç malzeme var. Bulunması çok zor. Mesela Omas’ın Arko diye bir selüloidi var.
Biraz açabilir misiniz?
Omas diye bir İtalyan kalem firması var. Yaklaşık 1990’ların sonunda zannediyorum iflas edip dükkânı kapattı. Malzemeleri bir ara satışa çıkartmış. Yine Waterman’ın kırmızı hareli Red Ripple denilen ebonit malzemesi, bunlar benim hayalim. Bir çubuğuna –bulabilirsem- 1000 dolar veririm.
Bir çubuktan kaç kalem çıkar?
Yaklaşık 3-4 kalem çıkar.
Ebonit malzeme nedir? Nasıl yapılır, biraz bahsedebilir misiniz?
Kauçuktan mamul bir malzeme bu. Kükürtle volkanize edip sertleştirilmesinden üretilir. Benim favori malzememdir. Sebebi de hem tabii olması hem de kimyasal ve mekanik işlerliğinin çok kuvvetli olması. İşlemesi biraz zor. Ama kalem bittiği zaman ben malzemeye en az 100 yıl garanti verebiliyorum. Sebebi 100 yıl önce bu malzemeden yapılmış kalemleri sapasağlam görmüş olmam.
Selüloit diye bir malzemeden söz ettiniz…
Bu malzeme de pamuktan mamul. Pamuğu çok büyük tanklarda ezerek, yoğurarak selülozunu elde ederler. O selülozu çok büyük merdanelerde ezerek plakalar elde ederler. Onu tekrar keserek renklendirirler, tekrar merdanelere sokarlar. 2-3 ay kadar o selülozu asetatla yumuşatıp külleşmesi beklenir. Kuruduğunda o artık pamuktan mamul bir hale gelmiş bir malzeme olmuş olur. Mukavemeti nispeten düşüktür ama tabii bir malzeme ve görsel şöleni çok yüksektir.
Dünyada kalem merakı yükseliyor mu? Türkiye’de nispi bir artış gözlemlemek mümkün çünkü.
Buna ben reconquista diyeceğim ama doğru tabir olur mu ondan emin değilim. Söyleyeceklerim insanlara nostaljik gelebilir ama ben bir realiten söz edeceğim. Hatta buna realite değil “defacto” demek daha doğru. İnsanlar çok bunalmış halde. Artık buna bir adım geri çekilip hadiselere bakma denilebilir. O sebeple bilhassa dolma kaleme bir geri dönüş var. Çünkü dolmakalem her şeyden önce bakım isteyen bir şey. Baktığınız zaman ona karşı bir idiyet ya da onun sizinle bir bağ kurması demek. Keşke böyle olmasaydı, keşke sadece bir yazı gereci olarak kalsaydı.